Ümit Yurtkuran

Ümit Yurtkuran

Günümüzdeki hastalık anlayışı (4)

Eğer bir insan hasta yahut herhangi bir yerinden ciddi şekilde şikayet edecek hale gelmiş ise: öncesinde "ağrı, ateş, çarpıntı, tansiyon, ödem, ciltte lekeler ve benzeri belirtilerle defalarca ikaz edilmiştir. Bu ikazlar ya ilaçlarla ortadan kaldırılarak hastalık maskelenmiş veya hiç dikkate alınmamış demektir." Ayrıca vücudumuzda herhangi bir hastalık başlamışsa, mutlak surette günlük yaşamımızda ve beslenme alışkanlıklarımızda bir şeyleri yanlış yapıyoruz demektir.

Günümüzde bu ikazların dikkate alınmayarak şikayet nedenlerinin tespit edilip ortadan kaldırılması yerine, sadece belirtilerin (semptomların) kimyasal ilaçlar ya da çeşitli şekillerde yok edilmesi (maskelenmesi) sonucu, hastalıkların ağırlaştığı ve çoğaldığı bilinmelidir. Daha net anlaşılması için sağlık kuruluşlarında hastalıklar karşısında yapılan işlemleri basitçe örneklendirecek olursak;

Diyelim ki aracınızın fren ya da yağ lambası gibi herhangi bir ikaz lambası yandı. En ünlü ya da en yakın servise götürdünüz. (tabi siz araç hakkında hiçbir şey bilmiyorsunuz ve her şeyi en iyi şekilde sadece "tamircinin" bildiğine inanıyorsunuz.) Oradaki yetkili "motordan ya da fren sisteminden ikaz lambasına giden kabloyu keserek ya da ilgili sigortayı iptal ederek," ikaz lambasının yanmasını engelledi ve buyurun artık ikaz lambanız yanmıyor diyerek aracınızı size teslim etti.

Yazının Devamı

Günümüzdeki hastalık anlayışı (3)

Fazla değil, bundan yaklaşık 100 yıl önce kanser, kalp krizi, hipertansiyon, diyabet, karaciğer ve pankreas yağlanması, felç, alzheimer, parkinson, bunama, polikistikover sendromu, kronik artritler, bel ağrıları, fibromiyosit, polikistik meme hastalığı gibi kronik ve dejeneratif sağlık problemleri ancak yaşlı kişilerde görülürken günümüzde genç ve orta yaşlı, yetişkin gruplar arasında da sıklıkla görülür hale gelmiştir.

Tüm dünyadaki kadınlar ve erkeklerin pek çoğu genetik, kronik veya dejeneratif hastalık adı altında bu hastalıklardan birkaçı ile birlikte yaşamaya mahkum edilmişlerdir. İşin garip tarafı, hem hastalık kroniktir (süreğendir), hem de semptomlarını (belirtilerini) ortadan kaldırmak için kullanılan ilaçlar süreklidir. Yani "hem hastalıklar hem de masrafları" süreklidir. İşte kapitalist düşünceyle oluşturulan "modern sağlık sisteminin" istediği tam da budur. İnsanlar yaşayabildikleri kadar uzun yaşasınlar. Yeter ki devlet bütçesinden ya da kendi ceplerinden sürekli sağlık harcamalarına neden olacak genetik, kronik (süreğen) veya dejeneratif bir hastalıkları bulunsun.

Halbuki hastalığın adı ne olursa olsun, "tamamının sebebi de" genellikle kendi yanlışlarımız sonucu oluşan olumsuz düşünce yapısı, inflamasyonlar, toksinler, mikro gıda yetersizliği ve bağışıklık sistemi zayıflaması gibi nedenlerin tamamı ya da herhangi biriyle ortaya çıkan "hücresel fonksiyon bozukluğu" ve buna bağlı olarak organ, doku veya sistemlerimizin görevini yapamayacak hale gelmesinden başka bir şey değildir.

Yazının Devamı

Günümüzdeki hastalık anlayışı (2)

Semptomların (belirtilerin) bastırılması (maskelenmesi) hastalıkları büyütür

Tam bir bütün olan vücudumuzun yüzlerce parçaya bölünerek, her bir parça için asla birbirinin alanına girmemek üzere yeni uzmanlar yetiştirilmesi ve sadece semptomları ortadan kaldırmaya yönelik gelişmiş yöntemler, hiçbir zaman hastalık nedenlerini ortadan kaldırmaz ve sağlığımızı geri getirmez. Hasta organlarımızın ameliyatla alınması için daha etkili, daha ağrısız, daha hızlı yöntemler peşinde koşmak ve sürekli daha gelişmiş alet edevat kullanmak da sorunu asla çözmez. Günümüz yöntemleri bir cerrahın hastanın sadece ilgili kısmını uyuşturarak safra kesesini dakikalar içerisinde almasını sağlar. Ancak "bu işlemin birkaç yıl içerisinde sindirim sisteminde ciddi rahatsızlıklara neden olacağı" hiç dikkate alınmaz.

"Bir baypas ameliyatı vücudun başka yerlerinden alınan daha iyi durumdaki atardamar veya damarların, dolaşım sisteminde işe yaramaz hale gelmiş koroner atardamarın görevini devralacak hale getirme" işlemidir.

Yazının Devamı

Günümüzdeki hastalık anlayışı

Bugüne kadar hastalıklar hakkında sayısız tıp kitabı yazılmış ve yazılmaya da devam edilmektedir. Halen milyonlarca bilim insanı, doktor, biyolog, kimyager, eczacı ve araştırmacı hastalıkların sırrını çözerek çareler üretmek için uğraşıyor, emek veriyor.

Günümüzde "hastalıklar gizemli, karmaşık, anlaşılmaz ve çözü[1]mü çok zor" bir konu olarak insanlara sunuluyor. Sürekli uygulanan algı operasyonları sonucu da hiç düşünülmeden herkes tarafından sunulduğu gibi kabul ediliyor. Bu şekilde kaldığı sürece de sadece tıp alanında eğitim almış uzmanların çözebileceği sanılan sorunlar yığını olarak görülmeye ve kabul edilmeye devam edecektir.

"Aslında bizim hastalık dediğimiz şey, bedenimizin olağan işleyişine müdahale eden herhangi bir şeye karşı gösterdiği tepkidir. Bedenin olağan işleyişine müdahale eden bu şey ortadan kalkmadığı sürece, ilgili organ hasta kalır ve sonunda tahrip olur."

Yazının Devamı

Düşünce ve kelimelerin gücü…

Kelimeler kelimelerle anlatılamaz, kullanıldığı yere ve kullananın ses tonuna göre anlam değiştirir, adeta büyülüdürler… O nedenle konuşurken yazarken kelimelerin yerine ve ses tonumuza dikkat ederek kullanmak gerekir.

Çünkü ağzımızdan çıkan her kelimenin (muhatabımız üzerindeki etkisi dışında) veya kelimelere dökmeden aklımızdan geçirdiğimiz her düşüncenin tüm vücudumuzda bir kimyasal karşılığı vardır. “Olumlu olanların tüm vücudumuzu pozitif yönde etkileyeceği gibi, olumsuz olanlarında negatif yönde etkileyeceği kesindir.”

Bu nedenle ağzımızdan çıkacak her söze dikkat ederek olumlu konuşmak, aklımızdan geçecek her şeye dikkat ederek mümkün olduğu kadar pozitif düşünmek hem fiziksel hem de ruh sağlığımız açısından çok önemlidir…

Yazının Devamı

Nobel ödüllü sağlık (oruç) fırsatını kaçırmayın…! (6)

BİLİNÇLİ AÇ KALMANIN (ORUCUN) SAĞLIĞIMIZA FAYDALARI

Ramazan orucunda sağlık açısından bizim yaptığımız çok büyük bir yanlış var. Biz Müslümanlara orucun farz olduğu tarihten Cumhuriyetin kuruluşuna kadar tutulan oruçlarda sağlık açısından bir problem olduğunu sanmıyorum. Çünkü o günlerde sahura kalkılıyor, arkasından camiye gidilip namaz kılınıyor ve uyumadan günlük mesai başlıyordu.

Günümüzde ise sahura kalkılıyor, acıkmak korkusuyla tıka basa yenilip içiliyor. Arkasından da tıka basa dolu mideyle yatıp uyuyoruz. Yani yediklerimizin hazmedilmesi yerine çürüyüp sağlığımıza zarar verecek (toksinler) atık malzemeler haline gelmesi için gerekeni yapıyoruz. Mesai saati geldiğinde de uykusuz, yorgun argın kalkıp işe gidiyoruz…

Yazının Devamı

Nobel ödüllü sağlık (oruç) fırsatını kaçırmayın…! (5)

Doksanlı yılların başından itibaren otofaji üzerinde çalışmalar yapan Japon Hücre Biyoloğu Prof. Yoshinori Ohsumi, "açlığın hücreler üzerindeki olumlu etkisini" ortaya koyduğu için 2016 yılı Nobel Tıp Ödülüne layık görülmüştür.

Otofaji sayesinde vücudumuz kendi "fabrika ayarları" ile kanser ve diyabet gibi birçok hastalığı önleyerek, sağlıklı hücrelerin korunmasını desteklemektedir. Ancak hücrelerimizde otofaji işlemenin başlayabilmesi için açlık süresinin 12 saatin üzerinde olması gerekmektedir. Orucun bilimsel olarak ortaya konulan bu faydalarının yanında, hiçbir çalışmaya gerek kalmadan pratik olarak günlük hayatımıza yansıyan faydalarından da kısaca bahsetmek istiyorum.

Oruç bağırsakların temizlenmesi, midenin dinlenerek küçülmesi ve sindirim sisteminin düzene girmesi açısından da çok önemlidir. Normal bir midenin orjinal hali 350-450 ml alacak büyüklüktedir. Aşırı yiyecek ve içeceklerle, özellikle gazlı içeceklerle normalin beş-on katı genişletilen midemizin, ameliyat olmadan eski haline dönmesi kesinlikle mümkündür.

Yazının Devamı

Nobel ödüllü sağlık (oruç) fırsatını kaçırmayın…! (4)

Amerikan Ulusal Yaşlanma Enstitüsünden, Prof. Mark Mattson ve araştırma ekibinin "Oruç ve beyin fonksiyonları" üzerine yaptığı çalışmalarda; oruç halinde iken, beyinde bazı koruyucu mekanizmaların harekete geçtiği, beyin hücrelerinin yenilenme ve büyüme hormonu olarak kabul edilen BDNF (Brain Derived Neurotrophic Faktor) ve benzeri hormon salgısını artırarak, kök hücrelerden yeni sinir hücreleri oluşturduğu, mevcut hücrelerin içinde yer alan ve enerji üretiminde görevli olan mitokondrileri arttırdığı ve fonksiyonlarını iyileştirdiği gözlenmiştir.

Orucun bu etkilerinin tespit edilmesi sonucunda beyinde yaşlanmaya bağlı olarak geliştiği düşünülen dejeneratif değişikliklerin önüne geçilebileceği, alzheimer, demans ve Parkinson gibi hastalıklara karşı koruma sağlanabileceği düşünülmektedir.

Günümüz insanının neredeyse hiç hareket etmeden çeşit çeşit yiyeceğe sahip olması mümkün. Her geçen gün hazır yiyecek ve içecek çeşitliliği artıp temini kolaylaşırken, hareket alanımız ve fiziki aktivitelerimiz de azalmaktadır.

Yazının Devamı

Nobel ödüllü sağlık (oruç) fırsatını kaçırmayın…! (3)

Leptin hormonunun görevi, daha önceden kan (trigliserid) ve vücudun diğer kısımlarında depolanmış olan yağları kullanarak yaşamamız için gerekli olan enerjinin temin edilmesini sağlamaktır. İşte bu nedenlerle vücudumuzda depolanmış olan yağların enerjiye dönüştürülebilmesi, yani kilo verebilmemiz için belirli bir süre aç kalmamız şarttır.

Kandaki trigliserid ve diğer bölgelerinde biriken yağların, enerji üretiminde kullanılarak azalmasının, kilo verdirmenin yanı sıra, genel sağlığımız ve özellikle hormonlarımız üzerinde olumlu etkileri olduğu birçok bilimsel çalışmalarla ortaya konmuştur.

"Oruç IGF1 (İnsülin Like Growth Faktör) faktör hormonunun (damarlarda inflamasyona neden olan, meme, prostat ve kolon kanseri gibi birçok kanser türü için risk faktörü olarak kabul edilen ve yaşlanma sürecini hızlandıran hormon) yapımını azaltmakta, daf 2 genini (yaşlanmayı hızlandıran gen) susturmakta ve "FOXO" denilen koruma genini uyararak hücre içinde tamirat sürecini başlatmakta ve böylece hastalık risk faktörlerini ve yaşlanma sürecini azaltmaktadır." Prof. Dr. Yavuz Yörükoğlu (30 gün de 10 yıl)

Yazının Devamı

Nobel ödüllü sağlık (oruç) fırsatını kaçırmayın…! (2)

Konuya biraz daha açıklık getirmek için, yemek yedikten sonra ve belirli bir süre aç kaldığımızda vücudumuzda neler olup bittiğine, özellikle canlılığımızın devamı için mutlak surette gerekli olan enerjinin ne şekilde üretildiğine bir göz atmamız gerektiğine inanıyorum.

Vücudumuzda enerji üretimi süreklidir ve bu üretimde insülin hormonu birinci derecede etkilidir. Lokmayı ağzımızda çiğnemeye başladığımız andan itibaren yükselmeye başlayan kan şekerimizle birlikte, insülin miktarı da yükselmeye başlar. Kan şekerimizin bir kısmı gerektiğinde kullanılmak üzere karaciğer ve kaslarda glikojen olarak depolanırken, bir kısmı da insülin hormonu tarafından o anda kullanılmak üzere enerjiye dönüştürülür.

Ancak aşırı miktarda gıda tüketimi ya da fiziksel aktivitenin azlığı sonucu vücudumuz, yükselen kan şekerinin tamamının enerjiye dönüştüremez. İhtiyaç fazlası kan şekeri gerektiğinde enerji üretiminde kullanılmak üzere kan (trigliserid), karaciğer ve vücudun diğer kısımlarında yağ olarak depolanır. Yemek yedikten yaklaşık 2 - 3 saat sonra kandaki şeker düzeyi normal seviyelere döner.

Yazının Devamı

Nobel ödüllü sağlık (oruç) fırsatını kaçırmayın…! (1)

Genel olarak gereğinden fazla sinirli, karamsar, tembel ya da agresif olan insanlarımızın tüm olumsuz davranışları için Ramazan ayı iyi bir fırsat oluyor. *Sinirliyim, çünkü orucum… *Şekerim düştü, çünkü orucum… *Halsizim, çünkü orucum… *Dinlenmem lazım, çünkü orucum… *Fazla hareket etmemem lazım, çünkü orucum… *Bana dokunma kalbini kırarım, çünkü orucum… Gibi bahanelerle Ramazan ayını işkenceye dönüştürenlerle, Oruç tutamıyorum, şekerim var, Oruç tutamıyorum, tansiyonum var, Oruç tutamıyorum, kolesterolüm var, Oruç tutamıyorum, kalp ilacım var, Oruç tutamıyorum, kan sulandırıcı kullanıyorum gibi (hastalık olmadığı halde hastalık kabul edip sahiplendikleri) bahanelerle istediği halde oruç tutamayanlara ve “kilom var hangi diyeti uygularsam uygulayım bir türlü kilo veremiyorum” diyenler için “Allah’ın emrettiği şekilde usulüne uygun olarak oruç tutmamız halinde” vücudumuzda gerçekleşen işlemleri ve hangi hastalıklara iyi geldiğini (mümkün olduğu kadar basitleştirerek) anlatmak istiyorum…

BİLİNÇLİ AÇ KALMANIN (ORUCUN) SAĞLIĞIMIZA FAYDALARI

Oruç tarih boyunca değişik şekillerde de olsa tüm dinlerde yer almıştır ve tamamında da nefis terbiyesi ve sağlık üzerindeki etkilerinden bahsedilmektedir. Özellikle Kuran’ı Kerim’de birçok ayette değişik şekillerde yer alır ve kesin bir emirle Müslümanlara oruç tutmaları farz kılınır. Ayrıca binlerce yıl öncesinden bu yana orucun faydalarından bahseden tarihe mal olmuş, filozof düşünür ve hekimler de mevcuttur. "Ey iman edenler; Allah’a karşı gelmekten sakınmanız için oruç, sizden öncekilere farz kılındığı gibi size de farz kılındı" Bakara Suresi 183. ayet "Oruç tutasınız ki (madden ve manen) sıhhat bulasınız." Hazreti Muhammed (as) Heysemi 203 lll,179 "Fiziksel ve zihinsel verimlilik için oruç tutarım." Platon (Eflatun) Milat’tan önce 427-347 "Oruç en iyi tedavidir, içimizdeki hekimdir." Paracelsus İsviçreli doktor ve kimyager (1493-1541) Günümüzde ise teknolojik gelişmelere paralel olarak sindirim sistemi ve genel olarak tüm vücudumuz üzerinde yapılan bilimsel çalışmalar hiçbir tereddüte yer bırakmayacak şekilde orucun, yani bilinçli bir şekilde aç kalmanın faydalarını ortaya koymuştur. (Devam edecek)

Yeni haftanın yeni umutlara vesile olması dileğiyle…

Yazının Devamı

Mide kanseri nasıl oluşur (4) Önleyebilir miyiz?

Sürekli tekrarlanan bu işlemler sonucunda, “reflü, mide tembelliği, mide ekşimesi, mide yanması, gastrit ve ülser” gibi şikayetler belirmeye başlar. Mide asidinin uzun süreli düşük olmasının gastrit ülser ya da mide kanseri oluşumunda etkili olduğu düşünülmektedir. Çünkü yapılan birçok araştırma da “mide kanserli kişilerde mide asidi seviyesinin düşük olduğu ortaya çıkmıştır.”

Mide şikayetleri başladığında, karbonat veya soda gibi yapay içecekler yahut kimyasal pastiller kullanarak mideyi geçici olarak rahatlatıp “fabrika ayarlarını” bozmak yerine, daha hastalıkların başlangıcında müdahale edilerek şikayet nedenleri ortadan kaldırılmalıdır.

Hiçbir mide doğrudan kanser olmaz. Yaptığımız beslenme hataları nedeniyle “önce mide şikayetleri ortaya çıkar. Yani kanser olmadan önce yukarıda saydığımız şikayetlerin herhangi biri ya da birkaçı ile değişik şekillerde birçok kez mutlaka ikaz ediliriz.

Yazının Devamı

Mide kanseri nasıl oluşur (3) Önleyebilir miyiz?

Neticede süreci kötü bir sindirim ve emilim takip eder. “Kazomorfin, glutenomorfin gibi tam sindirilmemiş proteinler,” hasarlı bağırsak duvarından emilerek kana karışır ve “alerji” gibi bağışıklık reaksiyonlarına yol açar. Pek çok temel vitamin, mineral ve aminoasitler özümsenemez.

Kötü sindirilen karbonhidratlar, “anormal bağırsak florası tarafından kullanılıp alkole, asetaldehite ve diğer toksinlere dönüştürülür.” Yağlar sindirilemediği için yağ da çözülebilen “son derece önemli,” A-D-E- K vitaminleri ve omega-3 gibi temel yağ asitleri eksik kalır. Diğer sindirilemeyen yiyecekler ise, sindirim yolunda çürür ve “tüm vücuda zararlı hale gelir.” “Mide asidinin azlığı sadece sindirimi mahvetmekle kalmaz,” başka ciddi olumsuzluklara da yol açar. Normalde aşırı asitli ortam nedeniyle sindirim sisteminin bakteri ve mantarlar açısından en düşük nüfus yoğunluklu bölgesi midedir.

Ancak düşük asitli (Ph değeri yüksek) bir midede, “heliko bakteri, campillo bakteri, pylori, candida, E-coli, salmonella, streptococci” gibi değişik türden pek çok “patojen ve fırsatçı bakterilerle çeşitli mantar türleri, ”mide duvarında yaşama ve çoğalma ortamı bulurlar. Düşük asitli midede yaşayan patojen bakterilerin pek çoğu, karbonhidratları “Özellikle de işlenmiş olanlarını tüketmeyi çok sever.”

Yazının Devamı

Mide kanseri nasıl oluşur (2) Önleyebilir miyiz?

“En önemli sindirim istasyonumuz midedir.” Midemizdeki ortam tamamen asidiktir ve burada sadece protein sindirimi başlar. Birçok konuda olduğu gibi, sindirim konusunda da en büyük problemlerden birisi bilgi kirliliğidir. Birçok diyet kitabında en küçük mide probleminde dahi, hazmı kolaylaştırmak veya vücudu hafif alkali hale getirebilmek amacıyla kimyasal ilaçlar, karbonatlı su veya soda içmek gibi değişik tavsiyelere rastlarız.

Halbuki midede sadece protein sindirimi başlar ve “ortamın tamamen asidik (PH= 1,5 - 3 civarı) olması gereklidir.” Midede üretilen hidroklorik asit, protein sindirim enzimi olan “pepsinleri” harekete geçirir. Çok karmaşık bir yapıya sahip olan “proteinler” pepsinler sayesinde parçalanarak, “aminoasitler ve peptitler” haline getirilir.

Ancak herhangi bir nedenle midede yeteri kadar hidroklorik asit üretilmemesi veya dışarıdan yapacağımız herhangi bir müdahale ile “PH değerinin yükseltilmesi (asit değerinin düşürülmesi)” halinde, proteinler gerektiği şekilde parçalanamayacak ve sindirim işlemi daha başlangıç noktasında eksik yapılmaya mahkum olacak demektir.

Yazının Devamı

Mide kanseri nasıl oluşur (1) Önleyebilir miyiz?

İnsan vücudu, ortalama 100 trilyon hücreden oluşan ve üzerinde çok fazla sayıda, çeşitli mikro yaratığın yaşadığı apayrı bir dünya gibidir. “Her bir insan vücudundaki hayatın zenginliği, çeşitliliği yer yüzündeki, yer altındaki ve tüm okyanuslardaki hayatın zenginliği ve çeşitliliği” kadar zengin ve şaşırtıcıdır.

Vücudumuzda hücreler dokuları, organları, sistemleri oluşturur. Bağışıklık sistemi, dolaşım sistemi, lenf sistemi, sinir sistemi, solunum sistemi, kas sistemi, iskelet sistemi, sindirim sistemi ve tüm organlarımız “son hücrelerine kadar” çok sıkı bir ilişki içerisinde, trilyonlarca görülmez misafirlerle birlikte uyum içerisinde yaşayarak, “makro ve mikro yaşam eko sistemini oluştururlar”.

Ancak bu ilişki tamamlayıcı (simbiyotik) bir ilişki türüdür. “Hiçbiri, diğeri olmadan, sağlıklı bir şekilde varlığını sürdüremez.” Yani bu mikro organizmalar olmadan insan varlığı devam edemez.

Yazının Devamı

İçimizdeki sessiz ve ölümcül tehlike kronik inflamasyon (7)

Kronik inflamasyona karşı yapabileceklerimiz • Bağışıklık sisteminizi güçlü tutmanız ve zayıflatmamanız için gerekenleri yapın. (Bağışıklık sistemi ile ilgili bölümü inceleyin.) • Pek çok anti inflamatuar (iltihapla savaşan) vitaminler, mineraller ve fito nutrientler içeren (canlı) taze meyve ve sebzelerden özellikle koyu renkli olanlarından mevsinde olmasına özen göstererek bolca tüketin.

• Fabrikasyon gıda takviyeleri yerine anti inflamatuar canlı (çiğ) fındık, yer fıstığı, badem, ceviz gibi kuruyemişler tüketin. • Kilo almamaya çalışın. Özellikle karın ve kalça bölgelerinde ki yağ hücreleri proinflamatuardır. • Şeker ve şekerli ürünleri, rafine tuzu, pastörize süt ve pastörize süt ürünlerini, işlenmiş buğdaydan yapılan hamur işlerini ve trans yağları hayatınızdan çıkarın. Bunların tamamı da proinflamatuar gıda maddeleridir.

• Hayvansal proteinleri büyük ölçüde azaltın. Özellikle bol miktar da ilaç ve hormon kullanılarak kapalı alanlarda yetiştirilen hayvanlardan elde edilen fabrikasyon ürünleri tüketmeyin. • Mümkün olduğu kadar daha az işlenmiş gıda tüketmeye çalışın. (K.S.Ö.’ den beslenme bölümünü inceleyin)

Yazının Devamı

İçimizdeki sessiz ve ölümcül tehlike kronik inflamasyon (6)

Bu molekül de başka bir molekülden elektron çalarak onun yapısını bozar ve o molekülü serbest radikale dönüştürür. Bu şekilde sürekli çoğalan serbest radikaller "inflamatuar sürecini kesintisiz devam ettiren" zararlı ve yıkıcı bir zincirleme kimyasal reaksiyona neden olurlar.

Bu reaksiyonlar sonucu sayıları hızla artan serbest radikaller, vücudumuzun antioksidan savunma sistemlerini bastırır, sağlıklı hücre ve dokulara zarar vererek DNA yapısını bozar. Netice de bronşit, astım, kalp ve damar hastalıkları, kanser, diyabet, osteoporoz, romatizma, alzheimer, parkinson, enfeksiyonel hastalıklar ve aşırı kilo gibi pek çok rahatsızlıklara neden olurlar.

*Kronik inflamasyon insülin direncini artırarak kandaki insülin seviyesinin sürekli yüksek olmasına neden olur. Yüksek insülin seviyeleri ise daha çok serbest radikallerin ortaya çıkmasına neden olur.

Yazının Devamı

İçimizdeki sessiz ve ölümcül tehlike kronik inflamasyon (5) Kronik inflamasyon belirtileri

Günümüzde vücudumuzdaki inflamasyon düzeyi C – reaktif protein (CRP) gibi iltihap göstergelerinin kanda ölçülmesiyle belirlenmeye çalışılıyor. Ancak bu ölçümlerin sonucu kesin olarak göstermesi mümkün değildir. Çünkü inflamasyon vücudumuzun herhangi bir yerinde, herhangi bir zamanda ve herhangi bir nedenle ortaya çıkabilmektedir ve akut enfeksiyonlar dışındakilerin de bariz bir göstergesi yoktur.

Bu nedenle yaptırdığınız pek çok kan tahlillerinde kronik inflamasyon tespit edilememektedir. Tüm kan değerleriniz normal, tahlil sonuçlarınız temiz dediklerinde bile kronik inflamasyonıunuz var ve içinizde sessiz sedasız birçok hastalığa zemin hazırlamak için var gücüyle çalışıyor olabilmektedir.

Eğer aşağıda saydığım alışkanlıklar ve problemlerden bir ya da birkaçı sizde varsa: • Sürekli sinirli ve stresli bir yaşam tarzınız varsa. *Her şeyi kafanıza takıp dert ediniyorsanız. *Karamsar bir yapınız varsa. • Alkol ya da sigara kullanıyorsanız. • Şekerli ve karbonhidratlı yiyeceklere düşkünlüğünüz fazla ise. • Kendinizi sürekli aç gibi hissediyorsanız. • Hijyen adına çamaşır suyu ve deterjanlarla (genel olarak toksinlerle) gereğinden çok fazla muhatap oluyorsanız.

Yazının Devamı

İçimizdeki sessiz ve ölümcül tehlike kronik inflamasyon (4) nedenleri…

Eğer proinflamatuar gıdalarla beslenme şekli terkedilip, antioksidan özelliği fazla gıda alımı artırılarak bağışıklık sistemi güçlendirilip kronik inflamasyon ortadan kaldırılmazsa, kilo almak kolaylaşırken zayıflamak zorlaşır. (“Kanserle Savaşırken Öğrendiklerim”den insülinle ilgili bölümü inceleyin)

*Kronik inflamasyon aynı zamanda leptin direncine neden olarak da kilo almayı kolaylaştırır. Leptin iştahı düzenleyen kendinizi tok hissetmenize yardımcı olan, karbonhidrat aşermelerinizi dizginleyen, hücrelere yağ depolamasını veya yağı bırakmasını söyleyen çok önemli bir hormondur. (AGE’de sindirim sistemi bölümünde detaylı bilgi bulabilirsiniz)

Kronik inflamasyon, leptin direncine neden olduğunda leptin hormonunun iştah ve kilo kontrolü sinyalleri gönderme becerisini sekteye uğratarak yağın yakılması gerekirken depolanmasına neden olur. Netice de daha çok inflamasyon ve daha çok leptin direncinin geliştiği kısır bir döngü ortaya çıkar. Bu kısır döngü ise daha çok leptin direncine, daha çok yağ depolanmasına ve daha çok inflamasyona neden olur.

Yazının Devamı

İçimizdeki sessiz ve ölümcül tehlike kronik inflamasyon (3) nedenleri…

*İnflamasyonu kronik hale getiren en önemli etkenlerden birisi "inflamatuar sitokinlerdir." İnflamasyonla birlikte salınmaya başlayan ve vücudumuza zarar verici kimyasal özellikleri olan "sitokinler" pek çok kronik veya dejeneratif hastalığa neden olabilirler.

Örnek olarak kalp ve damar hastalıkları, iltihabi sindirim sistemi hastalıkları, iltihabi eklem romatizmaları (artrit), metabolik hastalıklar, yüksek tansiyon, alzheimer, parkinson, demans, astım, bronşit, diyabet ve kanser gibi hastalıkları sayabiliriz.

*İnflamasyonun kronik hale getiren en önemli etkenlerden birisi de "serbest oksijen radikalleridir.” Normal şartlarda bir serbest radikal ortaya çıktığında bağışıklık sistemi tarafından hemen yok edilir. Ancak kronik inflamasyon serbest radikallerin kontrolden çıkmış bir yangın gibi vücudumuzda sürekli çoğalmasına neden olur.

Yazının Devamı

İçimizdeki sessiz ve ölümcül tehlike kronik inflamasyon nedir?

Çok eski çağlardan beri bilinen inflamasyon (enflamasyon) yangı veya "iltihaplanma" vücudumuzda herhangi bir şekilde meydana gelen tahrişe, ezilmeye, doku yaralanmasına, bakteriler veya virüsler gibi hastalık yapıcı bulaşıcı organizmalara veya yabancı maddelere (antijenlere) karşı "tüm vücudumuzun korunması amacıyla" hasarlı bölgenin izole edilmesi, iyileştirilmesi ve ortaya çıkacak enkazın temizlenmesi için "bağışıklık sistemimizin verdiği normal bir reaksiyondur."

Yaşadığımız yoğun stres, aşırı üzüntü, sürekli korku gibi nedenlerle ortaya çıkan semptomlar veya vücudumuzun herhangi bir yerine darbe aldığımızda, bileğimiz burkulduğunda, elimiz yandığında, bir yerimiz kesildiğinde veya herhangi bir yerimize bir cisim battığında hissettiğimiz ağrı, sıcaklık, kızarma, şişme ve iltihaplanma gibi göstergeler (akut inflamasyon belirtileri) vücudumuzun başlattığı inflamasyon sürecinin göstergeleridir.

Yani bağışıklık sistemi kontrolü altında gerçekleşen inflamasyon gayet doğal hissedilebilir, iyileştirici ve hayat kurtarıcıdır. Ancak inflamasyon süreklilik kazandığında yani kronikleştiğinde son derece tehlikelidir ve pek çok soruna yol açabilir. Aşırı kilo dahil dejeneratif ya da kronik denilen tüm hastalıklarda ki en etken faktörlerden birisidir ve daha pek çok hastalığın patolojik temelini oluşturmaktadır.

Yazının Devamı

Hastalıklara çözüm ararken aklınızda bulunsun!!!

Aylardır sosyal medya ve TV kanallarında (yoğun şekilde) “vitaminler mineraller ve vücudumuzda bulunması gereken mikro gıda eksiklikleri nedeniyle ortaya çıktığı iddia edilen hastalıklar hakkında” birçok paylaşımlar görüyorum. Hatta bazıları (insanımızın bilgisiz ve çaresiz oluşundan yararlanarak) o kadar ileri gidiyor ki; yaşayan herkesin korkulu rüyası “kanser nedeni olarak sadece B 17 vitamini eksikliğini göstermekte” tereddüt bile etmiyor.

Sosyal medya ile ilgilenen veya TV reklamları seyreden herkesin duyup - gördüğü gibi; “sadece iyot damlalarıyla, karbonatla veya A vitamini, C vitamini, D vitamini, çinko ya da kalsiyum gibi gıda takviyeleri ile birçok hastalığın tedavi edileceği iddia ediliyor.”

Yahut Dünya Sağlık Örgütünün izni ile (sadece hekimler ve kendi alanlarında uygulamak üzere diş hekimleri yetkili olmak üzere) 27 Ekim 2014 tarihinde resmi gazetede yayınlanan yönetmelik ile belirlenen “Fitoterapi (Bitkilerle Tedavi), Akupunktur, Kupa Terapi, Sülük Tedavisi, Hipnoz, Ozon Terapi, Mezoterapi, Apiterapi, Proloterapi, Osteopati, Refleksoloji, Homeopati, Kayropraktik, Larva Uygulaması, Müzik Terapi” gibi (GETAT) Geleneksel ve Tamamlayıcı Tıp Uygulamalarının “her biri ile birçok hastalığın tedavi edileceği iddia edilmektedir.”

Yazının Devamı

Akleden Müslümanlardan olmak

Kur'an-ı Kerim'de;

“Başınıza gelen her türlü musibet kendi ellerinizle yaptıklarınız sonucudur.” (Şura suresi 30. ayet)

“İnsan için ancak kendi yaptıklarının karşılığı vardır.” (Necm suresi 39. ayet)

Yazının Devamı

Genetik hastalıklara mahkum değiliz…!!!

2003 yılında insan genom projesinin tamamlanmasıyla birlikte "Kanser dahil bütün hastalıkların baş sorumlularından biri olarak gösterilen genlerimizin 22.000 adet” civarında olduğu kabul edilmiştir.

2011 yılında yapılan bir başka araştırma sonucunda da “su piresinin 31.000 adet, muzun 36.000 adet geni olduğu kabul edilmiştir.”

Gen sayısı bizden daha fazla olan "hayvanlarda veya meyvelerde genetik hastalıklardan söz edilmezken" insanlarda neden bu kadar çok genetik hastalık (hem de garantili bir şekilde) var…(!)

Yazının Devamı