Şu öğrenilmiş çaresizliğimizden kurtulalım artık
Binlerce yıllık geçmişi olan, büyük bir milletiz. Devlet hafızamız da binlerce yıllık tecrübeyle oluştu. Etrafımızdaki bir yığın yapay devlet gibi başka ülkelerin ittirmesiyle sahneye çıkmadık. Yeryüzündeki ‘tarih yapan’ birkaç milletten biriyiz.
Türk Devletinin kadim bir ülküsü vardır. Biz buna ‘nizam-ı âlem davası’ diyoruz. Mevzuyu bilmeyenler, bu davanın, MHP etrafında şekillenen bir ‘hayal dünyası’ olduğunu sanıyor. Oysa nizam-ı âlem davası;
Metehan’ın Türk Devletini diriltişinde de vardı. Attila’nın Roma’nın üzerine bir kâbus gibi çökmesinde de vardı. Bilge Kağan’ın ‘Türk kimliğini’ kâmilen inşa edişinde de vardı.
Abdülkerim Satuk Buğra Han’ın Müslümanlıkla şereflenmesinde de vardı. Sultan Alparslan’ın Malazgirt’te Bizans’a diz çöktürmesinde de vardı.
Ertuğrul Gazi’nin, Moğol istilasıyla çöken Selçuklu’nun yerine Türk Devletini omuzlayacak 400 çadırlık obasını geleceğin büyük devletine hazırlanmasında da vardı.
Fatih Sultan Mehmet’in, İstanbul’u fethederek, Ortaçağ’ı sonlandırmasında da vardı.
Sultan Abdülhamit’in, ‘günbatımını yaşayan’ Türk Devletini yeniden ayağa kaldırma gayretlerinde de vardı.
Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün (ki, Batılılar kendisine ‘Bozkurt’ derler), çöken devletin hiç değilse ‘çekirdeğini’ yeniden tarih sahnesine çıkarma gayretlerinde de vardı.
Şehit Başbakan Adnan Menderes ve Şehit Cumhurbaşkanı Turgut Özal’ın kalkınma gayretlerinde de vardı.
Başbuğ Alparslan Türkeş’in, hiçbir siyasî makam hevesi gözetmeksizin, Türk Milletine sağlam bir özgüven ve Türk Devletine tarihî misyonuna uygun bir bakış açısı aşılamasında da vardı.
Merhum Başbakan Necmettin Erbakan’ın, ülkeye ve millete, manevî temeller üzerinde kalkınma ve sanayileşme iştahı yüklemesinde de vardı.
Ve nihayet, Türk Hakanı (evet, Hakan) Recep Tayyip Erdoğan’ın, Türk Devletinin bugün eriştiği gücü ve milletin direncini ‘en iyi hesap eden lider’ olarak, ülke ve millet menfaatine en etkili şekilde kullanmasında da var.
Devlet Ata’nın, en küçük bir süfli pazarlığa tenezzül etmeksizin, Ülkücü Hareketin gücünü, Türk Devletinin bekası ve dirilişi uğruna harekete geçirmesinde ve bu yolda eğilip bükülmeden dimdik durmasında da var.
GÜNLÜK SORUNLARA TAKILMAYALIM
Ekmek fiyatı şu oldu, et fiyatı o oldu, soğanın kilosu 30’a çıktı, emekli aylığı eridi, geçim zorlaştı, hayat pahalı…
Eyvallah… Bir emekli olarak ben de emeklilere haksızlık yapıldığını düşünüyor ve yazıyorum. Kira artışları konusunda, ev sahiplerine büyük bir haksızlık yapıldığı, bu konuda Başkan Erdoğan’ın yanlış bilgilendirildiği ve siyaseten kendi aleyhine olabilecek kararlara yönlendirildiği kanısındayım.
Evet, enflasyon çok yükseldi. Dar gelirli vatandaşlar büyük sıkıntı içine girdi.
Bunların hepsi, kısa ve orta vadede çözülmesi gereken ve inşallah çözülecek sorunlar.
Buralara takılıp kalırsak, geleceğimizi kaybederiz.
TÜRK DEVLETİ VE DEVAMLILIK
Biz biraz kafamızı kaldırıp, gözlerimizi ufka dikelim.
Devlet ve millet tarihimize baktığımızda, şöyle bir tablo görüyoruz: 300 yıllık, 500 yıllık, hatta daha fazla süreli yükseliş dönemlerimizin ardından, bir zeval, çöküş dönemi geldiğini görüyoruz.
Kurulup büyüyen, geniş coğrafyalara hâkim olan Türk Devleti, tarihî ülküsünün gereğini yerine getirdikten sonra bir duraklama, ardından gerileme ve nihayet çöküş süreci yaşamış hep.
Çöken devletimiz, kimi zaman çöktüğü topraklarda, bazen de başka diyarlarda yeniden doğup büyüyor. Mete Han ile Avrasya’ya hâkim olan Hun Türkleri, sonrasında Attila Han önderliğinde Batı Hun olarak, Avrupa’nın kalbine kadar uzandı.
Dağılan Türkleri 8. Yüzyılda yeniden toparlayıp, Türk Kimliğini billurlaştıran Bilge Kağan’ın liderliğindeki Göktürkler, Türk Devletine yeni bir nefes verdi.
Arada fetret devirleri de yaşandı. Karahanlı Hakanı Abdülkerim Satuk Buğra Han, 10. Yüzyıl ortalarında İslâmiyeti resmen kabul ederek, nizam-ı âlem davası yolunda Türk Devletine yeni bir istikamet çizdi.
Sultan Alparslan’la zirveyi yakalayan Selçuklu Türkleri, Kore Yarımadasından Adalar Denizi’ne kadar olan milyonlarca kilometrekarelik coğrafyayı, Türk hâkimiyeti altına aldı.
Moğol istilasının yıkımı altından, Osmanlı güneşi yükseldi; İstanbul’un fethiyle, Anadolu ve Rumeli ‘ebedî Türk vatanı’ haline geldi.
Emperyalistlerin 1096’daki Birinci Haçlı Seferi ile başlayan saldırıları, nihayet 1918’de tüm haçlıların birlikte kurguladığı ayak oyunlarıyla hedefine ulaştı; koskoca Devlet-i Âliye çökertildi.
Türk Milleti, 1919-1922 arasında, kalan son takatini de kullanarak başkaldırdı, Gazi Mustafa Kemal Paşa önderliğinde yeniden ayağa kalktı.
Dikkat ediniz!.. Hep ‘Türk Devleti’ diyorum. Çünkü, tarihî kayıtlarını daha net olarak bildiğimiz Hun Devletimizden bu yana, dava bayrağını yükselten tüm devletlerimiz birbirinin devamı ve hepsi ‘Türk Devleti’dir. Hanedan veya rejimin değişmesi, devletin kimliğini değiştirmez. Nokta…
KÖTÜMSERLİĞİ BIRAKALIM
Son 100 yılı, adeta bir nadas dönemi olarak geçirdik. Hem nüfus, hem ekonomi, hem moral olarak tükenmiş milletimiz yeniden ayağa kalktı. Nüfusumuz 13-14 milyondan 90 milyona yükseldi. Ekonomimiz, yüzlerce kat büyüyerek, bugün yıllık 1 trilyon dolar barajını aşar hale geldi. Bize, yıllar boyunca bir tek Kırıkkale marka çakaralmaz tabancayı münasip görenlere, bugün en fazla silah satan ülke haline geldik. İnsansız savaş araçlarımız, emperyalistlerin engelleme menzillerini aşarak, dünya genelinde rüştünü ispatladı. Onlarca yıldır engellenen petrol, doğalgaz ve nadir madenler arama çalışmalarımız, bugün yerli ve millî çabalarla sonuç vermeye başladı.
Hepsinden daha önemlisi… Türk Hakanı, dünyanın yaşadığı adaletsizlik ve sömürge düzeninin sonuna geldiğimizi, Birleşmiş Milletler Genel Kurulu kürsüsünden tam 10 yıldır, dünyanın kanını emen emperyalistlerin yüzüne karşı haykırıyor. Siz bakmayın, “Haykırıyor da ne oluyor? Büyük devletlerin umurunda mı?” diyen ‘ülküsüzlerin’ burun kıvırmasına. Onlar sanıyor ki, dünyanın düzeni, bir iki hamleyle ya değişir veya hiç değişmez. Oysa Türk Hakanının 10 yıllık, “Dünya 5’ten büyüktür!..” ve “Daha âdil bir dünya mümkündür!..” çıkışları, yeryüzündeki yalanın kabuğunu çoktan çatlattı bile. Eğer ömrümüz olursa, 10-20 yıl içinde, BM düzeninin de, bugünkü küresel emperyalist yapının da kökten değiştiğine tanık olacağız. Hatırlayalım, 1980’li yıllarda birileri çıkıp, “Sovyetler Birliği 10 yıl içinde dağılacak…” deseydi, bu söyleme ya ‘akademisyen fantezisi’ ya da ‘deli saçması’ yaftası vurulurdu.
Bizim tek bir sorunumuz var:
İçimizdeki devşirilmiş fakat etkili-yetkili konumlarda bulunan tayfanın bir bölümü ‘öğrenilmiş çaresizlik’ girdabından çıkamıyor; azınlık olan bir kısmı da bile isteye vatan hainliğine devam ediyor.
Aslında bu ‘bile isteye’ hainlerin nesebini de bir araştırmak lazım. Şahsen bugüne kadar, Türk ve Müslüman düşmanlığı yapan hiçbir ünlü ve etkili şahsın nesebinin düzgün olduğuna rastlamadım.