Terörü Meclis’ten kazımadıkça…
İçimiz acıyor. Uzunca bir aradan sonra 12 şehidi birden vatan toprağına vermek, bütün Türk Milletinin canını yaktı.
Biliyoruz… Bu son saldırılar, ABD ve şürekâsının bize bir mesajıdır. Artık İsveç’in NATO üyeliği meselesi mi dersiniz? Türkiye’nin, Gazze için dünyayı ABD’nin karşısına dikme çabaları mı? Çin-Avrupa eksenindeki Kuşak Yol Projesi mi? Karabağ ve Zengezur Koridoru mu? Yoksa Akdeniz ve Libya’da, hakkımız olanları koruma gayretimiz mi?
PKK adlı köpek sürüsünün her türlü eylem ve saldırısı, sebebi ne olursa olsun, tasmasını elinde tutan sahipleri adınadır.
İt itliğini yapıyor, yapacak. Emin olun ki, onca şehidin bayraklara sarılı naaşlarından daha çok, PKK’nın siyasî uzantısı olan bilmemne partisine mensup namussuzların arsızca sırıtması, milletin içini acıtmaktadır.
Milletin vergileriyle, TBMM’ye çöreklenmiş bu terör baronlarına maaş ödeyeceksin… Meclis yönetimindeki bazı makamlara oturtacaksın… Altlarına makam arabası, danışman, şoför, sekreter vereceksin…
DEVLETİ SOKAKTA BULMADIK
Devlet bütçesinden siyasî parti yardımı yapacaksın… Seçim yıllarında bu yardımı üçe katlayacaksın… Ara vermeksizin parti değişiklikleri olacak, ama verilen paranın hesabını sormayacaksın…
Terör partisi hakkında yıllar önce açılmış kapatma davasını Anayasa Mahkemesi bir türlü sonuçlandırmayacak… Yetmiyormuş gibi, AYM, teröre alenî destek veren vatan hainlerinin ‘hak ihlali’ başvurusunu ‘haklı’ bulacak… Bu yüzden AYM, Yargıtay ile karşı karşıya gelecek…
Ne oluyoruz yahu? Burası muz cumhuriyeti mi? Yoksa yolgeçen hanı mı?
Biz bu devleti sokakta bulmadık. Uğruna yüzbinlerce canımızı feda ettik. Ve Türk Devleti uğruna, feda edilemeyecek can ve vazgeçilemeyecek ‘demokratik hak’ yoktur, olamaz.
Evet, bu mücadele çok çetin… Mesele, Irak ve Suriye’nin kuzeyinde yuvalanan yılanlardan ibaret olsaydı, 40 senedir başımızı ağrıtamazdı. Hatta ne 40 senesi? 1840’taki Bedirhan İsyanından bu yana tam 183 senedir bu fitneyle meşgul ediliyoruz. 183 sene önceki o isyanda başrol oynayan, okuma yazması bile bulunmayan namussuzlara, bizzat İsveç tarafından ‘onur madalyaları’ verilmişti. Unutmadık, unutmayacağız…
O günden bugüne, devletimiz Osmanlı’nın parçalanıp paylaşılmasından başka hiçbir şey değişmedi. Batılı dostlarımız (!), milyonlarca kilometrekarelik vatan topraklarından çekilip, 784 bin kilometrekarelik Anadolu’ya sıkışmamız yetmemiş gibi, oramızdan buramızdan kırpıp iki devlet daha çıkarmaya çalışıyor.
ARTIK BU OYUN SON BULMALI
Tanzimat’tan bu yana, tam 200 senedir, Batı'nın şerrinden emin yaşamak adına, köpek kulübesinin yanını mesken tuttuk.
Tanzimat Fermanı budur. Islahat Fermanı budur. Birinci ve İkinci Meşrutiyet budur. Cumhuriyet döneminde yapılan bir yığın anlamsız ve gereksiz devrimler (!) bunun içindir. 60 senedir boşuna kürek çektiğimiz, uğruna nice tavizler verdiğimiz Avrupa Birliği serencamı budur.
Bardak da Türk Milletinin sabrı da taşmıştır. Artık bu çadır tiyatrosuna bir son verilmelidir.
Türk Devleti, gerekiyorsa Batı ile olan bu orantısız ilişkiyi sonlandırmayı da göze alarak, bir dizi adımlar atmalıdır.
Her şeyden önce, terörün TBMM’deki uzantıları, “Demokrasi elden gidiyor…” naralarına aldırmaksızın kazınıp atılmalıdır. Bu ülkede bir daha, terörle arasına kilometrelerce mesafe koymayan hiçbir partinin, değil TBMM’ye girmek, kurulmasına ve örgütlenmesine bile fırsat verilmemelidir.
İspanya ETA’ya ne yaptıysa… İngiltere IRA’ya ne yaptıysa… Gazze’deki soykırım karşısında, bütün Avrupa ülkeleri, ‘Siyonizmi koruma altına almak’ güdüsüyle nasıl sert tedbirler aldıysa… Türkiye de aynı sert tedbirleri almalıdır.
Terörü öven, destek veren, finans sağlayan, adam toplayan, öven, meşruiyet sağlamaya çalışan ne kadar kişi ve kuruluş varsa, hepsinin canına okunmalıdır.
CEZAEVLERİ, GERÇEKTEN ‘CEZA EVİ’ OLMALI
Millete, devlete ve şahıslara karşı işlenen suçlara, hak ettiği cezalar verilmelidir. İdam cezası mutlaka geri getirilmelidir.
Suç işleyip de evinde yiyemeyeceği yemekleri yeme, dağda ot şiltede yatmak yerine sıcak koğuşta tertemiz yatakta yatma konforu son bulmalıdır.
Özellikle terör, cinayet, cinsel taciz, hırsızlık, soygun gibi suçlardan ceza alanlar, bu suçların icabı olan cezaları hakkıyla çekmelidir. Günde 3 öğün lüks lokantadan beslenme dönemi sona ermeli; mümkünse kuru ekmek ve sudan fazlası verilmemelidir. Günün 24 saati sıcak su ve devlet dairelerinde bile bulunmayan ısınma ve serinleme konforu sonlandırılmalıdır. Cezaevleri birer ‘tatil kampı’ değil, işlenen suçun bedelinin ödeneceği ‘ceza evi’ olmalıdır. Evet, ‘ceza verilen ev’den bahsediyoruz.
CHP ve ÖTEKİ: ŞAŞIRMADIK
Gelelim TBMM’nin PKK terörünü kınama bildirisine…
Efendim, CHP de kuyruğuna takıldığı terörün siyasî uzantısı bilmemne partisi ile birlikte, kınama bildirisine imza atmamış. Ne bekliyordunuz?
Ey Türk Milleti!...
Kendini kandırma. Terörün uzantısı olan… Veya onunla kol kola yürüyen… Küçük siyasî kazanımlar için taviz veren… Örtülü veya açık işbirliği yapan… Masanın altında veya üstünde ahlâksız pazarlıklar yapan partilere oy verdikçe, destek oldukça sen de tüm bu yaşananlardan sorumlusun.
“Her evden HDP’ye bir oy…” diye kampanya yürüten siyasî ahlâksızlar da en az PKK ve uzantıları kadar suçludur.
Bunlara oy veren seçmenler de bu sorumluluğu taşımaktadır.
“Nasılsa devlet kayyum atar, belediye hizmetleri fazlasıyla sürer. Ben kimlik siyasetine oy vereceğim.” diyen de suçludur. Kayyumu anladık da Anadolu’nun fedakâr insanlarına verilmeyen kamu hizmetleri, ‘kimlik siyasetine’ oy verenlere niye verilir?
CHP, 1980 darbesi sonrasındaki SHP adıyla birlikte, bu ülkedeki bölücü terörün ‘taşıyıcı annesi’dir. Bu konu tartışmaya kapalıdır.
1991 seçimlerinde, o zamanki adı HEP mi DEP mi KÖP mü her ne ise, PKK’nın vekilleri SHP listelerinden TBMM’ye girdi. Leyla Zana’nın Kürtçe yemin krizi, o dönemin siyasî tarihimize hediyesidir.
Bugün bile, CHP’yi silkeleyin, içinden hiç de azımsanmayacak sayıda PKK uzantısı vekil dökülür. İsim vermeye gerek var mı?
Ve İP…
Şimdi sözcüleri çıkmış, PKK terörünü kınama bildirisine imza atmayan CHP’ye, “Bildirinin hangi cümlesini beğenmediniz…” diye çıkışıyor.
Pardon… Sayın İP’liler… ‘AKP ve MHP faşizmine son vermek’ adına, masanın altında PKK partisinin olduğunu bile bile bu CHP ile yaptığınız ittifakın henüz mürekkebi bile kurumadı.
Kandil’deki elebaşılar her gün kamera önüne geçip, “Adayımız Kemal Kılıçdaroğlu’yu desteklemek, AKP ve MHP faşizmine son vermek için en doğru politikadır…” diye höykürürken, kulaklarınız tıkalı mıydı?
Ne zaman yunup yıkanıp da temize çıktınız? İstanbul ve Ankara belediyelerine doldurulan bir yığın PKK militanı, sizin sayenizde oralara çöreklendi. Belediyelerdeki birim müdürlüklerini PKK ile üleşirken, bu ülkenin birliği-bütünlüğü ve bu uğurda verilen şehitler, ödenen bedeller hiç aklınıza geldi mi?
Öyle ya… ‘AKP ve MHP faşizmine son vermek’ üzere yola çıkmıştınız.
Anlamadığınız veya anlamak istemediğiniz şey şudur: Ülke bütünlüğünü, Türk Devletinin bekasını savurmak, siyasî iktidara destek olmak değildir. Yazık ki; bunu anladığınız zaman ülke ve millet için çok geç olacak. O yüzden, anlamayın, kalsın…