Ey Rifkin!.. Geldiysen ses ver…
Siyaset, bugün söyle yarın unut basitliği değildir.
Söyle ve unut, uzun vadeli bir politika olamaz. Nasılsa toplum hemen unutur kolaycılığı, siyasetçiyi bir yere götürmez.
Toplum hafızası, söyleneni unutmuş gibi görünür, fakat şuur altında birikenler, karar ânı gelince ortaya çıkar ve gereğini yapar.
Azıcık gerilere gidelim… 4 yıl önceki yerel seçimlere…
Kemal Bey uçuk uçuk vaatler sıralıyor. En anlaşılmazlarından birisi de, İç Anadolu’ya ambalaj kenti kurmak. Hesaba göre Kemal Bey, ismini açıklamak istemediği bir İç Anadolu şehrine büyük bir ambalaj kenti kuracak… Burada, yurt dışında doktora yapmış 15 bin genç çalıştıracak, Çin’den getirdiği ürünleri burada paketletip Azerbaycan’a satacak.
Tabi, Con Ahmet’in devridaim makinesi bile bundan daha mantıklıdır.
Bir kere, Türkiye’nin yurt dışında doktora yapmış kişi sayısı 500 civarında tahmin ediliyor. Kaldı 14 bin 500… Ha gayret… Tabi, yurt dışında doktora yapacak kadar donanımlı gençlerin, ambalaj yapmada nasıl çalıştırılacaklarını henüz açıklamadı Kemal Bey. Geçelim…
Son yerel seçim öncesindeki bir diğer uçuk vaat, başta İstanbul olmak üzere, kazandıkları şehirlerde her öğrenciye bedava yurt, bedava otobüs, üstüne de burs idi…
İstanbul’daki her haneye sabahleyin süt ve ekmek dağıtacaklardı. Tabi, İstanbul’daki 5 milyon civarındaki haneye, her gün kaç yüz bin personel ve araçla, nasıl ekmek-süt dağıtacaklarını açıklama ihtiyacı duymadılar. Kitlenin de böyle bir beklentisi yoktu. Sonuçta, aradan 4 yıl geçti, Ekrem İmamoğlu’nun kaç haneye ekmek ve süt dağıttığını anlayamadık.
Gerçi İstanbul’a uğramaya fırsatı olmuyor ya, belki Ongun sözcüsü bu konuda bilgi sahibidir.
Yoksul ailelere suyu bedava vereceklerdi, ne yaptıklarını bilmiyoruz.
Kemal Bey ve Ekrem Bey, 5 yıl içinde İstanbul’da 100 bin konutluk kentsel dönüşüm yapacaklardı. 4 yılın sonunda bin 400 konutun dönüştürüldüğü haberleri geliyor. Bu da insanlık için küçük olsa da, CHP kafası için büyük bir adımdır, tebrik ederiz.
Kemal Bey, Şanlıurfa Büyükşehir Belediyesi kendilerine verilirse, çiftçiye elektrik ve mazotu bedava ereceklerini, Harran Ovasını güneş panelleriyle donatıp, elektriği zaten bedavaya getireceklerini üfürdü.
(Çukurova, Ege, Antalya ve İç Anadolu çiftçisi bedava elektriği hak etmiyor olmalı ki, ellerindeki belediyelerin bu konuda bir adımı olmadı.)
Bundan önce de, her çiftçiye bedava traktör verecekti. Ki Özgür Özel küçük bir düzeltme (!) yapıp, ‘mesela dedik yani…’ mazeretiyle işi gargaraya getirdi.
Elbette CHP’nin çok aydın ve çok mühendis yancıları, “Sayın Başkanım, güneş enerjisi sistemlerinin sadece kurulumunun watt başına maliyeti 1 doların üzerinde tutar. Zaten şu anda bir şekilde elektriği bedavaya kullanan Urfalı çiftçilere yetecek güneş elektriği santrallerini kurmak için 50-60 milyar dolar para lazım. Londra’daki tefeciler bile bu işi finanse edemez… Lütfen biraz ufak atın, arkanızı toplayamıyoruz…” deme ihtiyacı duymadılar. Nasılsa kitle, tuvalet terliğine bile oy vermeye hazırdı…
EYYY RİFKİN…
Hatırlar mısınız, bir Jeremy Rifkin vardı. Hani 5-6 ay önce Kemal Bey, “Ey dünya!... Bekle, seninle rekabete geliyorum…” efelenmesiyle gündemimize sokmuştu.
Rifkin efendi, bizim gibi henüz kalkınmamış ülkelerin sanayileşmesini ve gelişmesini durdurmak için uydurulmuş bir kapitalist teori olan, ‘Yeşil Ekonomi’ diye bir palavranın teorisyenlerinden oluyor…
Özetle diyor ki:
“Siz geri kalmış ülkeler, boşuna sanayileşmeye filan çalışmayın. Hani bizim gibi gelişmiş ülkeler o yolları yürüdü, ama sizin yürümenize gerek yok. Havayı suyu biz yeterince kirletiyoruz, sizin kirletmenize gerek yok. Şöyle düşük düzeyli, ıvır-zıvır şeyler üretecek sanayi sizlere yeterli. Biz ona Yeşil Ekonomi diyoruz…”
Sonra bir de Daron Acemoğlu diye birisi vardı. Onlar dışarıdan… Bir de, Hakan Kara ve Refet Gürkaynak gibi içeriden danışmalar temin etmişti Kemal Bey…
Salona topladıkları kalabalığa, şöyle deliksiz bir uyku seansı çektirmişlerdi, üniversite amfisinde akademik seminer verir kıvamında yaptıkları, grafikli-tablolu sunumlarla…
Ha bir de, bizim gibi cahil toplum kesimleri, sayelerinde teknolojiyle tanışmıştı. Türkiye’ye gelmeye tenezzül buyurmayan Rifkin ve Daron efendiler, ‘Yirminci Yüzyıla Çağrı Buluşması’na Skype üzerinden canlı bağlantı kurarak, bizlere teknolojinin ne olduğunu göstermişlerdi. Sonra da Kemal Bey, ‘millet teknolojiyle tanışsın diye’, danışmanlarını salona getirmeyip, görüntülü bağlantı kurduklarını söylemişti.
(Merak ettim, Kemal Bey akşam eve varınca, torunu kendisine tuhaf tuhaf bakıp, “Yahu dede, seni her gün görüntülü aradığım WhatsApp’ı da mı hâlâ anlayamadın. Ne teknolojisinden bahsediyorsun? Hangi devirde yaşıyorsun?” diye sormuş mudur?)
Kılıçdaroğlu, 3 Aralık 2022’deki bu ucuz sahne şovunda, ‘danışmanı’ olarak duyurduğu bu toplama ekibin, bilhassa her biri farklı ülkelerde olması hasebiyle, birisi uyurken diğerleri uyanık kalmak suretiyle, 7 gün 24 saat ‘ülkelerinin hizmetinde’ olacaklarını söylemişti.
Tabi, Jeremy veya Daron’un nereyi kendi ülkeleri saydıklarını öğrenemedik.
Aradan ayar geçti, seçime birkaç gün kaldı, ne Jeremy ne de Daron, hatta ikametleri Türkiye’de olan danışmanlar bile ortalıkta görünmüyor.
Anlaşılan ‘ülkeleri için çalışmaya’ öylesine dalmışlar ki, şunun şurasında seçime günler kalmışken bile Kılıçdaroğlu’nun konuşma kürsülerinde tespih tanesi gibi sıralanmıyorlar.
Eh, Kemal Bey de onların yerine Ekrem İmamoğlu ve Mansur Yavaş’la idare ediyor.
Kemal Bey’in bir değirmeni var; her şeyi öğütüyor. Hatta öğütmekle kalmıyor, moleküllerini bile yok ediyor. Ve günün sonunda, kimse Kemal Bey’e, “Sayın Başkanım, daha dün bunca adamdan söz ettik, büyük büyük vaatler sıraladık. Şimdi ortada hiçbir şey yok. Nereye gidiyor tüm bunlar?” diye sormuyor, soramıyor.
Muhalefetin bir numara küçük ortağı ise, Meclis kürsüsünden mermi kovanı saçıyor, öfkeden deliye dönüyor, kin kusuyor, aday listelerinde evlatlarını doğruyor.
Reis’i beğenmeyip CHP listelerine sığınan Kolejli ile Kibir Abidesi ise, sığıntılığın utancından olsa gerek, bugünlerde dillerini yutmuş gibiler.
Ayasofya’yı yeniden müzeye çevirme fikrini diliyle dudağı arasında geveleyen Hacı Molla Efendi ise; İHA, SİHA ve diğer savunma sanayisi ürünlerine çamur atarak, kin kusmakla meşgul.
Yazık ki ne yazık!... Türkiye böyle bir muhalefeti hak etmiyor.
Ya bir de bu kafadaki zevat ülkeyi yönetme yetkisini ele geçirirse…
Az kaldı… 15 Mayıs’tan itibaren Türkiye tüm bu sakilliklerden kurtulacak inşallah.