Tehlikenin farkında mıyız? -1-
Hep konuşuyoruz; 14 Mayıs sıradan bir seçim değil, Türkiye’nin beka meselesidir. Dostumuz olmayan müttefiklerimiz de tersinden anlam yükleseler bile benzer tanımlamaları yapıyor.
14 Mayıs’ın neden beka meselesi olduğunun altını doldurmak gerekiyor. Sırası geldikçe, bu meseleye aklımızın erdiği kadar katkı yapmaya çalışalım.
Tahminimiz de temennimiz de, seçimden Cumhur İttifakı’nın gelip çıkarak, Türk Milletine kurulan ‘Yüzyılın Tuzağının’ bozulmasıdır.
Fakat olur da, PKK+Masa İttifakı seçimden galip çıkarsa, karşımıza çıkacak gerçeklerin bir bölümünü sıralamaya çalışalım:
ABD’nin ‘CHP Genel Valisi’ Çanal Hantalöz, ABD kamuoyuna, ‘beni al’ kıvamında verdiği mesajlarda; Suriye’den Türk askerini çekme, Türkiye’nin NATO üyesi olduğunu Rusya’ya hatırlatma, ABD’nin Rusya’ya ekonomik-siyasî ambargo taleplerini eksiksiz yerine getirme, İsveç’in NATO üyeliğine onay verme vs. bir yağın abuk subuk taahhütlerde bulunmuş. Bu Amerikan mandacısı zat, Türkiye’nin Karabağ Savaşı sırasında kardeş Azerbaycan’a verdiği desteği de ‘maalesef’ şerhiyle diline dolamıştı. Ki, Kemal Bey’in de, “Suriye’de ne işimiz var? Libya’da ne işimiz var?, Doğu Akdeniz’de ne işimiz var?” gibilerden, siyasî öngörü ve ufuktan mahrum beyanları da az değil.
Tercümesi:
“İktidara gelirsek, Suriye’den askerimizi çekip, Irak sınırından Akdeniz’e kadar bir PKK garnizon devletinin kurulmasına izin vereceğiz.”
“Yok canım, o kadarını yapamazlar…” dediğinizi duyar gibiyim.
Yaparlar. Hatta hiçbir şey yapmadan yaparlar. Şöyle ki; Türk askerinin yurtdışında görevlendirilmesi, Hükümet’in TBMM’ye tezkere göndermesi ve Meclisin de bu tezkereyi kabul etmesiyle mümkündür. Tezkere, en son 30 Ekim 2021’de 2 yıllığına uzatılmıştı. Ve CHP ile HDP, tezkerenin uzatılmasına ‘Hayır’ demişti. 30 Eki 2023’te tezkerenin süresi doluyor.
Şimdi, Kemal Bey Cumhurbaşkanı olursa, ‘yapmayacağı şey’ çok basit: Meclise uzatma tezkeresi göndermemek. Böylece tezkerenin süresi dolacak ve askerimiz hem Suriye’den hem de Irak’ın kuzeyinden çekilmek zorunda kalacak.
Nasıl? Yapamazlar mı?
İş orada da kalmaz. Türk askeri; Libya, Somali, Katar, Bosna-Hersek, Kosova, Arnavutluk başta olmak üzere birçok ülkede görev icra ediyor. Anılan ülkelerdeki Türk varlığının da sona erdirileceğini öngörmek için Jeremy Rifkin olmaya gerek yok; bizim Niğdeli Çoban Ahmet’e sorsa, o bile Aysun Kayacı nam hatunu aydınlatabilir.
Türkiye, Rusya-Ukrayna Savaşında tarafsızlık siyasetini bırakıp, ABD’nin dümen suyuna girerse, işte o zaman coğrafyamızdaki tüm taşlar yerinden oynar. Hele de Rusya’ya ambargo uygulamak gibi akıl almaz işlere girişilirse, bu Türkiye için çok yönlü bir yıkımı hazırlar. Bir an için, Rusya’dan petrol ve gaz dâhil birçok stratejik ürünü alamadığımızı ve 5-6 milyon Rus turistten mahrum kalacağımızı düşünün. Neyse…
İsveç’in NATO üyeliğini şartsız kabul etmenin ise; 12 Eylül’de cuntacı Kenan Evren’in, Yunanistan’ın NATO üyeliğine sorgusuz sualsiz ‘Evet’ demesinin başımıza açtığı musibetlerin bir benzerini karşımıza çıkaracağını öngörmek için, CHP’den aday olan ABD mandacısı diplomat Namık Tan olmaya gerek yok.
Meral Akşener’in daha önce dillendirdiği ‘S-400’lerin geri gönderilmesi’ saçmalığını, ABD’nin CHP Genel Valisi de dillendirmiş.
Yahu, siz sabah kalkınca, aç karnına votka mı içiyorsunuz? ABD bize Patriotları sattı da biz onları beğenmediğimiz için mi S-400’de karar kıldık? Geçiniz…
Hem Meral Hanım, hem de Kemal Bey, Akkuyu Nükleer Santrali için de ‘fevkalade parlak’ fikirler öneriyor. Birisi ‘yeniden değerlendirmekten’, diğeri de ‘millîleştirmekten’ söz ediyor.
Tercümesi:
“Biz gelirsek, Akkuyu Nükleer Santralini kapatacağız, planlanan Sinop ve Trakya santrallerini de yaptırmayacağız.”
Ne demek, Akkuyu’yu millîleştirmek? Yahu, bizim nükleer teknolojimiz yok. Bu yüzden taa 1950’lerden beri nükleer santral yapmak için, bu teknolojiye sahip olan ülkelere yalvarıp yakarmışız. 2-3 kez ihale yapmışız, ama Batılı düşman müttefiklerimiz, teklif vermemek suretiyle bu ihaleleri kadük eylemiş. Sonunda Ruslar bu konuda ikna olmuş. Üstelik, santralin yapımı için devlet bütçesinden para ödemiyoruz. Rosatom şirketi, 20 küsur milyar dolarlık bu yatırımı yapıyor, Türkiye de belli bir süre elektrik alım garantisi vererek, Rosatom’un yatırım bedelini geri ödeyecek. Dahası, 500 küsur Türk mühendisi, Rusya’da nükleer enerji üzerine ciddi eğitimler aldı. Yani mesele sadece bir ticarî ilişki değil; aynı zamanda bir teknoloji (know-how) transferidir.
Peki, Akkuyu’yu nasıl ‘millîleştireceksiniz’ ve nasıl tamamlayacaksınız? Rosatom’un yaptığı yatırımın bedelini nasıl ödeyeceksiniz? Bu tür uluslararası yatırımlardaki anlaşmazlıklar uluslararası tahkime gider ki, çıkaracağı fatura ağır olur.
Mesele gayet açık: ABD mandacıları, Türkiye’nin ‘nükleer güç’ olmasını istemiyor. Tabi bunu açıkça söyleyecek halleri yok. ‘Millîleştirme’ gibi parlak ambalajlarla bize yedirmeye çalışıyorlar.
PKK+Masa’nın, bu ülkenin bölünmez bütünlüğüne, ekonomisine ve savunma sanayisine karşı beslediği ve zaman zaman ağzından kaçırdığı kötü niyetler hayli kabarık. Dolayısıyla bu meseleye, bundan sonraki birkaç yazımızda devam edelim.