Domuzların adaleti (!)

Nihat Kaşıkcı

Nihat Kaşıkcı

Tüm Yazıları

Merhum üstat Necip Fazıl Kısakürek, Batı sisteminin Birleşmiş Milletler ekseninde kurduğu adaletsiz ve hukuksuz dünya düzenini, ‘Domuzlar Diktatoryası’ diye nitelendirmişti.

Eğer bugün hayatta olsaydı, yeryüzü hâkimiyetini elinde bulunduran adaletsiz emperyalistlerin haksız-hukuksuz düzenine, kim bilir daha ne sıfatlar yakıştırırdı.

Gazze’de 2 milyonu aşkın bir Filistinli nüfus, terör devleti İsrail tarafından daracık bir alana sıkıştırılmış. Senelerdir adeta bir açıkhava hapishanesinde yaşamaya mahkûm edilen o milyonlar, her türlü insanî yaşam şartlarının uzağında tutuluyor. Yetmiyor, terör devleti İsrail, canı sıkıldıkça bu halkın kafasına bomba yağdırıyor. Sivil halk demeden, kadın-çocuk-yaşlı demeden, önüne geleni katlediyor, o katiller sürüsü.

Nihayet bu halkın içinden silahlı bir grup çıkıyor, İsrail’e “Yeter artık!..” dercesine, adeta bir intihar saldırısı yapıyor.

Silahlı düşmanlarıyla mücadeleye yüreği yetmeyen terör devleti İsrail’in verdiği karşılık ise; senelerdir hayatlarını zehir ettiği masum sivillerin başlarına bomba yağdırmak oluyor. Gazze’deki bütün binaları, ağır bombardımanla yerle bir ediyor. Cankurtaranları bile bombalıyor.

Hadi, bu terör devletinin tıynetini biliyoruz. Tıynetine yakışanı yapıyor?

Peki, dünyanın güçlü, hâkim, zengin, rahatı yerinde olanlarına ne oluyor? Uluslararası kurumları, güya insanî kuruluşları ve resmî devlet ağızlarıyla, hep birden koro halinde başladılar: “İsrail’in güvenliği… İsrail’in kendini savunma hakkı… Sivil İsrailliler ölüyor…”

İyi de Filistin halkı 75 senedir sistemli bir şekilde katlediliyor. Gazze’de plajdaki çoluk-çocuk İsrail uçaklarından atılan bombalarla katledildi. Terör devleti İsrail, Filistinli çocukları, kafasını-kolunu taşla ezerek öldürüyor. Yaptığı zulümleri protesto eden sivil halkın üzerine gerçek mermilerle ateş ediyor.

Bunca zulüm, yeryüzü hâkimiyetini elinde bulunduran domuzların adaletine sığıyor da, Hamas’ın isyan ateşi saldırılarında ölen üç-beş Yahudi sivilin ölümü, milyonlarca sivil Müslümanın katledilmesini dahi unutturuyor.

Birleşmiş Milletler’den Avrupa Birliği yönetimlerine kadar, yeryüzündeki fesattan sorumlu tüm kuruluşlar, İsrail’in safında boncuk gibi sıralandı.

Dünyadaki tüm zulümlerin yüzde 70’inden tek başına sorumlu olan ABD, sanki ihtiyaç varmış gibi, İsrail’e destek amaçlı savaş gemileri göndermekten söz ediyor. Öyle ya, Hamas’ın devasa donanması (!), zavallı İsrail’i (!) denizden kuşatmış, habire topa tutuyor…

ABD ve AB’yi yöneten Yahudi aklının, bir yandan Filistinlileri katlederken, diğer taraftan bütün bir Müslüman dünyaya gözdağı vermeyi hedeflediğini anlamıyor değiliz.

Oynanan büyük satrancı doğru değerlendirirsek, tabloda çok büyük ve tehlikeli bir Anglosakson tezgâhı bulunduğunu görmek zor değil.

Roma İmparatorluğu’nun tüm Avrasya ve Ortadoğu’ya hâkim olduğu zamanlardan bu yana, Hıristiyan dünyası ile Yahudiler arasında sürekli bir kavga yaşandı. Yahudiler, yaşadıkları tüm coğrafyaları, ülkeleri, toplumları fesada boğup, özellikle ekonomik bakımdan sömürmeye ve çökertmeye gayret ederken; Hıristiyan toplumlardan ve devletlerden gördükleri karşılık da hep katliam ve sürgün oldu.

Yahudileri, aslında çoğu zaman kendi kötücüllükleri yüzünden muhatap oldukları Hıristiyan zulümlerinden kurtaran da hep Müslüman dünya olmuş.

16. yüzyıl sonundan itibaren İspanya’daki katliamlardan kaçan Yahudileri, biz Müslüman Türkler bağrımıza bastık, yer-yurt verdik.

Daha geçen yüzyılda Avrupa’nın göbeğinde, gaz odalarında ve fabrika fırınlarında katledilmek istenen yüzbinlerce Yahudiyi yine Müslüman dünya himaye etmeye çalıştı.

Ortada çıplak bir gerçek vardı: Hıristiyan Batı, kendisinin ‘Yahudi sorunundan’ temelli kurtulmayı kafasına koymuştu. Bunu yaparken, aynı zamanda Müslüman dünyanın da başına esaslı bir bela sarmayı hesaba dâhil ettiler.

Sonuçta, Osmanlı toprağı olan Filistin’e, Kudüs’e göz diktiler. Bir taşla birkaç kuş vurmak bu olsa gerektir. Yahudiye ‘arz-ı mevudu’, güya Yüce Allah’ın kendilerine ‘vadettiği’ toprakları, Müslümanların kesesinden ikram ettiler. Müslümanlara ise Yahudi zulmü altında inim inim inlemek düştü.

Böylece Avrupa ve diğer Hıristiyan Batılılar, kendi Yahudilerini yavaş yavaş ‘vadedilmiş topraklarına’ (!) postalayarak, içlerindeki kılçıklardan kurtuluyorlardı.

Tezgâh böyle kurulunca, milyonlarca Filistinli Müslümanın katledilmesini sessizce seyredenlerin, zulme başkaldıran halkın isyanına verdikleri adaletsiz tepkilere de şaşırmamak gerekiyor.

Domuzların adaleti (!) böyle bir şey işte…

Bu zulüm düzeni, Müslüman Türk Milleti gücünü-kuvvetini toparlayıncaya…

Önce Türk Dünyası birlik olup; bütün İslam âlemi de bu Türk Birliği’nin etrafında kenetleninceye kadar sürüp gider.

Doğrusunu Allah bilir; Müslüman dünyanın maruz kaldığı zulüm düzeninin en koyu karanlığını yaşadığımız bu zamanlarda, Müslüman Türk Milletinin, Nizam-ı Âlem bayrağını yükseltmeye başladığını da görmekteyiz.

O bayrağın yükselmesi, sadece Müslüman dünyanın değil, Hıristiyan ve Yahudi dünyasının da kurtuluşu olacaktır.

İnşallah nurun şafağının, zulmün karanlığını silmesi yakındır.