Dengesi bozulmuş ekonomilerde müşteri olmak zor!
Müşteri, günümüz deyimiyle tüketici, satın aldığı ürünün kalitesinden ve fiyatından emin olmak ister.
Bu doğaldır, ticaretin gereğidir zaten.
Dengesi bozulmuş ekonomilerde müşteri olmak zor!
Müşteri, günümüz deyimiyle tüketici, satın aldığı ürünün kalitesinden ve fiyatından emin olmak ister.
Bu doğaldır, ticaretin gereğidir zaten.
Başlık sizi şaşırtmasın.
“Hiç ayıplı mal” olur mu?” diye düşünmeyin. Ya da; mal hiç “Ayıp” eder mi? Evet haklısınız? Mal, yani ürün ayıp etmez. Ancak, o malı üreten, satan ayıp edebilir. Hatta tüketen bile, malı değerinden daha düşük fiyata almak isteyerek ayıp edebilir. Tabi ki dürüst çalışan, hilesiz üreten, tartısı doğru çalışan üretici, esnaf ve tüccarlarımızı ayrı tutuyorum. Onlar ahi ruhlu ticaret kişileridir.
“Ayıp” kelimesi Türkçede birbirine benzer iki anlama gelir. Birincisi; töreye uygun olmayan, utanç verici anlamındadır. İkincisi ise; eksik ve kusurlu olan demektir. Aslında ikisi de birbirine yakın anlamdadır…
Kitap kurdu olmak kolay değildir.
Emek ister, zaman ayırmak ister.
Daha da önemlisi kitabı yaşamın bir parçası yapmak ister.
Hemen cevap vereyim. Evet patlayabilir! Çünkü Hasan Dağı volkanik bir dağ. Yanardağ yani. Bakmayın siz öyle uslu uslu durduğuna. Aslında uykuya yatmış, patlayacağı günü bekliyor. Tıpkı Vezüv Yanardağı gibi. Veya günümüzde sürekli haber bültenlerinde patladığını işittiğimiz Etna Yanardağı gibi. Biliyorsunuz bu iki yanardağ, İtalya’nın yıldızları.
Dünya’da patlamaya hazır bekleyen on bin yanardağ var. Bunlara bilim insanları aktif yanardağlar diyorlar. Bu yanardağların ne zaman harekete geçecekleri belli değil. Belki hemen şimdi, belki de yüzlerce hatta binlerce yıl sonra. Aktifliklerinin kriteri ise, tabanlarında hala magmaların bulunmasıdır. Yer kabuğunun bir şekilde kırılmasını bekleyen magmaların.
Yer kabuğu nasıl mı kırılacak? Belki bir depremle, bekli büyükçe bir heyelan ile. Belki de Dünyanın derinliklerinden gelecek her hangi bir etkiyle…
Ankara.
Türkiye Cumhuriyeti’nin başkenti. Türklerin bağımsızlık savaşının yönetildiği yer. Seğmeniyle, Müzeleriyle, Üniversiteleriyle, Sanayisiyle, Eğitimli nüfusuyla, Kültürüyle, Bozkırın ortasında açan bir çiçek gibidir Ankara.
Ankara tavası kadar, Angora tavşanı da ünlüdür. Unutulmaya yüz tutsa da; Kömbe ekmeğinden, ketesine, Omaçından, Beypazarı baklavasına nice ürünleri vardır Ankara’nın.
Hiç düşündünüz mü? Sabahları olmasaydı ne olurdu? Hep gece olsaydı, Güneş hiç doğmasaydı…
Bu durumu çok az insanın düşündüğünden eminim. Çünkü bizler alışkanlıklarımızın esiri olmuş canlılarız. Biz insanlarda yaşam rutine bağlanmıştır. Biyolojik saatimiz hep işler. Sabah olur, ortalık aydınlanır. Uyanırız, işimize gideriz.
Gün batar, akşam olduğunun farkına varırız ve evimize gideriz vs. Mutlu da oluruz bu rutin içinde. Eğer ihtiyaçlarımızı karşılayabiliyorsak. Oluşturduğumuz rutin konfor alanımızdır. Öngöremediğimiz travmalar olmazsa eğer bu döngü devam eder. Gidebildiği kadar. Belki de ömrün sonuna kadar.
“Evrenin en kıymetlisi nedir?” diye sorsam.
Acaba nasıl cevaplar alırdım?
Ben cevabımı hemen yazayım.
Kazım Karabekir Paşa’yı hepimiz biliriz. Bir vatansever Osmanlı Paşası. Birinci Dünya Savaşı’nda ülkesini cepheden cepheye savunan asker. Kurtuluş Savaşı’nı başlatan kahramanlarından. Doğu Cephesi’nin başarılı komutanı. Sarıkamış, Ardahan, Kars, Artvin ve Batum’u yeniden vatana katan kahraman. Aldığı emre rağmen Mustafa Kemal’i tutuklamayıp, emrine giren vatansever…
Ben Kazım Karabekir Paşa’nın ne askeri yönüne, ne de siyasi yönüne değineceğim şimdi. O ve diğer yönleri başka makalelerin, başka kitapların, başka söyleşilerin konusu. Ben şimdi; onun “Sanayi Gürbüzleri’nden” bahsedeceğim. Savaş yıllarında, yetim, öksüz ve çaresiz kalan çocuklara dokunuşundan bahsedeceğim.
Osmanlı Devleti’nin son yirmi beş yılını gözünüzün önüne getirin lütfen. Kos koca bir devletin parçalanışını görürsünüz. Balkan savaşlarını görürsünüz. Türkün örtülen bir soykırıma uğrayıp Anadolu’ya sığınışını görürsünüz. Devletin, Birinci Dünya Savaşı’na girişini görürsünüz. Yenilgileri, isyanları, ihanetleri, yoksulluğu görürsünüz. Sevr Antlaşması’yla yurdun işgalini görürsünüz…
İnsan ihtiyacı söz konusu olunca birçok kavram devreye girer. Üretim, tüketim, kalite, pazar, fiyat gibi… Bu kavramları çoğaltabiliriz.
Ben bugün kaliteden bahsetmek istiyorum. Özellikle de Ahilik Sistemi’ndeki kalite anlayışından.
Kalite, bir ürünün karşılamak üzere üretildiği ihtiyacı karşılama oranına denir. Bu tanım çok mu bilimsel oldu? Ya da çok mu donuk geldi? Tanımı açayım o halde. Tüketiciyi memnun eden ürün kalitelidir. O ürün, hem ihtiyacı karşılamalı, hem de makul bir fiyatı olmalıdır. Müşteriyi üzmemelidir yani.
Çağdaş ekonomilerin önemli kavramlarından biridir verimlilik.
Özellikle de gelişmekte olan ekonomiler için vazgeçilemez kavramdır.
Üretimde katma değer yaratmayı doğrudan etkiler.
Bugün edebiyatın bir türünden söz etmek istiyorum.
Bilimkurgudan.
Bir edebiyat türü olarak bilimkurgu; Batı'da Sanayi Devrimi'yle gelişmeye başlamıştır.
Kim istemez ki; Refah seviyesi yüksek bir toplumda yaşamayı. Sokaklarında centilmen beylerin, Zarif hanımların, İnsanların güleç olduğu, Şen şakrak mutlu çocukların dolaştığı bir şehirde yaşamayı.
Veya; Fabrikaların üç vardiya çalıştığı, Üretimin ihracata dönüştüğü, Türk markalarının tüm dünyada talep gördüğü, Kişi başına düşen milli hasılanın yüz bin doları aştığı bir ekonomik iklimde yaşamayı kim istemez.
Ya da; Kim istemez adaletin mutlak olduğu, Eğitimin yeteneklere göre şekillendiği, Demokrasinin mükemmel biçimde işlediği, İşsizliğin tolera edilebildiği, Refah toplumunun oluşturulduğu bir ülkede yaşamayı…
Ülke kalkınmasının temel ögesidir üretim. İnsan mutluluğunun da nedenidir bir şekilde. Bir nesne hiç üretilmeden tüketilir mi? Siz hiç üretilmeyen bir otomobile binen bir sürücüye rastladınız mı?
Ahilik Sistemi’nin kurucusu Ahi Evran da öyle düşünmüş olmalı aslında; bir kişinin tüm ihtiyaçlarını karşılayabilecek üretimi yapamayacağı açıktır.
Öyleyse her kişi ayrı bir ihtiyacı karşılayacak ürünü üretmelidir.
Türk Milli Futbol Takımı’nı kutluyorum. Çeyrek finale kadar çıkarak bizi onurlandırdılar. Heyecanlandırdılar. Moral kaynağı oldular. Tam da ihtiyacımız olduğu zamanlarda…
Keşke final oynayabilseydik demeyeceğim. Elbette herkesin gönlü zirveyi istiyordu. Ancak futbol bu. Her duruma hazır olmak gerekir. Türk Milli Futbol Takımı’nın finaller oynayıp, kupalar kazanacağından eminim ben…
Futbol, Günümüzün en popüler sporu. Kitleleri peşinden sürükleyen, tüm dünyada yaygın bir spor dalı. Sporun her dalı güzel aslında. Basketbol, voleybol, okçuluk, hentbol, güreş, atlı sporlar, atletizm, boks… Ancak hiç biri futbol kadar popüler değil. Futbolun popülerliğini başka dallara kaptıracağı da yok sanki…
Ülkemizin her şehri ayrı güzel.
İklimi, coğrafyası, insanı, bitkisi, kültürü kendine özgü.
Papürüs Kitapevi’nin daveti üzerine yolum Şanlıurfa’ya düştü.
Çağımızın önemli değerlerinden biridir “marka."
Marka, en kısa tanımıyla; bir ürünün diğer üründen ayrılabilmesi için belirlenmiş işarettir.
Yani, söz konusu ürünün toplumda bıraktığı izdir.
İnebolu;
Karadeniz’in kıyısında küçük bir ilçe.
Sırtını aniden yükselen Küre Dağlarına dayamış,
Ankara kitap fuarındaydım. Kitaplarımı imzaladım. Konuklarımla sohbet ettim. Meraklı kitap kurdu çocukların heyecanları inanın etrafı sardı.
Sadece onlar heyecanlı değildi. Ben de heyecanlıydım. Onların enerjilerini görünce, bir yazar olarak benim de içim enerji doldu. Yeni kitap projelerine bir an önce başlayasım geldi. Çocukların her biri gerçekten birer cevher. Biz büyükler olarak Yeter ki onları anlayabilelim.
Onların yollarına çıkacak engelleri ortadan kaldıralım. Onların yeteneklerine göre eğitim almalarına imkan sağlayabilelim. Çocuklar umut dolu. Hayal dünyalarında mutlular onlar. Gelecek onların. Geleceği onlar kuracak. Geleceğin toplumunda onlar birey olacak. Ben onların toplumda kendilerine uygun yerleri alacaklarına inanıyorum.
Geçen hafta 23 Nisan’dı.
Tüm yurtta bayram vardı.
Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı.
“Barış” sözcüğü etimolojik açıdan Türkçe kökenlidir.
“Barmak” “Varmak” fiil kökünden türetilmiştir.
Milletimizin iki önemli eserinde de yer almıştır barış sözcüğü.
Bugün size bir kitaptan bahsetmek istiyorum.
Uçarı bir kitaptan.
Hayallerin sınırlarını zorlayan,
Ahilerin Ankara’da kurdukları yönetimden bahsediyorum.
Yani; 1290 ile 1354 yılları arasında Ankara’da oluşturdukları otoriteden.
Anadolu Selçuklu Devleti’nin yıkılma sürecinde olduğu dönemin Ankara’sından.
Başkent Ankara Meclisi Derneği bir panel düzenlemişti.
Ben de konuklarından biriydim.
Panelin konusu ise çok özeldi;
Toplumları ayakta tutan ve yaşatan üretmiş oldukları kültürleridir.
Çünkü her bir kültür ögesi ise;
binlerce yılın yaşam tecrübesidir.