Siyaset mezarlığı
Siyaseti alt kademelerde yapan bir dostum, “Allah kimsenin geçimini seçimden vermesin!..” derdi.
Tabii ekonomik manada geçim söz konusuysa, bizim siyasî mevtaların, çok şükür öyle bir derdi yok. Eğer siyaset basamaklarını, milletvekili düzeyine kadar tırmanmışsanız, sonrasında devletimiz ne sizi ne de evladı ayalinizi aç ve açıkta bırakmaz.
Şaka bir yana, Türkiye’de siyaset yapmak pek de kolay bir uğraşı değildir. Bugün siyaseten çok yüksek bir konumda olan, yarın herkesin unutmasına terk edilmiş olabilir.
Bakınız, geçen sene bu zamanlar, CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu, seçim afişlerinde kendisini ‘Türkiye’nin 13. Cumhurbaşkanı’ diye takdim ediyordu. Tabii kocaman kocaman harflerle yazılan bu sıfatın son kelimesinin ardından, karınca duası puntolarıyla yazılmış ‘Adayı’ ibaresi de vardı. Ki, en azından hukukî olarak durumu kurtarıyordu.
Her ne kadar Kemal Bey, ‘gazlı sistemle’ faaliyet göstermese de, Cumhurbaşkanlığı seçimi öncesinde fena halde gaza gelmişti. Bunda, CHP medyasının şişirmeleri ve bazı anket şirketlerinin ‘beklentilere göre yaptığı’ uydurma anketlerin etkisi yadsınamaz.
Bir de yakın çevrenin verdiği gaz da yüksek oktanlı olsa gerekti.
Neticede Kemal Bey, henüz üzerinden bir yıl bile geçmeden, ‘13. Cumhurbaşkanı’ makamından, ‘mütekait siyasetçi’ derekesine tenzil eylemiş oldu.
Bugün Kemal Bey nerelerde? Gelen haberlere göre, 31 Mart’a ayarlı siyasî büro faaliyetleri Ankara’da halen devam etse de son bir ayda kapısını aşındıranların sayısı bir hayli azalmış.
Azimlidir Kemal Bey; öyle kolay kolay bırakmaz. Lakin bir de siyasetin/hayatın gerçekleri var. O gerçekler hepimizden daha azimlidir.
Dememiz o ki, bir zaman sonra Kemal Bey, toplumsal hayatımızda pek de hoş olmayan bir seda olarak, unutulup gidecek.
Sadece o mu? Acaba birkaç yıl sonra, Meral Akşener ismini, toplumun yüzde kaçı hatırlayacak?
Hakkında bir komedi-dram tarzında ve belgesel tadında bir film çekilse, inanıyorum ki fena gişe yapmaz.
Hemen aklınıza, merhum Kemal Sunal’ın ‘Zübük’ tiplemesi veya birçok filminde kıyısından köşesinden değinilen ‘kurnaz kasaba politikacısı’ silueti gelecektir. Benim öyle oluyor da…
İlk kadın Başbakanımız Tansu Çiller’in eteklerine tutunarak, Refahyol Hükümetinde İçişleri Bakanlığı makamına kadar gelen…
28 Şubat darbesinde ‘dik durduğunu’ zannettiğimiz; fakat ilerleyen yıllarda pek de öyle olmadığını yaşayarak öğrendiğimiz…
Şimdi çoğu ‘tabela partisi’ olmuş birçok partiye girip-çıkarak, kendisine siyasî ikbal aradığını bildiğimiz…
Tam da AK Parti’de kurucu üye olacakken, bir anda vazgeçip, direksiyonu MHP’ye kıran…
O günün şartlarında ve 28 Şubat’tan yanılsama bir anı olarak kalan ‘Asena’ sıfatı hürmetine MHP’de kabul gören…
Fakat siyaseten velinimeti olan Bilge Devlet Adamı Devlet Bahçeli’nin altını oymaya kalkışan…
FETÖ yargıçları desteğinde, kanunsuz kongreler toplamak suretiyle MHP’yi ele geçirmeye çalışan…
Beceremeyince, kendisine uyan bir avuç ‘Ülkücü varsayılan’ siyaset esnafıyla birlikte MHP’den ayrılıp İP’i kuran…
Olmayan Başbakanlık makamı için canhıraş bir mücadeleye girişen…
Başından beri ‘Kemal Beyi Aday Yapma Masası’ olduğunu ve altında da PKK’nın lök gibi çöreklendiğini bal gibi bildiği halde, 6 artı bilmemkaçlı masada, kendisinin ‘oyunkuran’ olduğunu vehmeden…
CHP içinde kendisine medyun, meftun, müteşekkir ve mahkûm olduğunu sandığı, aslında kendisinden çok daha kurnaz olan bazı siyasî figürleri, istediği zaman harekete geçirebileceği zehabına kapılmış…
Otoyolda keyifle ilerleyen birkaç sarhoşun havaya sıktığı mermilerden birisi, kör gibi gelip İl Başkanlığı binasına isabet ettiğinde, buradan ‘büyük siyaset’ devşirmeye kalkışan; TBMM çatısı altında kullandığı kürsüden, mermi kovanlarını sağa sola fırlatan…
Kürsü konuşmaları sırasında sinirlerine hâkim olamayıp, önüne gelene kalay basan…
Hatta sokakta kendisini kibarca eleştiren vatandaşların bile neredeyse gırtlağına yapışacak kadar hırçınlaşan…
Yanında ‘finansman faslından’ yürüyen bir müptezelin, şehit kardeşinin bacısına sinkaflı küfretmesi karşısında bile istifini bozmayan…
Yaptığı konuşma ve çizdiği yol yüzünden, sosyal medyada binlerce milliyetçi vatandaşın sinirlerini yerinden oynatıp, kendisine hakaret içeren paylaşımlar yapmalarını sağlayan; sonra da ‘akçeli işler avukatı’ olan ‘dinibütün siyaset mahallesinden’ Furkan Efendi marifetiyle, onlara ‘Deli Dumrul Salması’ salan…
Hâsılı kelam, gerçeklikle bağını tümden koparmış, bambaşka bir âlemde yaşayan bir siyasî figürden bahsediyoruz.
25 küsur seneye yayılmış olan bu siyasî hikâye, geçen zaman içinde bütün abukluğunu perdeleyebilmiş olsa da, Hanımefendinin siyasî hayatı bir sinema filmi haline getirildiğinde, ‘aslında ne olduğu’ çok iyi anlaşılacak.
Evet, Meral Hanım da artık siyaset mezarlığındaki yerini aldı.
Aklınıza takılmış olabilir; Masanın başka kibir abideleri de vardı. Hani, ülkeyi ‘imzaları olmadan yönetmenin mümkün olmadığını’ fehmeden zavallılar…
Hani, Türkiye’nin gururu olan savunma sanayisi firmalarına ‘dokunma’ hazırlığı yapan, ‘Kraliçenin uşakları’ tanımlamasına uygun tipler vardı.
Hani, 40 yıllık ‘ultralaik’ bir siyasetçiden, ‘Mücahit Kemal’ çıkarmayı başaracak kadar illüzyon ustası bir zat vardı. Bana sorulsa, Mücahit Kemal’den çok daha başarılı bir illüzyonu daha var ki; siyaset sahnesinde ‘mücahit’ rolü oynarken, sırtındaki cüppe ve başındaki sarık sayesinde ‘British kimliğini’ gizleme başarısıdır.
Sahi, onlar şimdi nerede? Şimdilik dönem sonuna kadar Meclisteler. Merak etmeyin, 2028’e kadar onların da hiç birinin adını hatırlamaz olacağız.
Cem Boyner…
İsmail Cem…
Rifat Serdaroğlu…
Hüsamettin Özkan…
Mesut Yılmaz…
Ve şu anda adını bile unuttuğumuz ‘operasyon siyasetçilerini’ hatırlayan yüzde kaç vatandaş çıkar ki?
İşte, Türk Siyaseti, yıldızlarını her daim parlatırken, lüzumsuz tipleri de çabucak unutturan bir mezarlıktır aynı zamanda…