Tarımsal ürünlerde kelepir zamanları geçti
Yüksek enflasyon, ekonominin birçok alanındaki dengeleri alt-üst etmiş durumda. Emeğine ve ürettiği mal ve hizmetlere ‘değer biçme imkânı’ olan sektörler, işletmeler ve şahıslar, enflasyonun olumsuz etkilerinden azami derecede korunabiliyor. Hatta, birçok ticarî kuruluş, enflasyonu fırsatçılığa çevirerek, kârlılıklarını zirveye taşıyor.
Tarım sektöründe de durum farklı değil. Türk insanı, geride bıraktığımız uzun yıllar boyunca, dünyanın en ucuz tarımsal ürünlerini tüketme imkânı bulmuştu.
Mevsiminde tüketilen tarım ürünlerini temel aldığımızda, bizdeki sebze-meyve ve tahıl fiyatları, özellikle Avrupa ülkeleriyle kıyaslandığında son derece düşük kalıyordu.
Tarımsal ürünlerin AB ve çevre ülkelerden daha düşük fiyatlanması, üreticilerin genellikle ‘aile işletmesi’ olmasından kaynaklanmaktaydı. Aile bireyleri, tarımsal girdilerin en önemli kalemlerinden olan ‘işgücünü’, bir bakıma ücretsiz olarak karşılamaktaydı.
İlaveten, atadan-dededen kalan topraklarda üretim yapıldığından, arazi kirası veya amortisman bedeli, üretim girdisi olarak hesaba katılmıyordu.
TARIMDA YAPISAL DÖNÜŞÜM
Tarımsal üretim, son yıllarda ciddi ölçüde şekil değiştirmeye başladı. Her şeyden önce, üretim yapılan parsellerin, miras yoluyla bölünmesinden dolayı küçülmesi, dolayısıyla geçim sağlayacak ölçeğin altında kalması ve buna bağlı olarak azalan tarımsal nüfus, Türkiye tarımını değişmeye/dönüşmeye zorluyor.
Süreç; küçük parsellerin, kiralama veya satınalma yoluyla, gelişmiş tarım yapabilecek ellere geçmesine doğru ilerliyor.
Şöyle de diyebiliriz; ‘topraksız çiftçiye toprak dağıtma’ abukluğunun, yaşadığımız dünya gerçekleriyle bir bağı kalmadı.
Doğal olarak da bu süreçte ortaya çıkan maliyet, tarımsal ürün fiyatlarına yansıyor/yansıyacak.
Buna bir de tarımın en pahalı girdileri olan; tarımsal makinalar, gübreler ve mazot fiyatlarındaki can yakıcı artışları ekleyin…
İŞGÜCÜ MALİYETLERİ FIRLADI
Ve nihayet işgücü maliyetleri… Aile işletmeciliğinden büyük tarımsal işletmelere geçişle birlikte, üretimde işgücü maliyeti önemli bir girdi oluşturmaya başladı.
Bugün Orta Anadolu’daki tarımsal faaliyetlerde, günlük sadece 8 saat çalışma karşılığı ödenen yevmiyeler bin 200 liranın üzerine çıkmış bulunuyor. Hele de buğday, pancar, yonca, mısır gibi ürünlerin sulamacılığını yapan işçilerin talep ettiği yevmiyeler, çoğu zaman 2 bin 500 TL’ye kadar tırmanıyor.
Sulama işçiliği olmayan tahıl ağırlıklı ürünlerde, yoğun şekilde makine kullanımı mümkün olduğundan, işçilik giderleri nispeten daha düşük kalabiliyor. Fakat yaş sebze-meyve ile sulamalı üretilen diğer tarımsal ürünlerde, doğal olarak daha fazla işgücü kullanmak gerekiyor. Bu da ister istemez, üretimdeki işçilik maliyetini ön plana çıkarıyor.
Ve bu gidişatı geriye çevirmek, en azından kısa vadede mümkün değil. Uzun vadede ise; şimdilik ölçek olarak büyüyen tarımsal işletmelerin, gelişmişliklerini ‘endüstriyel tarım’ düzeyine çıkarmaları, yani çok daha gelişkin, bilgisayar destekli ve son derece pahalı tarımsal alet ve ekipmanlara erişebilmeleri halinde, sebze-meyve üretimindeki işçilik maliyetlerinin azaltılması söz konusu olabilecektir.
KÜRESEL TİCARET-KÜRESEL FİYATLAR
Aslında gıda başta olmak üzere, mal ve hizmetlerdeki fiyat yükselmeleri, bir bakıma ‘işleyen doğal sürecin’ bir sonucudur.
Küresel düzeyde bir ticaretten bahsediyoruz. Ülkeler, bugünün dünyasında kendi iç bünyelerinde üretip-tüketme imkânına sahip değil. Ve kapalı bir ekonomi modeli verimli olmadığı gibi, ne üreticiyi ne de tüketiciyi koruması mümkün değildir.
Ticaretin küresel düzeyde yürümesi, doğal olarak üretim maliyetlerini ve fiyatları da birbirine yaklaştırıyor.
Dünya, son 30 yıldır, başta Çin olmak üzere, ‘kendi işgücünü sömüren’ ülkelerin, düşük maliyetli ve haksız rekabet içeren üretimlerinin keyfini sürdü. Bunun, ülkeler için bir maliyeti de oldu.
Çin ve benzeri kalabalık nüfuslu ve fakir ülkelerin, emek sömürüsüne dayalı ve devlet destekleriyle maliyetleri düşürülmüş ürünleri, ihraç edildikleri dünya pazarlarında tüm dengeleri bozdu. Birçok gelişmiş ülke, ithal ürünlerle rekabet edemediğinden, içerideki üretimi sonlandırıp, Çin ve benzeri ülkelere kaydırdı üretimini.
Süreç, ucuz üreterek ihraç eden ülkelerin kasalarının dolar, altın ve emtia ile dolmasını sağladı. Ve giderek, toplumsal gelir ve refah düzeyleri yükselmeye; buna paralel olarak da ‘emeğin fiyatı’ artmaya başladı.
Yani birleşik kaplar misali, küresel düzeyde akışkan hale gelen ticarî hayat, belli bir süre sonunda girdi maliyetlerini ve ücret/fiyat düzeylerini eşitlemeye doğru bir süreç takip ediyor.
Başka bir ifadeyle; Çin benzeri ülkeler, sahip oldukları işgücünü, eskisi gibi ucuz fiyata sömürme imkânını giderek kaybediyor.
Aynı şekilde, üretimin diğer girdilerinin fiyatları da küresel düzeyde eşitlenmeye doğru ilerliyor.
Türkiye’deki duruma dönersek… Geçmişte en avantajlı durumda olduğumuz tarımsal faaliyetler başta olmak üzere, ücretler ve diğer girdi maliyetlerinin, Avrupa ve diğer çevre ülkeler seviyesine doğru tırmanması, doğal olarak ürün fiyatlarını da dünya piyasalarıyla uyumlu düzeye yükseltiyor.
TARIMDA KELEPİR ZAMANLARI GEÇTİ
Daha özet söylemek gerekirse; özellikle tarımsal ürünlerdeki kelepir fiyatlar dönemi geçmişte kaldı. Bundan böyle domates-biber-patlıcan ile buğday-bulgur-makarnayı, bir parçası olmaya çalıştığımız Avrupa ülkeleri düzeyinde fiyatlarla tüketmek zorunda kalacağız.
Ekonomide yaşanan bu sancılı sürecin önemli bir yansımasını da 2023 yılı için açıklanan kişi başına millî gelir rakamlarında görmek mümkün.
Son 2-3 senedir yaşanan ekonomik sorunlara rağmen, dolar bazında kişi başına millî gelirin 13 bin doların üzerine tırmanması, fiyatlandırmada AB ülkeleriyle aynı düzeye doğru ilerlemenin işaretleri.
Gidişat, kısa ve orta vadede dar gelirlileri ezecek, orta ve üst düzey gelir grubunu daha da zenginleştirecek.
Hükümetin önümüzdeki dönemde odaklanması gereken en çetrefilli sorun, toplum kesimleri arasındaki gelir düzeyi uçurumunu azaltmak olacak.
Elbette kolay bir iş olmayacak. Lakin, önümüzde iyi değerlendirilebilecek, 4 yıllık bir seçimsiz dönem var.