Haymatlosun akıbeti
Kimse sorumluluğunu başka yerlere paslamaya çalışmasın. Düz konuşalım: Hain, hepimizi aldattı.
Acaba aldanmamak mümkün müydü? Şahsen cevabını veremediğim bir soru. Kendisini henüz çocuk yaştayken keşfeden ABD/CIA, 1962’den itibaren o haini hepimize damardan zerk etmiş. ‘Türk Milleti’ ve ‘Müslümanlık’ gibi iki temel değeri kendisine sıçrama tahtası yapmış.
Türkiye’de açtıkları okulları önemsemesek bile, dünyanın birçok ülkesinde açtıkları okulları, göğsümüz kabararak karşıladık. Afrika’nın kara çocuklarına okuttukları İstiklal Marşımız ve her yıl düzenlenen ‘Türkçe Olimpiyatları’ sırasında, Türkiye ve Türk Milleti adına sergilenen gösteriler hepimizin gözlerini yaşarttı.
ÇUVALDIZ KENDİMİZE
Başkalarına iğne batırmadan önce, çuvaldızı kendime batırayım. 1998 ile 2004 yılları arasında, gazeteci arkadaşım Hasan Yılmaz’la birlikte yaptığımız ve yaklaşık 35 ülkeyi kapsayan ‘Türk Dünyası Alan Araştırmaları’ sırasında, o yapıya ait belki 40’a yakın üniversite ve liseyi ziyaret ettik. Okul girişlerindeki Türk Bayrağı, Türkiye ve Atatürk Köşeleri göğsümüzü kabarttı. Oralarda görev yapan onlarca öğretmen ve yöneticiyle söyleşiler yaptık. Bu söyleşilerin bir kısmını, o dönem gezi/belgesel programı yaptığımız TV kanalında yayınladık.
Görüştüğümüz tüm öğretmen ve yöneticiler, aldıkları ücretlerin, Türkiye’deki öğretmen ücretlerinden dahi düşük olduğunu, fakat kendilerini ‘hizmete adadıkları’ için her türlü sıkıntıya bedelsiz olarak katlandıklarını anlattılar.
Okul açtıkları ülkelerde verdikleri ‘kaliteli eğitim’ sayesinde, oralardaki elitlerin ve devlet yöneticilerinin çocuklarını yetiştirdiklerini… Onlara Türkçe öğretip, Türkiye ve Türk Milleti sevgisi aşıladıklarını anlattılar.
Gözlerimiz dolup, yüreğimiz kabararak dinlediğimiz bu ‘hikâyeleri’, yazdığımız kitaplarda ve raporlarda anlattık. Devletin ilgili bölümlerine sunduğumuz raporlarda, Türk Devleti’nin, başta o yapı olmak üzere, diğer tüm sivil ve yumuşak güçleri iyi değerlendirmesi ve millet menfaatine yararlanması önerilerinde bulunduk.
KUTSALIMIZ İSTİSMAR EDİLDİ
Dedik ya; sahnedeki illüzyon, hepimizi damardan yakalayan millî duygularımız ve iman davamız üzerine kurgulanmıştı.
‘Hizmet’ adı altında ‘ihanet’ çukuru kazan… ‘Altın nesil’ söylemleriyle, bu milletin evlatlarından en az iki nesli heba eden, kendisine tabi olmasa bile sempati duyan milyonların cebine elini daldıran, ‘infak’ adı altında saf insanımızın trilyonlarca lirasını çalan, kurban kesme vaadiyle topladığı paraları dahi haram dolu kursaklarına indiren bu ihanet şebekesinin iç yüzünü ilk keşfeden tepe yönetici, Başkan Recep Tayyip Erdoğan oldu.
O dönem siyasî kulislere sızan bilgilere göre; ‘Cemaat’, 2011 Genel Seçimleri için Erdoğan’dan 100 milletvekillik kontenjan istedi. İşte o an Erdoğan’ın ‘dişine taş değdi’. Zira 100 vekil, AK Parti iktidarını istediği gibi yönlendirmeye veya hükümeti düşürmeye yetecek bir güç demekti. Elbette tecrübeli siyasetçi, o talebi karşılamadı. Sonradan gemiyi terk edenleri dikkate alırsak, muhtemelen 16-17 vekillik verildi.
HAİNLERE KARŞI SERT MÜCADELE
Fakat bir kere kuşku başlamış, cin şişeden çıkmıştı. Erdoğan, o ihanet şebekesiyle arasındaki mesafeyi giderek açan bir siyaset izlemeye başladı. İhanet şebekesi de olup bitenlerin farkındaydı.
Aradan 7-8 ay geçtikten sonra hainler, tam da Erdoğan ciddi bir ameliyata girecekken, 7 Şubat 2012’de MİT Başkanı Hakan Fidan’ı, tutuklamak amacıyla ifadeye çağırdı. Hayırlı bir tevafukla, Erdoğan’ın ameliyatı biraz gecikince, krizden haberdar oldu ve Hakan Fidan’a, savcıya gitmemesini, zorla götürme girişimine silahla karşılık vermesini talimatladı. Oysa Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, Hakan Fidan’a, “Ne var canım bunda? Devletin savcısı ifadeye çağırmış. Git ifadeni ver…” telkininde bulunmuştu. Bunun ‘niye’sini, ilerleyen süreçteki Abdullah Gül tavırları sayesinde gayet iyice anlamış olduk.
GEZİ KALKIŞMASINDA DA ONLAR
7 Şubat MİT krizini müteakip, kamuoyu hatta çoğu AK Partili haberdar olmasa da Erdoğan’ın ihanet şebekesiyle olan kavgası derinleşmeye başladı. Derken 2013 Mayıs’ında Gezi Parkı kalkışmasını köpürttü hainler. Masum başlayan eylemi kışkırtmak için, şebekeye bağlı kamu yöneticileri ve emniyette yuvalanmış hainler ne gerekiyorsa yaptı. Siyonistlerin kontrolündeki uluslararası medya da çoktan İstanbul’da konuşlanmış, yaşanacak terör eylemlerini, avuçlarını ovuşturarak izliyor, tüm dünyaya da iletiyordu.
POLİS/YARGI DARBESİNDEN MİT TIRLARI İHANETİNE
O badireyi de atlattık. Durmadılar… Düzmece evrak ve montajlı ses kayıtlarını kullanarak, 17-25 Aralık 2013’te, Hükümete karşı bir polis-yargı darbesi tezgâhladılar. CHP dâhil, tüm fırsat kollayan iç ve dış odaklar da kendilerine eşlik etti, destek oldu. Erdoğan’ın dirayeti, öngörüsü ve direnci sayesinde bunu da atlattı Türkiye.
İhanet örgütü artık gözünü karartmıştı. Hainlikte el yükseltti. 1 Ocak 2014’te Hatay’ın Kırıkhan ilçesinde, 19 Ocak 2014’te de Adana’nın Pozantı ilçesinde, Suriye’ye yardım taşıyan MİT tırları, ihanet şebekesine bağlı savcı ve jandarma personelinin kanundışı girişimiyle durduruldu. MİT personeline silah doğrultuldu. O anlar, ihanet şebekesinin haber ajansı kameraları üzerinden canlı yayınlandı. MİT’in, ‘Suriye’deki DEAŞ ve diğer terör örgütlerine silah sevkiyatı yaptığı’ yolundaki şerefsiz ve alçak iftirayı yaydılar. Amaç, Türkiye’yi Uluslararası Ceza Mahkemesi’nde ‘teröre destekten’ mahkûm ettirmek ve böylece Erdoğan’dan kurtulmaktı. Oysa MİT’in sevkiyatı, içeriği bir yana, Suriye’deki Türkmenlere ve muhtemelen Suriye Millî Ordusu’na gönderiliyordu.
Bu ihanet, artık bardağı taşırmıştı. İhanet şebekesi, kendi tabanında dahi MİT tırları ihanetini izah edemeyecekti.
PKK’YA GAMMAZ ŞEREFSİZLİĞİ
CIA/MOSSAD kontrolündeki ihanet şebekesi, PKK’yla işbirliğine giderek, 2015 yılı sonlarına doğru HDP elindeki belediyeler üzerinden çukur eylemlerini başlattı. Tam da o süreçte, ihanet şebekesinin ‘medya imamı’ Ekrem Dumanlı, garaj kapısından gizlice girdiği HDP Diyarbakır Belediyesinde, Başkan Gültan Kışanak’la gizli bir görüşme yapıyordu. Sonradan HDP elebaşılardan yapılan açıklamalarda, o görüşmede Dumanlı’nın, kendilerine ‘sicili bozuk/suçlu kişilerin listesini verdiği’ beyan edildi. Medyaya yansıtılamayan kulislerde ise, Dumanlı’nın, PKK içindeki MİT’çilerin listesini Kışanak’a teslim ettiği ve bir gecede, PKK’ya sızmış 60’tan fazla MİT elemanının infaz edildiği söylentileri dolaşıyordu.
MİLLETİN KAYA GİBİ İRADESİ
Artık ok yaydan tamamen çıkmıştı. 17/25 Aralık polis-yargı destekli darbe girişimi sonrasında, Millî Güvenlik Kurulu tarafından ‘Fetullahçı Terör Örgütü’ (FETÖ) olarak tanımlanan ihanet şebekesi, artık son hamlesini yapmak zorundaydı. 15 Temmuz 2016’da, TSK içine sızmış hainleri kullanarak. bir askerî darbe girişimine yeltendi. Sonucu hepimiz biliyoruz: Türk Milleti’nin kaya gibi sert iradesine toslayıp, kafaları gözleri dağıldı.
Elbette bu büyük ihanet, FETÖ hainlerinin devletten temizlenmesi için büyük bir fırsat sundu Türk Milletine. Dahası, açığa düşen onbinlerce FETÖ’cü hain, kaçak yollardan ülkeyi terk etti. O dönemdeki bazı yazılarımda, “Bu hainler, vatanı kaybetmenin ve vatansız haymatlos haline gelmenin nasıl bir acı olduğunu, yakın bir gelecekte anlamaya başlayacaklar…” anlamında ifadeler kullanmıştım.
HAYMATLOSUN AKIBETİ
Evet… FETÖ ihanet şebekesinin en tepedeki kuklası, kuklacının memleketinde, bir vatansız haymatlos olarak hayata veda etti. Cenaze ayini, örgüt tarafından alabildiğince gizli kapaklı yapmaya çalışıldı. Sızan bilgiler ve hainlerin ‘fetvacısı’nın itiraf gibi beyanlarına göre; baş hain, İslamî usullere göre gömülmedi. Ne salavat, ne tekbir getirildi o ayin sırasında. Hatta iddialara bakılırsa, bir Hıristiyan gibi, İncil’den pasajlar okunarak, tabutuyla birlikte kuyulandı. Geriye, tabutuna örtülen yeşil örtü üzerindeki, İsrail bayrağının da simgesi olan ‘Siyon Yıldızı’ kaldı akıllarda.
Hangi din üzere yaşadığı ve hangi din üzere gömüldüğü… Ve dahi Hak Divanında hakkında verilecek hüküm, bizlere gaip fakat Yaratıcımıza ayandır.
Ya Rab!... Türkiye’ye, Türk Milletine ve Ümmet-i Muhammed’e nice ihanetler ettiğini gördüğümüz o zata, mutlak adaletinin gereğince muamele eyle. Bir dönem aldanmış olsak da neticede biz onu ‘iyi bilmedik’ ve ‘hakkımızı helal etmiyoruz’.
Son sözümüz: Hepimizi aldattı. En hassas duygularımızdan ve imanımızdan cımbızla yakaladı bizleri. Hainlere, bile isteye alet olmasak da, ihanete zamanında engel olamayışımızın sorumluluğu hepimize aittir. O sorumluluğun tamamını, Başkan Erdoğan veya diğer devlet yöneticilerine yüklemeye hakkımız yok. Kişisel olarak nedametimi çeşitli vesilelerle ve de aha burada dile getirdim.
Yüce Rabbimiz taksiratımızı affetsin.