Anlamsız manifesto

Nihat Kaşıkcı

Nihat Kaşıkcı

Tüm Yazıları

Dünya ağır sorunlarla boğuşuyor.

Rusya-Ukrayna savaşı, Üçüncü Dünya Savaşına evrilme belirtileri gösteriyor.

ABD, bu savaş üzerinden, aslında Avrupa Birliği ülkelerine karşı baskılayıcı, hizaya getirici bir siyaset yürütüyor.

ABD-Çin savaşı, ekonomik ve sinir harbi formunda devam ediyor.

Çin, Asya ve Afrika’da kendisine ekonomik ve siyasî yayılma alanları oluşturuyor.

Hindistan, ABD tarafından Çin’e karşı payanda edinmeye çalışılıyor.

NATO Liderler Zirvesi için gün sayılıyor.

Fransa, geride kalan birkaç yüzyıldaki sömürgeci geçmişinin faturasıyla yüzleşiyor.

Asırlardır sömürülen Afrika’nın zayıf fakat onurlu ülkeleri, başta Fransa olmak üzere, kendilerini sömüren emperyalistlere kafa tutmaya başladı.

Güney sınırlarımızda dayatılan yapay terör devleti oluşumuna karşı mücadelemiz, hem sıcak takip hem de diplomasi boyutuyla sürüyor.

Türkiye bir yandan da, son 200 yıldır içine hapsedildiği cendereden kurtulmak, doğal gücüne ve sınırlarına doğru yol almak için müthiş bir gayret gösteriyor. Üstelik, dışarıdan ve içeriden yürütülen engelleyici, hatta yıkıcı çabalara rağmen…

Güney Amerika’nın, doğal kaynakları zengin ve fakat kendileri fakirliğe mahkûm edilmiş ülkeleri, hem ABD boyunduruğundan hem de fakirlik sarmalından kurtulabilmek için mücadele veriyor.

Velhasıl, biz de dâhil olmak üzere tüm dünya, 20. Yüzyıl ve 21. Yüzyıl arasında sıkışmış vaziyette, ağır meselelerle boğuşuyor.

BOŞ İŞLER

Hal böyleyken, Anamuhalefet Partisi CHP, kendi içindeki ucuz tartışmalarla zamanı tüketiyor.

13 yılda 13. seçim yenilgisini alan Genel Başkan Kemal Kılıçdaroğlu, oturduğu koltuktan kalmaya hiç de niyetli değil.

Aynı koltukta gözü olan İBB Başkanı Ekrem İmamoğlu ise, koltuğun kendisine ‘sunulmasını’ arzuluyor.

İmamoğlu’nun bu beklentisi haklı ve yerinde bir beklenti mi? Ve liderlik nasıl talep edilir?

Ekrem Bey, arkasındaki Anglosakson ve Meral Akşener desteğine rağmen Cumhurbaşkanı adaylığı hedefini tutturamadı. Böyle olunca da rotayı CHP Genel Başkanlığına çevirdi.

O halde sormak lazım: Böyle bir beklentiye girmek için, hangi başarılarını kendisine dayanak yapıyor?

İstanbul Belediyesi’ni kazanmış olmak mı? Eğer dayanak bu ise, CHP’nin gayrimeşru İstanbul İl Başkanı Canan Kaftancıoğlu’nun deyimiyle, Ekrem Bey o başkanlığı bizzat Kılıçdaroğlu’ya borçlu.

Kaldı ki, 4 yıllık İBB Başkanlığı, kendisi açısından tam bir başarısızlık kariyeri oldu. Ajans cilalamaları ve besleme medya sayesinde ‘başarılı imajı’ çizmek mümkün olsa da, seçim sandığı geldiğinde, seçmenler gerekli faturayı kesecektir.

Diğer taraftan İmamoğlu, 14 ve 28 Mayıs seçim yenilgilerinin de ortağıdır. Bu konuda Kılıçdaroğlu yalnız değil. Mansur Yavaş ve Masa bileşenlerinin tamamı ve dahi CHP’nin tüm üst düzey yöneticileri de bu yenilginin müttefikidir.

İmamoğlu’nun, Kılıçdaroğlu’ya, deyim yerindeyse, “Baba sen kalk, biraz da ben oturayım…” demesi, haklı olmadığı gibi, yerinde bir talep de değildir.

Bir de şu var: İmamoğlu, bugüne kadar Kılıçdaroğlu’dan farklı ne söyledi? Hangi değişik politik söylemlerde bulundu? Vazgeçtik farklı politika söylemlerinden, İmamoğlu’nun herhangi bir konuda herhangi bir politikası var mı?

Ortada sadece bir, ‘İktidar İçin Değişim’ başlığı altında, güya bir ‘manifesto’ var.

Manifesto içinde dişe dokunur olarak bir tek, muhalefetin iktidara karşı bir alternatif olamadığı tespiti var. Burası doğru da, İmamoğlu veya destekçilerinin, AK Parti politikalarına karşı bir alternatif söylemini duyan oldu mu?

Hepsini geçiniz… Ortada bir politika yok, yalnızca boş-beleş koltuk kapma savaşı var.

LİDER, KIYISINDA GEZMEZ

İmamoğlu’nun ‘biraz da ben oturayım’ demeye getirdiği ‘değişim’ çağrılarının haklı bir tarafı yok.

Peki, Genel Başkanlık koltuğunun kendisine ‘sunulmasını’ istemesi, o koltuğu hak edecek bir liderin tavrı olabilir mi?

Hani solun, hak mücadelesine ilişkin genel bir söylemi vardır: “Hak verilmez, alınır…”

İmamoğlu’nun, naif ve utangaç beklentisi, bu ilkeyle telif edilebilir mi?

Lider dediğin, bir meselenin kenarında kıyısında gezinip durmaz. Varsa bir hedefi, kesin bir kararlılıkla ortaya koyar ve hedefe doğru, zikzak yapmadan yol alır.

O halde İmamoğlu’nun yaptığı veya yapmaya çalıştığı şey nedir?

Bir kere, mevcut teşkilat ve delege yapısıyla Kemal Bey’i CHP’nin başından söküp atamayacağını gayet iyi biliyor.

Bununla birlikte, çevreden merkeze doğru ‘değişim’ söylemi altında bir baskı oluşturarak, Kılıçdaroğlu’yu pes etmeye zorlamak istiyor.

İyi de, böyle bir beklenti, Kemal Bey’i hiç tanımamak demektir.

Kemal Bey, ne utanacak, ne yüzü kızaracak, ne mahcup olacak, ne de eleştirilerden yılacak bir kişiliğe sahip değil. Her gün peynir ekmek yer gibi yalan-yanlış konuştuğu halde, bir kez olsun “Yanılmışım, özür dilerim…” demedi. Tam tersine, her yalanı, iki yeni yalanla ve yüksek perdeden gürültü yaparak örtmesini bildi.

Dolayısıyla Kemal Bey, çevreden merkeze doğru baskılama gibi zorlamaları tınlamaz.

Evet, Türkiye’nin doğru dürüst bir Anamuhalefet Partisine ve ciddi ve kararlı bir muhalefet liderine ihtiyacı var.

Bu ihtiyacı Kılıçdaroğlu karşılayamadığı gibi, İmamoğlu’da da o cevher yok.

Bir de, CHP’nin kurumsal kimliği ve tarihî bagajı, Türkiye’yi yönetebilecek bir parti görüntüsü ve güveni vermiyor.

Değişime buradan başlamak lazım, fakat bu da pek ihtimal dâhilinde değil.