Tarih nasıl yazar? -1-
Büyük liderlerin, büyük komutanların yaptıkları, yaşadıkları dönemde çok da iyi anlaşılamaz.
Bunun makul nedenleri vardır elbet.
Bir kere, yüksek yönetim yeteneğine ilaveten, içinde yaşadığı toplumun geleceğine dönük kazanımlarını gözeten büyük liderler, eğer aynı zamanda uzak erimli ‘ülkü’ sahibi iseler, hem yönettikleri toplumu, hem de ülkenin yönetim kademelerini koştururlar.
Bu koşturma, çoğu zaman toplumun ve üst düzey bürokrasinin hoşuna gitmez. Tabi bir de dış düşmanların yaptığı karalamalar, kötülemeler, engelleme çabaları vardır.
Hepsi birleştiğinde, eğer her şeye rağmen engellenememiş iseler, işte o büyük liderlerin ve iyi komutanların kıymetinin anlaşılması, yüzyıllar sonrasına kalır.
Tarih boyunca büyük devletler ve medeniyetler kuran Türk Milletinin liderleri de bu hakikate tabi olmuştur.
Tarihte ‘köşe taşı’ olarak iz bırakmış bazı Türk liderlerinin başat niteliklerinden ve yaptıklarından hareketle, konuyu bugüne getirmektir niyetim. Dolayısıyla bu mesele, bir tek köşe yazısına sığmayacak.
Bir de, bazı büyük lider ve komutanları atlamış olabiliriz, onun da mazur görülmesini umarız.
Şimdi, geriye doğru bilebildiğimiz tarih kadarıyla sıralayalım:
Mete Han:
Hakkındaki tarih bilgilerimiz sınırlı olsa da, Türk Ordu-Devlet düzeninin kurucusu olmak, Türk Hun İmparatoru Mete Han’ın belirgin sıfatıdır.
Mete Han’ın Milattan Önce 209’da ordumuz için ‘Tümen’ düzenini kurması, Türk Kara Kuvvetleri’nin kuruluş tarihi olarak kabul edilir.
Dahası, Türk Devleti’nin kuruluşu ve varlığı, ‘devlette devamlılık’ düsturu gereğince, en azından Büyük Hun İmparatorluğu’na kadar uzanır.
Bu yeni ordu-devlet düzeni, bir bakıma, Türk tarihinin miladı da sayılabilir. Mete Han’ın büyük liderliği altında, Asya Hun Devleti büyük bir imparatorluk haline gelmiş ve Miladî 216’ya kadar, 4 asrı aşkın süreyle Asya kıtasında büyük bir coğrafyaya hükümran olmuştur.
Yaşadığı dönemde, yönettiği halk ve bürokratları kendisini ne kadar anladı, emin değiliz.
Fakat bugünden baktığımızda, Türk Devleti ve tarihi için önemini daha iyi anlıyoruz.
Attila Han:
Avrupa Hun Devleti’ne Miladî 434 ile 453 yılları arasında 19 yıl süreyle hükmeden Attila Han, Türkün gücünü Asya’dan Avrupa’nın ortasına kadar taşıyan büyük Türk Hakanı olmuştur.
Yani Avrupa’nın ‘Türk’le tanışması, Oğuz Türkleri Anadolu’ya gelmeden 600 küsur sene öncesine dayanmaktadır. Bu erken dönem tanışmayı sağlayan da Attila Han’ın büyük liderliğidir.
Deyim yerindeyse ‘Avrupa’yı terbiye edip hizaya getiren’ o büyük Türk lider, bizzat Avrupalılar tarafından, kendi suçları ve günahlarından dolayı, ‘Tanrı’nın kendilerine verdiği ceza’ olarak nitelendirilmiştir.
Sonuçta ahlâkî değerlerden yoksun Avrupa siyaseti, Attila Han’ı zehirlemek suretiyle ondan ‘kurtulmuş’ (!) oldu.
Bugün Attila Han’ın tarihî liderliğinin Avrupa’ya bıraktığı izleri, bir bakıma Macarların şahsında idrak etmekteyiz.
Elbette Attila Han da yaşadığı dönemde kendi halkı ve devlet yöneticilerinin çoğu tarafından anlaşılamadı; fakat tarih onun hakkını teslim etti.
Bilge Kağan:
Türk Devletinin felsefesini kuran, Türk Kimliğini siyasî anlamda tanımlayan büyük hükümdar Bilge Kağan, İkinci Göktürk Devleti’ni, Miladî 717 ile 734 yılları arasında yönetti.
Kardeşi ve en büyük destekçisi Kül Tigin ile birlikte, Türk Devletini bir anlamda yeniden inşa ederek sağlam bir temel üzerine oturtan Bilge Kağan, aynı zamanda Türk topluluklarına ‘millet olma bilincini’ aşılayan büyük liderdir.
Bugün Moğolistan sınırları içinde, Karakurum kentine yakın Orhun Vadisi’nde bulunan Bilge Kağan Kitabesi, üzerinden 1300 yıla yakın zaman geçmiş olmasına rağmen, günümüzün Türk Devlet Felsefesine de ışık tutmaktadır.
Bilge Kağan’ı anarken, kardeşi Kül Tigin’in askerî güç olarak ve bilge vezir Tonyukuk’un devlet idarecisi olarak yaptığı katkı ve desteği de unutmamak gerekir.
Bilge Kağan, Kül Tigin ve Vezir Tonyukuk’un yaptıklarının kıymeti ve büyüklüğü, ancak bugünden bakıldığında hak ettiği yeri bulmaktadır.
Sultan Alparslan:
Malazgirt Zaferi’yle, 1071’de Türkün gücünü, çağın süper devleti olan Bizans’a karşı karşı ispatlayan Sultan Alparslan, Anadolu’nun kapılarını da Türklere açan büyük hakan oldu.
Babası Çağrı Bey’in, kendisinden küçük olmasına rağmen kardeşi Tuğrul Bey’e sultanlığı bırakıp, kendisine bir ‘Bey’ ve ‘Bölgesel Sultan’ olarak en büyük desteği vermesindeki fedakârlığı teslim etmeden geçmeyelim.
Amcası Tuğrul Bey’den sonra 1063’te Selçuklu tahtına oturan Sultan Alparslan, kendisinden önce ‘tebaa’ olarak Bizans buyruğuna girmekte olan Türkmenleri, 1072’ye kadar süren kısa hükümdarlığı döneminde, ‘mülkün sahibi’ olarak Anadolu’ya yerleştirmenin yolunu açtı.
Anadolu bugün ‘Türkün ebedi yurdu’ haline geldiyse, bunda Sultan Alparslan ile amcası Sultan Tuğrul ve babası Çağrı Bey’in büyük emekleri, ileri görüşlülükleri, fedakârlıkları ve liderlikleri olduğunu unutmamak gerekiyor.
Evet, kendi dönemlerinde yeterince anlaşıldıklarını sanıyoruz. Fakat tarih, onları hak ettikleri yere oturtmuştur.
Başta da belirttiğim gibi; bu mevzu, bir köşe yazısına sığacak bir konu değil.
Kısmetse, bir sonraki yazımızda devam edelim.