Alnı ak devlet, başı dik millet

Nihat Kaşıkcı

Nihat Kaşıkcı

Tüm Yazıları

Zor bir yılı daha geride bıraktık. Aslında insanlık, istisnalar dışında kolay yıl görmedi. Aynı zorluklar silsilesi, asırlar için de farklı değildi. Eşyanın tabiatı da bunu gerektiriyordu.

Ademoğulları, Habil ile Kabil’den bu yana, iyi ile kötünün mücadelesini yaşıyor. Sadece fertler değil, toplumlar ve onların devletleri de imtihan veriyor.

Evet… İnsanlar gibi, milletler ve onların teşkilatlı yapıları olan devletler de hak ve vicdan nezdinde imtihan oluyor.

Bir düşünün… Milletler ve onların devletleri, bu imtihanda aldıkları notlara göre sıralansa… İyiden kötüye doğru olan sıralamada, zirveye hangisi yerleşir? Ve hangi toplumlar ve devletler, o sıralamanın ‘çukur’ düzeyine dolgu olur?

En doğrusunu Yüce Yaratan bilir. Biz, tarihe dair bilgilerimiz ile bizzat kendi yaşadığımız dönemdeki tanıklıklarımıza nispetle yorum yapabiliriz.

İnsan olarak, muhatap olduğumuz imtihanın unsurları, ümmeti olduğumuz Yüce Peygamber tarafından bizlere tebliğ edilmiş bulunuyor. Fertler için geçerli olan imtihan yükümlülükleri, toplumların ve devletlerin imtihanı için de emsal kabul edilebilir.

Tek kelimeyle özetlemek gerekirse; milletler ve devletlerin imtihan unsuru ‘erdem’dir.

ÜLKÜSÜ OLAN MİLLET

Bir ‘millet’ düşünün… Kendisini, yeryüzündeki tüm insanların hak, menfaat ve huzurlarından sorumlu hissediyor. Mazlumun yanında saf tutmayı; mertliğin, cömertliğin, insanlığın icabı olarak görüyor.

Yine bir ‘devlet’ düşünün… Kendisini ‘âlemin nizamından sorumlu’ sayıyor. Bilinen bütün tarihi boyunca, ‘Cihan Hâkimiyetini’, kendisi için bir ‘İlahî Görev’ kabul etmiş… ‘İlay-ı Kelimetullah’ demiş… ‘Nizam-ı Âlem’ demiş… Ve nihayet ‘Kızılelma’ diyerek, binlerce yıllık ‘Ülkü’yü tek bir kelimeyle ifade etmiş.

İşte, Türk Yüzyılı diye adını koymaya çalıştığımız yeni dönemin tarihî kökeni ve tanımlaması böyledir.

Kendisini insanlığın huzur ve rahatına adamış bir millet ve onun devleti, böylesine iddialı bir projeyi ‘rol gereği’ hayata geçiremez. Yani Nizam-ı Âlem dediğimiz ülkü, kısa günün kârı hesabına gelmez. O küçük hesapları yapanların ‘emperyalist imparatorlukları’, üzerinden henüz 3 nesil geçmeden yıkılmaya yüz tuttu. İsterseniz zihninizde bir ‘Türk Adaleti’ ile ‘Amerikan Emperyalizmi’ kıyaslaması yapın. ‘Fetih’ ile ‘işgal’ arasındaki farkın ne olduğunu görürsünüz.

Bilinen tarihi boyunca Türk Devleti, hiçbir zaman zalimden yana olmadı. Hiçbir zaman mazluma kılıç kaldırmadı. Kurduğu hâkimiyeti, egemen olduğu toplumların aleyhine kullanmadı. Kanatları altına aldığı hiçbir topluluğu sömürmeye, ezmeye, inancını değiştirmeye çalışmadı. Tam tersine, yönetimi altına aldığı farklı etnik ve inanç topluluklarını, ‘kutsal emanetler’ olarak gördü.

İMHA DEĞİL İHYA EDEN MİLLET

Asya’nın derinliklerinden Viyana’ya uzanan coğrafyaya bir bakın lütfen. En uzun süre hâkimiyet kurduğumuz Balkanlar, Ortadoğu ve Kuzey Afrika’ya odaklanın… Hep bayındırlık eserleri göreceksiniz. Baktığınız her yerde, Anadolu’nun birer kopyası çıkacak karşınıza.

Nedir bunun anlamı? Cevap çok basit: Hâkim olduğunuz toprakları ‘öz yurdunuz’ bellemek ve yönetimini üstlendiğiniz bütün toplulukları ‘izzetinize emanet’ saymak…

Kimse Türk Milleti’ne ve Türk Devleti’ne, yok ‘Ermeni Soykırımı’ yok bilmem ne toplumun asimilesi gibi çamurlar sıçratmaya kalkışmasın. 1071’den 1895’e kadar, Türk Devleti’nin huzur bayrağı altında yaşayan hangi Ermeni’nin burnu kanadı?

Başka türlü soralım: Ermeni veya başka bir azınlık toplumu, Türk Milleti ve Devleti tarafından soykırıma tabi tutuldu mu? Dillerine ve dinlerine dahledildi mi? Namusuna göz dikildi mi?

İddialı konuşalım; vatana ve yediği ekmeğe ihanet etmeyen her türlü etnik ve inanç topluluğu, kendilerine sunduğumuz geniş hoşgörüden sonuna kadar yararlandı. Ne zamana kadar? Vatan hainliğine kadar… İşte, mevzu gelip ‘ihanet’ noktasına dayanınca, hoşgörümüz kadar gazabımız da sınırsız olur. Yine de ‘soy kırmak’ gibi bir alçaklık, bizim tarihimizde görülmez.

Suçların cezası bile şahsîlik ilkesine göre verilir. Bu mevzuda üzerimize gelinen en somut örnek ‘Ermeni Meselesi’dir. Ki, bu meselede de sonuna kadar haklı olduğumuzun ve cezalandırmada haddi aşmadığımızın bilincindeyiz.

TARİHİMİZE VE CEDDİMİZE GÜVENİYORUZ

Ne zamanki Osmanlı Arşivleri araştırmacıların incelemesine açıldı, ondan beri kendimize güvenerek, isteyen herkesi, 1915 ve 1916 Ermeni Tehciri ve takip eden olaylara dair arşiv incelemesine davet ediyoruz.

Hatta öylesine kendimize güveniyoruz ki; Rusya arşivlerini de ‘geçerli’ kabul ediyoruz. Ve hatta Ermenistan’ı dahi kendi arşivlerini bağımsız incelemelere açmaya davet ediyoruz.

Üzerimize atılan en ağır suçlama olan Ermeni Soykırımı iftirasının dışındaki basit yalanları hiç dikkate almıyoruz.

Tarihten verilecek hamiyet ve erdem örneklerine girersek, kitaplık hacimdeki konunun içinden bir köşe yazısıyla çıkamayız. Dolayısıyla, son dönemlerde yaşadıklarımıza ve aldığımız tavırlara, ayrıntıya girmeksizin göz atalım:

Balkanlardan, neredeyse nüfusumuzun yarısı kadar mülteci aldık.

Şeyh Şamil önderliğindeki, Rus zulmüne karşı Kafkas halkları ayaklanmasının ezilmesi sonrasında, milyonlarca mülteciyi bağrımıza bastık.

Yemen, Hicaz, Filistin ve Mağrip’ten çekilirken, milyonlarca mülteciyi peşimiz sıra Anadolu’ya getirdiğimiz gibi, canımızdan-ciğerimizden binlerce parçayı, terk etmek zorunda kaldığımız coğrafyalarda bıraktık.

Evet, milyonlarca göçmeni, Türk müdür, Arnavut mudur, Boşnak mıdır, Arap mıdır, Çerkez midir demeden bağrımıza bastık.

Hatta 1492’de Avrupalı yamyamların zulmünden kaçan Yahudilere İzmir ve Selanik gibi cennet şehirlerimizde yurt verdiğimiz gibi, İkinci Dünya Savaşı sırasında Alman katliamından kaçan Yahudileri de bağrımıza bastık.

ALNI AK DEVLET, BAŞI DİK MİLLET

Son çeyrek yüzyılda, tarih bir kez daha eteklerimizden çekmeye başladı. Kanımızdan ve inancımızdan olan mazlumların gördüğü zulümler, bizi dışımızla da ilgilenmeye zorluyor. Hatta hiçbir inanç ve soy birliğimizin olmadığı mazlumların yüzleri de bize bakıyor; gözleri bizden imdat umuyor.

Eğer dünyada adınız ‘Türk’ ise, hiçbir mazluma bigâne kalamazsınız. Hiçbir zalime eyvallah edemezsiniz. Ulu Yaratan, toplumsal genetik kodlarınıza ‘erdem’ diye bir değer yazmış. O yüce değer, sizi yüreğinizden yakalar ve mazlumun imdadına kadar sürükler.

Ülkemizin "Doğu ve Güneydoğu"sundaki zulme neşteri vurduk. Zalimi durdurduk.

Ardından Irak’ın kuzeyine uzandık. Orada Batılı yamyamların tezgâhladığı sömürü ve zulüm düzenine ‘adalet kılıcını’ indirdik.

Suriye’de soykırımdan kaçan milyonlarca mazlumu bağrımıza bastık. Bütün ekonomik, sosyal ve siyasî yükünü omuzladık; ama o mazlumları zalimin insafsızlığına terk etmedik. Ne kadar doğru yaptığımızı, 60 küsur senelik Baas diktatörlüğü, zalim Esat’la birlikte Suriye’den kovulduktan sonra daha iyi idrak ettik.

Ve nihayet Gazze… Filistin’in Akdeniz’e açılan kapısı… Yüzü gibi yüreği de temiz insanların ülkesi… 1916’da Türk’ün bölgeden çekilmesiyle başlayan zulüm ve katliam, son 15 aydır zirveye ulaştı. Tarih boyunca kendisini, ‘mazlum’ kavramının ‘tanımı’ diye yutturan bir zalim ve lanetli topluluk, daracık Gazze şeridine sıkıştırdığı 2.5 milyona yakın mazlumu her gün 100’er 200’er katlediyor.

‘LEKE’ DEĞİL ‘İZ’ BIRAKAN MİLLET

Öyle bir katliam ki; ne kadın dinliyor, ne bebek… Vicdan melekesi giderilmiş Siyonist Yahudi askerler, kamera karşısına geçip, Filistinli bebekleri katletmenin kendisine verdiği hazzı, sırıtarak anlatıyor. Hem de domuz derisi suratında zerre kızarma olmadan… Ama o kızarmayan surat, bizim insanlığımızı kan kızılına boyuyor.

Zulme verilebilecek binlerce örnek olduğu gibi; ‘Türk’ için verilecek ‘erdem’ örnekleri de tükenmez. Sadece şunu söyleyelim: Geçmişimizde; bizi utandıracak, yüzümüzü kızartacak, başımızı öne eğdirecek hiçbir ‘lekemiz’ yok, elhamdülillah.

İnsanlar gibi milletler de yürüyüp geçtikleri yerlerde ya ‘iz’ ya da ‘leke’ bırakır. Bizim ayak bastığımız topraklarda hep ‘izimiz’ oldu; ama asla ‘leke’ bırakmadık. Çünkü tarihin doğru tarafında, hep doğruluk ve adalet safında yer tuttuk.

O yüzden diyoruz ki; ‘alnı ak bir devletimiz’ var. Ve biz, ‘başı dik bir milletiz’.

Haydi!... Hep birlikte başımızı ufka kadar kaldıralım ve Kızılelmamıza doğru yürüyüşümüzü sürdürelim.