Tam saha mücadele zamanı
Kaybedilen yerel seçimler sonrasında, iktidar kanadının hatalarına ve eksik bıraktıkları alanlara dair ‘etekten taş dökme’ yazılarımıza biraz ara veriyoruz. Sırası geldikçe bu meyanda üzerimize vazife olan kelamları edeceğiz.
Elbette niyetimiz; suratı kibirli, kalbi mühürlü, dili zehirli, ülkesine ve milletine düşman, bu ülkeyi yöneten ‘Lider’e ve Cumhur İttifakı'na muhalefet kılıfı altında, Türkiye’yi tarih sahnesinden indirmeye çalışan hainler güruhunun yaptığı gibi yıkıcılık değil.
Ayrıca, ‘destekçilikleri’ ile ‘kişisel kazanımları’ arasında orantı bulunan ve ciddi bir fırtınada gemiyi ilk terk edecek olan ‘profesyonellerden’ de değiliz.
Karıncanın, Hazreti İbrahim’i yakmaya çalışan Nemrut ateşine karşı, sadece safını belirleme gayesi güden idrakiyle… Taşıdığımız suyun miktarından ziyade, kendimizi nereye konumladığımızı önemseyerek yol yürüme derdindeyiz.
Tuttuğumuz yolda, ‘ne İsa’ya, ne Musa’ya’ olacağımızın da bilincindeyiz. Buna rağmen…
İTİDALİN DEMİ GEÇTİ
Evet, bir bakıma, öfke ve kararlılık yazısıdır, bu. Bilinerek okunmasını arzu ederiz.
İçimize sinmeyen bir şekilde neticelenen yerel seçimler, hükmünü icra etti ve geçti. Yüce Allah’ın takdir etmediği yaprak düşmez; hayırlı olan böylesiymiş…
Şimdi dizlediğimiz yerden kalkarak, üzerimizdeki tozları silkeleyip, yeniden oyun kurma vaktidir.
Başkan ve Devlet Ata’nın önünde iki yol var:
Ya seçimde ‘başarı’ (!) gösteren marazî tayfayla bir uzlaşı zemini arayacaklar… Tabii doğal olarak o tayfanın arkasındaki esas güç olan ABD ve saz arkadaşlarıyla da…
Veya gemileri yakıp, Türk Yüzyılının adımlarını, gereğinde vurup-kırarak atacaklar.
Bizim 30 yıldır tanıdığımız Başkan, ‘lider’ bir kişiliktir. O, günü kurtaracak basit, kişisel başarılara tenezzül etmez. Türk Milleti ve Devleti adına seçeceği yolun, zor ve fakat doğrusu olacağından kuşku duymuyoruz.
Esasen Lider ve ekibi, geride kalan süreçte, muhalif memnuniyetsizleri teskin ve memnun etme gayreti içeren çok sayıda girişimde bulundu. Defalarca zeytin dalı uzattı.
Peki, bunlar işe yaradı mı? Asla… Verilen tavizler, esnemeler, gönül alma çabaları bu tayfayı yatıştırmadı; tam tersine, mevzi kazanmışlık kibrine yöneltti.
Bu saatten sonra yapılması gereken, malum güruhun ciyaklamalarına aldırmadan, gerekiyorsa kafa-göz dağıtarak, yolu açmak ve yol almaktır.
SURİYE-IRAK OPERASYONLARI
Önümüzde, 4 yıllık seçimsiz bir dönem var. Sonrası içinse, Başkan’ın kişisel beklentisi olmadığını, bizzat kendi ağzından dinledik.
Yani? Seçim, oy, seçmen rızası, gönül alma, adam tavlama, zümrelere haksız da olsa bir şeyler verme… Bu tür kaygıların yeri de zemini de kalmamıştır.
Bu saatten sonra, tavizsiz ve Türk Devletinin ‘gerektiği zaman açığa çıkan’ kudretini ve demir yumruğunu herkese gösterecek sert politikalara ihtiyacımız var.
Ha, ‘gerektiği zaman açığa çıkan’ kudretin ne olduğunu merak edenler, 100 küsur sene önce, devletimizin dibe vurduğu zamanlarda bile icra gücünü gösterdiği; ‘Ermeni Tehciri’ ve ‘Lozan Rum Mübadelesi’ konularına bir göz atabilirler.
Şimdi… Ortaya konulacak bu yeni politikanın ilk strateji testi, muhtemelen Suriye ve Irak’ın kuzeyindeki terör varlığını sona erdirecek operasyonlar olacaktır.
İÇ İSTİKRAR: DAĞDAN BELEDİYEYE İNENLER SORUNU
ABD ve Avrupa destekli PKK/YPG/PYD/DAEŞ/DHKP-C ve benzeri bilumum terör yuvalarını tüm coğrafyamızdan temizleyip atmadıkça… Bu terör taşeronlarının elebaşlarının leşlerini çuvala doldurup, sahiplerine iade etmedikçe, bize bu topraklarda huzur ve rahat olmayacak.
Irak’ın ve Suriye’nin kuzeyinin yanısıra, ihtiyaç olan tüm topraklarda yürüteceğimiz süpür-bul-yok et harekâtları sırasında, içeride ‘mevzi kazandığını’ zanneden çakal takımı da rahat durmayacak.
Dolayısıyla, dışarıda ve içeride eli silahlı teröristleri imha operasyonları sürerken, dağdan inip belediyelerde koltuk kapmaya çalışan kravatlı eşkıyanın da kolu kanadı, amansız bir şekilde kırılmalıdır.
Biliyoruz; dışımızdaki düşmanlar ve içimizden devşirdikleri hainlerin bağırtıları arşa ulaşacak. Hiç birine aldırmaksızın yol almaktan başka seçeneğimiz yok. Dedik ya, itidalin demi geçti; şimdi kararlılık ve gereğini yapma vaktidir.
Van’daki mazbata tezgâhı bahanesiyle girişilen vahim denemenin muhtemel yeni sürümleri, İstanbul, Ankara, Adana, Mersin, İzmir başta olmak üzere, birçok şehirde denenecek.
Bu tarz ‘Gezi’ türü kalkışma denemeleri, kitle büyüklüğüne ve gelen gürültülerin şiddetine bakılmadan, şiddetle ezilmelidir.
Ve devlet olmanın gereği, şımaran herkese gösterilmelidir.
Kimse şunu aklından çıkarmasın: 1919’da Samsun’da başlayıp, 1922’de İzmir’de işgalcileri denize dökmemizle sonuçlanan mücadele ne idiyse, bugün verdiğimiz/vereceğimiz mücadele de odur.
Bu mücadele, önüne çıkan tüm ‘muhipler cemiyeti’ veya ‘teali cemiyeti’ namlı ihanet şebekelerini silindir gibi ezmek zorundadır.
Başarmaya mahkûmuz; aksi olursa, Moğol Bozkırı’na kadar yolumuz var.
İSRAİL TERÖR ÖRGÜTÜNÜN SON NAMUZSUZLUĞU
Yanılmıyorsam, İsrail’i ‘Terör Devleti’ değil de ‘Terör Örgütü’ olarak ilk adlandıran bu fakirdi. Hoş, devlet adına konuşanların ‘Terör Devleti İsrail’ tanımını yadırgamıyoruz; zira uluslararası alanda ‘tanıdığınız’ bir ‘devlet’e terör örgütü demeniz, biraz sıkıntılı iştir.
İşte bu İsrail namlı terör örgütü, en zalim savaşlarda bile yapılmaması gereken bir alçaklığa daha imza attı. HAMAS Siyasî Büro Şefi İsmail Haniye’nin 3 oğlunu ve 4 torununu, en küçük bir çatışma bile yokken, SİHA’dan attığı füzeyle katletti.
Kol bükerek masada ‘ikna etme’ amacına matuf bu şerefsizlik, sadece bir savaş suçu değil, aynı zamanda terör suçudur.
Türk Devleti ve onun istihbaratı, HAMAS’la işbirliği yapmak suretiyle, İsrail’i yöneten namussuzlara da aynı acıyı tattıracak karşılığı acilen vermelidir.
Neyi kastettiğimiz saklı değildir.
Bu iş uluslararası hukuk ve diplomatik nezaket meselesi olmaktan çıkmıştır.
Uluslararası hukuku ve barışı korumaya çalışmak sadece Türk Devletinin görevi değildir.