Ya bir de hazineyi bulsalardı?
Anadolu’da bir defineci anlatısı vardır. Zaten çoğunlukla hayalperest ve kısmen de işsiz-güçsüz taifesinden olan define avcıları, ekip kurarken dikkatsiz davranırlar. Yapılacak işten haberdar olan hemen herkes ekibe dâhil olur. Henüz paylaşılacak bir mal olmadığından, bir adım sonrasında ortaya çıkacak ihtilaflar, anlaşmazlıklar hiç hesaba katılmaz. Böylece defineci ekibi; paylaşmayı bilmeyen, kavgaya yatkın, çenesi gevşek elemanlarla dolar.
İşte böylesine uyumsuz bir ekiple yola çıkılır. Aramaya teknik destek sağlayan ‘dedektörcü’ ekipteki en uyanık şahıstır. O, muhayyel defineden alacağı yüzdelik pay bir yana, elindeki teknik donanımın kirasını, daha yola çıkmadan peşin olarak alır. Genellikle de her bir operasyon için bir Cumhuriyet Altını, dedektörcünün cebine peşinen girer.
Ekip gecenin köründe define olduğu düşünülen yere gidip kazmaya başlar. Yüzde 99 karavana atış yapılır. Ekiptekiler, şafak vakti yorgun-argın ve elleri boş olarak dönerler. Bu sırada sadece dedektörcünün yüzü gülüyordur.
Dedim ya, yüzde 99’un dışında yüzde 1’lik bir dolu atış ihtimali de vardır. ‘Şans’ yerine ‘ihtimal’ kelimesini bilerek kullandım. O ihtimal gerçekleşip de, kazılan yerden bir şeyler çıktıysa, o zaman işler hemen değişebilir. Azınlıkta olsalar da, akıllı kişilerin önderlik ettiği ve aklı başında kişilerden oluşan ekipler, hazine bulurlarsa neyi nasıl yapacaklarını, nasıl paylaşacaklarını, nasıl sır tutacaklarını vs. tüm olması gerekenleri önceden hesap ederler.
Fakat çoğunluktaki savruk tayfa, bir adım sonrasını düşünmeden kazma-küreğe sarıldığı için, değerli bir şey buldukları anda aralarındaki kavga da başlar. Kurallar önceden konulmadığı, kimin ne yapacağı, nasıl hareket edeceği belirlenmediği, daha da önemlisi ekipteki hiç kimse diğerlerine güvenmediği için…
Eğer bu kavga sırasında, ekiptekiler kafa-göz yardı veya ölümlü vaka olduysa, zaten konu hemen jandarmaya intikal eder. Kavga o aşamaya varmayıp, husumetin derinleşmesi noktasında kaldıysa, ekipteki ahmaklardan birisi doğruca jandarmaya gidip ihbarda bulunur.
Bazen de buldukları ganimetin heyecanını ailesiyle paylaşan bir çenesi gevşek, birkaç saat içinde jandarmanın operasyonuyla rüyadan uyanır.
Eh, işin içine jandarma girince, elde edilen ganimetin yitirilmesi bir yana, hapislik dâhil bazı cezalar da defineci ekibi beklemektedir. Eskiden bir de ‘karakolda ayna var’ olurdu, lakin o aynalar kaldırılalı epey zaman geçti.
Neticede bizim uyumsuz defineci takımı, ganimeti kaptırdığı gibi, maruz kaldığı cezaları da sineye çeker.
SİYASETTEKİ DEFİNECİLER
Teşbihte hata olmaz, muhalefetin 6+2’li (veya 3’lü) yuvarlak masası da, tıpkı Anadolu’daki uyumsuz defineciler ekibi gibi kurulmuş. Aradaki fark, kafadar defineciler, sadece ganimet bulduklarında anlaşmazlığa düşüp, birbirleriyle kavga ederken; siyasetin definecileri daha ganimeti bulamadan birbirlerini yemeye başladılar.
Dünyanın ve ülkenin gündemine bakıyoruz… Bir de dönüp bu siyasî definecilerin gündemlerine, konuştukları meselelere bakıyoruz… İçten bir şükürle, “Elhamdülillah ki bunlar seçimi kazanamamış…” diyoruz.
Üçüncü Dünya Savaşının, vekâlet unsurlar üzerinden yapıldığı bir dönemde…
Dünyaya hükmeden büyük güçlerin, aralarındaki bozulmuş dengeyi yeniden kurmak üzere BRİCKS buluşması, G-20 Liderler Zirvesi, BM Genel Kurulu vs. gibi zeminlerde kıyasıya rekabet ettiği, birbirine ayar verdiği…
Ukrayna’da sıcak çatışmanın yayılma tehlikesi gösterdiği…
Çin ile Batı arasındaki rekabetin, 21. Yüzyılın Yeni İpekyolu Projesi etrafında sert bir mücadeleye sahne olduğu…
Akdeniz başta olmak üzere, bölgemizdeki enerji kaynakları üzerinde her an sert kavgalar yaşanırken, aynı zamanda işbirliği arayışlarının sürdüğü…
Karabağ’da Azerbaycan ve Türkiye’ye karşı kurulmak istenen oyunun, Türk Devlet Aklının harekete geçmesiyle, 24 saatlik kesin bir müdahaleyle yok edildiği…
Türkiye’nin, kurulan yeni oyuna göre, daha önce gerilim yaşadığı bölge ülkeleriyle yeniden ve yığılan sorunları çözmeye odaklı bir diplomatik ilişki geliştirdiği…
Geride kalan Mayıs seçimlerinde Başkan Erdoğan’ı yıkmak üzere masa kurup, her türlü çirkin senaryoyu devreye sokanların, bükemedikleri eli öpmeyi esas alan yeni bir politikaya yöneldikleri…
Esasen Türkiye’nin kendi içinde ciddi ekonomik ve sosyal sorunlar yaşadığı bir ortamda…
Özetle, muhalefet adına hem iktidarı uyarmayı ve hem de dış politikada sağlam şekilde desteklemeyi gerektiren dünya kadar olay varken…
Bizim siyasî definecilerin kısır gündemlerinde neler var dersiniz?
Seçim yenilgisinin sorumlusu kim? Tek başına Kemal Kılıçdaroğlu mu? Yoksa etrafındaki etki ve yetki sahibi tüm yöneticiler mi?
Genel Başkan bıraksın, biraz da ben oturayım koltuğa…
Blöf yapmıyorum, seçime 81 ilde kendi adaylarımızla gireceğiz. (Daha kısık bir sesle) Ama yerelde ortak adaylar da olabilir. (Yahu zaten yerel seçim ittifakı böyle yapılır. Bazı seçim çevrelerinde ortak aday çıkaracaksanız, “Her yerde kendi adayımız…” demenin ne manası var?)
İfşalar, itiraflar, suçlamalar, belden aşağı vuruşlar… Ne ararsanız gırla gidiyor. Kemal Bey’in, masa ortakları bir yana, kendi A Takımından dahi gizli yaptığı ve siyasî etiğe de pek sığmayan gizli protokoller ifşa oluyor. Ümit Özdağ’la yapılan bakanlık+MİT paylaşımlı gizli protokolün ardından, HDP ile yapılan mutabakatın perdesi de aralanmaya başladı. Hatta Özgür Özel’in, Manisa üzerinden masa partileri ile pazarlık yaptığı da ortaya döküldü.
İP’li Adnan Beker, muhtemelen daha fazlasına vakıf olduğu, masa etrafındaki çirkin pazarlıklara ve sonrasında yaşanan çekişme ve suçlamalara bakarak söylediği, “Allah korumuş da seçimi kazanamamışız. Kazansaydık henüz kabineyi kuramamış olurduk…” mealindeki sözleri, aslında çok şey ifade ediyor.
Bizim kendi halindeki definecilerimiz, ganimeti buldukları zaman paylaşım kavgasına tutuşur. Siyasî definecilerimiz ise daha ortalıkta ganimet yokken birbirlerine girdiler. Allah korumuş Türkiye’yi. Ya bir de seçimi kazanıp, ‘Türkiye hazinesine’ çökselerdi, halimiz nice olurdu?