Devlet Aklı ve kararı

Nihat Kaşıkcı

Nihat Kaşıkcı

Tüm Yazıları

MHP Genel Başkanı, Bilge Lider Dr. Devlet Bahçeli ilk defa partisinin TBMM Grup Toplantısında çağrı yaptığında, teröre müzahir siyasetçiler şaşkınlık yaşarken; bizim mahallenin sakinleri de meseleyi nereye oturtacağını bilememişti.

Evet, açıklayan ve açıklananın niteliği zaten çok önemliydi. Dr. Devlet Bahçeli gibi, ‘taviz vermez bir Ülkücü’, ülkemizin 40 yıldır maruz bırakıldığı terörün bir numaralı sorumlusunun, hem de TBMM çatısı altında konuşmasını ve PKK’nın lağvedildiğini açıklamasını teklif ediyordu.

PKK’nın siyasî uzantısı DEM Partisi, ilk anda yaşadığı şaşkınlığın ardından, dağdan gelen kaş-göz belertmenin de korkusuyla, Dr. Bahçeli’nin çağrısına karşı cephe alır bir görüntü vermeye başladı. Zaten aksini de beklemezdik.

AKŞAMDAN SABAHA ALINMIŞ BİR KARAR DEĞİL

Bizi esas ilgilendiren, milliyetçi-muhafazakâr kimlikli mahallelerden gelecek yankılardı. Yani bizim mahalleler… Siyaseti ‘tekke kültürü’ zaviyesinden gören iyi niyetlilerimiz, konuya duygusal boyutuyla dalış yaptı. Onlara göre; bebek katili, terör elebaşı, idam mahkûmu bir mahlûk, nasıl olur da TBMM gibi yüce bir çatının altında konuşma yapabilirdi. Ki, konuşacağı konu, terör örgütünün tasfiyesini duyurmak olsa bile…

Cumhur’un AK Parti kanadına yakın bazı ‘kaygıseverler’ ise, Dr. Bahçeli’nin, Başkan Recep Tayyip Erdoğan’dan habersiz, deyim yerindeyse ‘kendi kafasına göre’ açıklama yaptığına dair temelsiz yorumlarda bulundu.

Oysa bilinmesi gereken; Dr. Bahçeli gibi, devleti ve milleti çok iyi tanıyan ve kişiliği en küçük tavizi bile kaldırmayacak keskinlikte olan bir liderin, ülkenin geleceğini birebir etkileyecek böylesi bir konuda ‘boş konuşmayacağı’ idi. Daha açık söyleyelim: Dr. Bahçeli’nin çağrısı, akşam karar verilip de sabah beyan edilmiş bir öneri değildir. Tam tersine, Türk Devlet Aklı’nın, muhtemelen üzerinde çok uzun süredir çalıştığı ve altını doldurduğu, kapsamlı bir hamledir.

Dahası, bu hamlenin sonraki adımları da iyice hesaplanmış, ortaya çıkacak sonuçlara göre, birden fazla senaryo/seçenek hazırlanmıştır.

TOPTAN İMHA SÜRECİ

Türk Devleti, bir yandan PKK terör örgütüne ‘son şans’ çağrısı yaparken; DEM’lilere ‘artık seçiminizi yapın’ restini çekmiş; PKK ve siyasî temsilcilerine müzahir sosyolojiye de ‘benden bu kadar’ mesajını vermiştir. Yani bundan sonrasında sahada yaşanacakların ağır sonuçlarından, Türk Devleti sorumlu tutulamaz.

Yaşanacaklar; terör örgütünün, tüm elemanları ve yapılanmalarıyla birlikte toptan imhası olacaktır. Yani vurulan pençenin ardından tüm kilitler kapanacak, terörde ısrar edenler sarı torbaya girecek. Bu hedef için Irak’ın Kuzeyindeki siyasî ve askerî denklem kuruldu. Kuvvetle muhtemeldir ki, Suriye’nin Kuzeyi için de her an ciddi gelişmeler olabilir.

RİSKLER ve FIRSATLAR

Tam da bu noktada, ABD ve yancılarının, İsrail’i koçbaşı gibi kullanarak, Ortadoğu’da oluşturduğu bulanık hava, Türkiye’nin bölge politikaları için ciddi riskler oluşturduğu gibi; aynı zamanda altın fırsatlar da sağlayabilir.

Biraz daha açalım: İsrail’in 13 aydır Gazze ve Lübnan’da yürüttüğü katliam ile ABD ve şürekâsının Doğu Akdeniz ve bölge ülkelerine yaptığı askerî yığınak, Türkiye dâhil tüm coğrafyamız için büyük risk oluşturuyor. Madalyonun öbür yüzünde ise; Türkiye’nin Suriye politikasının, bu kez rejimin tepesindeki Beşşar Esat ile birlikte hayata geçirilmesi fırsatı yer alıyor.

Türk Diplomasisi, dönemin Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu’nun aceleci ve hesapsız-kitapsız çıkışlarının Suriye bağlamında doğurduğu hataları büyük ölçüde toparladı. Elbette çıkan fatura büyük. Bununla birlikte, bölgedeki İsrail tehdidi, bugüne kadar ayağında top çeviren ve ülkesinin parçalanmasını umursamayan Beşşar Esat’ı, Türkiye ile işbirliğine zorluyor. Çünkü Esat ve Suriye’nin başka çıkış yolu yok.

NE İRAN NE RUSYA

İsrail’in Lübnan’dan sonraki hedef tahtası Suriye. Bu açık ve net olarak görünüyor. Bu noktada ne İran’ın ne de Rusya’nın Suriye’ye kol-kanat germesi mümkün değil. İran, doğrudan kendisine yapılan saldırılara dahi hak ettiği karşılığı vermekten aciz durumda. Rusya ise, Şam da dâhil birçok Suriye kentine yapılan İsrail saldırıları karşısında, hava savunma sistemlerini dahi çalıştırmadı.

Dolayısıyla Esat, Türkiye’nin bölge politikalarına direnecek halde değil. Türkiye’nin, Irak Merkezî Hükümeti ve Kuzeydeki Bölgesel Barzani yönetimiyle birlikte yapmaya hazırlandığı ‘terörü süpürme harekâtı’ başladığında, Suriye rejimi için, Türkiye ve Irak’la iş birliği dışında bir seçenek kalmayacak.

CESUR HAMLE

İşte Dr. Devlet Bahçeli’nin, üstelik arkasında durduğunu tekraren belirttiği cümleleriyle duyurusu yapılan, terör örgütünün lağvedilmesi çağrısı, Türk Devlet Aklı’ın kuyumcu terazisinde tartarak formülleştirdiği cesur bir hamledir. Bu hamle, devletimizin Irak’ın Kuzeyi ve Suriye için oluşturduğu siyaset ve stratejilerden bağımsız değil; onların tamamlayıcısıdır.

Bundan sonrası için top, DEM Partisi ve ona oy veren sosyolojinin sahasındadır. Türk Devleti, hem terörü bitirecek ve hem de demokratik siyasetin yolunu açmak suretiyle DEM Partisi ve tabanını ‘terörden özgürleştirecek’ bir kapı aralamıştır.

Aslında bu kapı, terör baronları için de ‘hayatta kalabilmek adına’ son şans niteliğindedir. Bu kapıya direnmenin bedeli ise, ‘sarı torba’dan başka bir şey olmayacaktır.