Bunlar çöküş alameti değilse nedir?
Son 200 yıldır gözümüzde fazla büyütmüşüz bunları. Sömürerek semirttikleri iri cüsselerine bakarak, bu benciller güruhunu ‘medeniyet’ zannetmişiz.
Evet… Çaldılar, çırptılar, sömürdüler… Gariban ülkelerin yalnızca doğal kaynaklarını değil, insanını da çaldılar. Genç, sağlıklı, güçlü-kuvvetli olan nüfusu köle olarak götürdüler; geride kalanları açlığa, sefalete ve ölüme terk ettiler.
Şimdi Akdeniz dolusu tabutlarla geliyor, yaptıkları kötülüklerin faturası.
Afrika’nın yoksul ve çaresiz insanları, azıcık tutunacak bir dal bulduğunda, Fransa’nın da ABD’nin de kirli ayaklarını kesiyor, ülkesinin temiz topraklarından.
İşte Türkiye’nin Afrika’ya son 20 yıldır sabırla yaptığı ‘kardeşlik yatırımları’, şımarık sömürgen-kemirgenlerin Karakıta’dan defedilmesinin taşlarını döşemiş durumda.
Devlet-i Âliye’nin bizzat Batılı emperyalistlerin kurguladıkları oyunlar yüzünden gerilemeye yüz tutmasıyla hayranı olduğumuz Batı Medeniyetinin (!) hal-i pürmelaline, güncel olaylar üzerinden bir göz atalım:
FETİH DEĞİL İŞGAL PEŞİNDE OLDULAR
Rusya’yı yormak adına, Ukrayna yem yapıldı. ABD’nin kuyruğundan ayrılamayan Kıta Avrupası ülkeleri, Rusya niyetine kendi ayaklarına sıkmış, sürekli topallıyor.
Siyonist köpeklerle sapkın Evangelistler, İsrail adlı terör örgütü üzerinden Gazzeli mazlumlara abanıyor. İskender saldırganlığı ve Moğol istilası sırasında yaşananlardan çok daha ağır bir soykırım yapılıyor, Filistin topraklarında.
Başka ülkeleri sömürmeyi, soymayı bir ‘meziyet’ sanan gözü dönmüş emperyalistler, daha ‘fetih’ ile ‘işgal’ arasındaki farkı dahi idrak etmekten acizler. Pazı gücüne güvenerek vurup kırmayı, ülkelerin servetine çökmeyi ‘başarı’ sayıyorlar.
Bilselerdi ki ‘Fetih’; insanların gönlünü kendilerine açmak, getirecekleri yeni ve daha iyi toplumsal düzeni kabule hazırlamaktır…
Ama bilmezler. Çünkü onların lügatinde; ‘yaşamak için yaşat’ değil; ‘yaşamak için öldür’ diye yazar. Bu yüzden Darvin gibi kuru gürültülü, sahte bilim insanları çıkarmışlar… Sonra da genetiklerine işlemiş olan zulüm düzenini, ‘doğal seleksiyon’ diye ambalajlamışlar.
Varıp ülkeleri işgal etmeyi, vurup-kırıp soymayı, çalıp-çırpmayı marifet sayıyorlar.
Oysa azıcık kafalarını kaldırsalar, zulmettikleri insanların yerine bir an için kendilerini koysalar… Nihayetinde, karşılarındakinin de ‘insan’ olduğunu anlasalar…
İşte o zaman ‘daha âdil bir dünya mümkün’ olur.
Belki Ukrayna’yı, kışkırttıkları Rusya üzerinden bir ‘haklılık’ zeminine uydururlar. Gazze’de ise mızrak çuvala sığmıyor. Hamas’ı ‘terör örgütü’ diye niteleyip, güya ‘İsrail’in güvenliğini sağlama’ ayaklarına yatmaları, 2.3 milyon sivilin üzerine durmaksızın bombalar yağdırıp, her gün ortalama 200 masum sivili katletmelerini aklamıyor.
Evet… Batının medeniyet düşmanları Gazze’deki imtihanı kaybetti; takkeler düştü, keller sırıttı.
EMPERYALİSTLERİN ÇÖKÜŞÜ
Zulmün içimize yerleştirdiği derin acıyı bir an unutup, önümüzden akıp giden zaman sahnesine baktığımızda, aslında Siyonist-Evangelist alçaklıklar üzerine kurulmuş bulunan Batı emperyalizminin çöküşünü görüyoruz.
Zulümle abat olunmaz, olunmuyor. Üretip de bizim gibi ülkeleri uyutmak-teskin etmek için pazarladıkları ‘değerler manzumesini’ ayaklar altına aldılar. Tıpkı Cahiliye Araplarının, tapınmak için helvadan yaptıkları putlarını acıktıkları zaman yemeleri gibi.
100 küsur senedir, iki büyük savaşı müteakip ‘uluslararası düzen’ (!) kurdular. Daha kuruluş aşamasından itibaren hak ve adaleti ayaklar altına aldılar. 200’e yakın ülkenin ve bütün dünyanın kaderini, o dönemin 5 güçlü ülkesinin avuçlarına terk ettiler. Gasp ettikleri yetkiyi, hırsız feneri gibi kullandılar; işlerine gelen yeri aydınlatıp, gerisini karanlıkta bıraktılar.
Sonunda varıp duvara tosladılar.
Gazze’de yaşanan soykırım karşısında ne Birleşmiş Milletler, ne Uluslararası Adalet Divanı, ne de diğer beynelmilel kuruluşlar bir şey yapabiliyor. Bırakın vahşeti durdurmayı, kendi personelini bile koruyamıyorlar. Gazze’de geride kalan 9 ayda, 200’e yakın Birleşmiş Milletler personeli, İsrail tarafından bile isteye katledildi. Yine İsrail terör örgütünün öldürdüğü gazeteci sayısı ise 170’i buldu.
Bunca alçaklıkla yetinmeyen İsrail terör örgütü, şimdi de BM Filistinli Mültecilere Yardım Kuruluşunu (UNRWA) ‘terör örgütü’ saymak için yasa çıkarıyor.
Uluslararası Adalet Divanı, son aldığı kararla İsrail’in Filistin topraklarında ‘işgalci’ olduğunu ve Filistinlilere karşı ayrımcılık yaptığını teyit ederek, işgali sonlandırmasına ve Filistinlilere tazminat ödemesine karar verdi. Karar güzel de ortada bunu uygulayacak bir kuruluş ve yaptırım gücü yok.
Döndük yine başa… Güya bunca uluslararası kuruluş, dünyada barış, adalet ve huzuru tesis için kurulmuştu… Geçiniz…
TERÖR BARONUNA KAHRAMAN MUAMELESİ
İri emperyalistler, kıldan tüyden gerekçelerle mazlum toplumların üzerine çullanırken, İsrail adlı terör örgütünün çetebaşı Netanyahu, ABD parlamentosuna onur konuğu olarak davet ediliyor.
ABD’nin rakip başkan adayları, İsrail’e ve Siyonizm'e köle olmak için adeta birbiriyle yarışıyor.
Donald Trump’ın kazanacağını öngören ‘egemenler’, onu ortadan kaldırmak için suikast düzenliyor. Olmayınca, ittire-kaktıra Demokratların Başkan Adayı yaptıkları bunak Joe Biden’i, bir saray darbesiyle adaylıktan iskat ediyor; yerine Kamala Harris’i itekliyor.
Gücün azgınlaştırdığı medeniyetsiz Batı, freni boşalmış kamyon gibi, kaçınılmaz akıbetine doğru yol alıyor.
Kimse de çıkıp bu egemenlere, bir bunağı tekrar başkan yapmak için niye bunca ısrar ettiklerini sormuyor.
Aslında her şey gün gibi ortada duruyor. Bakmasını bilen görüyor, okumasını bilen okuyor.
Tüm bu olup bitenler, ‘Batı’ denilen medeniyet düşmanlığının çöküşünün işaretleri değilse nedir? Medeniyetlerin çöküşü, adaleti yerlere serip, zulmü ayyuka çıkarılmalarıyla zuhur eder.
Aslında onlar hep böyleydi. Haksız, adaletsiz, görgüsüz ve öngörüsüz... Sorun sadece bizim onları bir halt sanmamızdı.
İnşallah yaşanan bunca zulüm, başta Türk-İslam Âlemi olmak üzere, tüm dünya mazlumlarının uyanışını kemale erdirir ve kurtuluşlarına vesile olur.