Mazisi, 1839 Tanzimat Fermanı’na kadar uzanır. Özeti; gâvura ‘gâvur’ denmeyecek…
Peki kim bu gâvurların hamisi? Elbette Avrupalı emperyalist yamyamlar…
Bir kere kaptırmıştık yakayı. Arkası çorap söküğü gibi geldi.
Mazisi, 1839 Tanzimat Fermanı’na kadar uzanır. Özeti; gâvura ‘gâvur’ denmeyecek…
Peki kim bu gâvurların hamisi? Elbette Avrupalı emperyalist yamyamlar…
Bir kere kaptırmıştık yakayı. Arkası çorap söküğü gibi geldi.
Bir kifayetsiz muhterisin kişisel kariyer hesaplarına feda edilen, koskoca bir parti…
Bağımsız Türk Yargısının verdiği tutuklama kararına karşı sergilenen hazımsızlık…
Anamuhalefet Genel Başkanı’nın, cümle marjinal örgütleri sokağa, teröre çağırması…
Karşımızda bir kibir abidesi, megaloman var. Kafdağı’nın zirvelerinden temaşa ediyor, hepimizi ve bütün Türkiye’yi.
Kerameti kendinden menkul… Her bildiği doğru, her hatası hikmet taşıyor. Sorgulanamaz, soru bile sorulamaz.
Çanakçı gazeteciler bile, nazikçe sordukları basit soruların cevabını, şiddetli bir azar ve aşağılanma olarak alıyor.
Akıl ve havsala sınırlarını aşan zulümler için, ‘sözün bittiği yer’ diyoruz. Oysa şimdi, ‘sözün yeri’ de bitti.
Zulüm desek, az geliyor.
Katliam desek, zayıf kalıyor.
En somut ifade, ‘ordusuz ülke’ Almanya’nın eski Savunma Bakanı da olan, Avrupa Birliği Komisyonu Başkanı Ursula von der Leyen’den geldi: Avrupa’nın savunması için, acilen 800 milyar dolarlık silahlanmaya gidilecek.
Rusya-Ukrayna Savaşında saf değiştiren ABD tarafından cami önüne terk edilen Avrupa, şimdilerde ‘Rus tehdidi’ karşısında güvenlik arıyor... Rusya’ya yem edilen Ukrayna yetmemiş gibi, Avrupa devletleri, Türkiye gibi güçlü bir ülkenin (teşbihte hata olmasın) arkasına saklanma çabasına girdi.
Şimdilerde pek moda olan ‘güvenlik mimarisi’ arayışının bir cephesinde bu var. Öteki cephede ise; işe yarar bir Avrupa ordusu kurgulama isteği… Daha önce niyet beyanı, bizzat Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron tarafından dile getirilmişti.
Bir tarihte, Fransa’nın Küresel Baronlarca ‘ittirilmiş’ Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron ağzından kaçırmıştı: “NATO’nun beyin ölümü gerçekleşti…”
O günün şartlarında, NATO’nun beyin ölümünden ziyade, Macron’un ‘beyin sulanması’ üzerinde durulmuştu.
Sonradan ‘beyin ölümü’ mevzusunda çark etse de Macron’un fışkırttığı gerçeklik, şimdilerde yaşlı Avrupa’nın önüne kaya gibi düştü.
Sene 1991… CHP’nin ‘ara dönem partisi’ olan SHP, PKK’nın siyasî sözcüleriyle seçim ittifakı yapıyor ve onlardan 23’ünü TBMM’ye taşıyor.
Sonrası; Kürtçe yemin krizi… Leyla Zana, Hatip Dicle, Orhan Doğan, Remzi Kartal gibi figürlerin siyasî hayatımıza boca edilmesi…
Bitti mi? Mümkün değil… SHP/CHP ileri gidenleri, arada bir ‘Kürt Raporu’ başlığı altında hazırladıkları fitne tohumlarını, siyasî ve toplumsal hayatımıza bir zehir olarak akıtmayı sürdürdü.
Gülünç buluyoruz, fakat mesele çok ciddi. İBB Başkanı Ekrem İmamoğlu’nun ‘Cumhurbaşkanı Adayı’ diye ilan edilmesi, aslında kimsenin umurunda değil.
Sorun, Türk Demokrasisine kaybettirilen seviyedir. 23 senedir iktidarda olan bir siyasî harekete karşı seçenek olması gereken parti, acı vericidir ki, bir kişinin şahsî kariyer hesaplarına kurban ediliyor.
Seçime henüz 3 yıl var. İmamoğlu kendini, neredeyse ‘Cumhurbaşkanı’ ilan etti.
Baştan ifade edeyim: ‘Salağa yatmak’, muhatabına hakaret amaçlı bir deyim değil; işine gelmeyen bir konuda ‘mevzuyu anlamamış’ gibi yaparak, topu taca atma anlamı yüklenebilecek bir deyimdir.
Bu zorunlu izahatı; CHP Genel Başkanı Özgür Özel’in, ‘PKK’nın tasfiyesi sürecine’ dair tuhaf beyanları üzerine değerlendirmelerimin, mecrasından saptırılmaması için yapma gereği duydum.
CHP Genel Başkanı Özel, PKK elebaşı Öcalan’ın, örgütün silah bırakması ve lağvedilmesi çağrısından pek hoşnut olmamış gibi görünüyor. Elbette, silah bırakma konusuna cepheden karşı çıkması mümkün değil. Onun yerine, yaşanan gelişmelerin arkasında ‘bazı hinlikler’ olduğu intibaını uyandırma peşinde… Tam olarak şöyle demişti, CHP Genel Başkanı:
İkinci Dünya Savaşı bitiminden bu yana çok rahat yaşadılar. Hak etmedikleri, beleş bir refah sürdüler. ABD ve Türkiye, ‘NATO ittifakı’ kapsamında, kibirli Avrupa’ya güvenlik sağladı.
Deyim yerindeyse, ekmek elden su gölden geçindiler. Sahip oldukları teknolojik üstünlük gibi fırsatları, dünyanın Güney ve Doğusuna karşı tepe tepe kullanarak, aslında hiç hak etmedikleri bir devran sürdüler.
Lakin deniz bitti. Donald Trump’ın ABD Başkanlığı, yaşlı ve kibirli Avrupa’nın karizmasına esaslı çizikler attı.
Türkiye, sosyolojik geçmişi 1840’lara kadar uzanan ve son 40 yılımızı da yaptığı terör eylemleriyle karartan, uluslararası bir terör şebekesini bitirmek için, çok önemli bir hamle yaptı.
Ayrılıkçı terörü sonlandırmayı ve terör örgütünün kendini feshetmesini hedefleyen strateji, öyle ayaküstü alınmış bir kararın ürünü değil. Tersine, geride kalan uzun yıllara dayalı tecrübelerin ışığında ve dünya siyasî gidişatını da dikkate alarak, Türk Devleti için en doğru zamanda başlatılmış, Devlet Aklı’na dayanan bir büyük stratejiden söz ediyoruz.
Girilen yolun sonu, PKK terör örgütü ve ilintili tüm yapıların tasfiyesini öngörüyor.
Bunların semtine, vicdan ve merhamet hiç uğramamış. Adalet duyguları zaten hiç olmadı. Para edeceğini bilseler, babalarının cesedini de satıp, nakde dönüştürürler.
Frensiz Trump’dan bahsediyoruz. Ama Emperyalist Kapitalizmin diğer kulları da ondan farklı değil.
İnsanlar, toplumlar, ülkeler acı içinde kıvranıyor. Onlara bu acıyı ‘hediye’ (!) eden vandallar ise daha fazla dünyalık çalmak için, o acıları kullanıyor
ABD ve İngiltere’nin dolduruşuyla, Avrupa kaşarlarının; Ukrayna’yı yem yaparak, Rusya’yı ‘ufalama’ kurnazlığı tutmadı. Değirmen taşı dönüyor, lakin arasında buğday kalmadı. Bundan sonrası, taşların birbirini öğütmesidir. Eh, ortaya çıkacak ‘un’ da kaçınılmaz olarak, ‘kum’ olacaktır.
Bir önceki ABD Başkanı Joe Biden’ın (Hızlı Co da diyebilirsiniz.), dünya hâkimiyetini elinde bulunduran küresel finans çetesi adına yürüttüğü Avrupa siyaseti, Donald Trump’ın başa gelmesiyle dumura uğradı.
Doğru dürüst askerî ve siyasî gücü olmayan Avrupa, oluşturduğu ‘Avrupa Birliği’ gözbağcılığıyla, hep olduğundan fazla görünmeyi başarmıştı.
AK Parti, 8. Olağan Kongresini yaptı. Hem de birkaç saat içinde… Gün bitmeden de yarıdan fazlası yenilenmiş olan Merkez Karar ve Yönetim Kurulu toplanarak, partiyi yönetecek A Takımını, yani Merkez Yürütme Kurulu’nu belirledi.
Muhtemelen bugün-yarın da ‘beklenen’ kabine değişikliği gerçekleşir.
Şimdi, ışık hızında gerçekleşen bu büyük değişim ve dönüşümün; CHP Genel Merkezi’nin üst katlarındaki, uzay gemisi siluetli kozmik odadan bakan birisinde uyandırdığı fikir ve duyguları betimlemeye çalışalım. (Not: İroniden anlamayanlar, bu noktadan sonrasını okumasın, lütfen…)
Ekrem Bey ve Sözcüsü Özgür Bey kararlı: Ya seçilecek ya seçilecek!..
Abes önseçimde ‘Cumhurbaşkanı aday adayının adayını’ önermek üzere hazırlanan matbu dilekçeyi bile; ‘…(falan)’nun adaylığını…’ diyerek, Ekrem Bey’in soyadına uyumlu hazırlamışlar.
Genel Başkan Özgür Özel de ‘kahramanlık mahpusluğu’ peşinde koşan İmamoğlu’nun güya ‘önünün kesilmesi’ girişimlerini, “Bir sonraki Cumhurbaşkanının engellenmesi gayretleri…” filan gibi bir ifadeyle eleştiriyor.
İkinci Dünya Savaşı sonrasında Yalta’da kurulan paylaşım masasının çağdaş sürümü, ABD ve Rusya tarafından Suudi Arabistan’da kuruldu. Yalta’daki masanın farkı, İngiltere’nin de ekibe dâhil olmasıydı.
Bizdeki komik muhalefetin, ‘6’lı yuvarlak’ veya ‘3’lü kare’ masaları kadar sükseli olmasa da Trump-Putin masası, bizimkilerin boş-beleş masası gibi, sadece yenilip içilen bir masa değil. Suudi Arabistan’daki masada, her ne kadar domuz bifteği yenilip, Rus votkası yudumlansa da orası aslında ülkelerin kurban edildiği bir arenadır.
Doğrusu o masada kaç ülkenin veya milletin kurban edildiğini bilmiyoruz. Yörük sırtından kurban edilmek istenenlerin, şimdilik; Ukrayna, Filistin ve Grönland olduğunu söylemek yanlış olmaz. Kanada’nın menüye dâhil olup olmadığını bilmiyoruz. Panama ise Trump’a biat edeceğinin sinyallerini verdi bile.
Şundan kuşkumuz yok: İplerini elinde tutan ‘kudretliler’ öyle istediği için görevlerini yapıyorlar. Yaklaşık 50 yıldır alışmışlar; devlete, siyasete, medyaya, sanata ve bütünüyle Türk Milletine ayar vermeye.
Tabii, kuklacılar 215 senedir bu ülkenin altını oymak için çalışıyorsa, kuklaların 50 senelik mazilerini hafife almamak lazım. 215 sene dedik… Bu ülkede, Boston merkezli misyonerlik faaliyetlerinin geçmişi o kadar uzun.
Sadece, bu ülkenin azınlıklarını kaşımakla yetinmediler. Çoğunluğun da zihnini ele geçirmek için her fırsatı kullandılar. Buna, kutsallarımız da dâhil…
Siyonist Yahudilerle Evanjelik Protestanlar kararlı… İnsanlığın sonunu getirecek ‘Armagedon’ savaşını çıkarmayı kafaya koymuşlar. Olmayan akıllarınca, yeryüzünde zulmü zirveye çıkarıp, Yüce Yaratıcı’yı gazaplandıracaklar. Böylece Allah’ı (hâşâ) ‘kıyamete zorlayacaklar’…
Şaka gibi, lakin gerçek… Koskoca süper devletler, dünyaya yön veren politik ve finansal güç sahipleri… Bilim adamı sıfatını verdiğimiz akademisyenler… Velhasıl maddî dünyaya hükmettiğini sanan ‘kudretliler’… Güya ‘Tanrı’nın Krallığı’nı bir an önce kurabilmek hülyasıyla, dünyayı ve bütün insanlığı ateşe atmaya niyetli.
Musallat olan bela; Joe Biden, Donald Trump, Binyamin Netanyahu veya daha alt düzeydeki muhteris iblislerden ibaret değil.
Anlaşıldı; Özgür Özel-Ekrem İmamoğlu ikilisi, CHP’yi madara etmeye kararlı. CHP adına, ‘olmayan gebeye sezaryenle doğum yaptırma’ niyeti beyan ediliyor. Yapmaya çalıştıkları; siyasî akıl ve mantık bir yana, mizahı bile zorluyor. Karşımızda komik değil, trajikomik bir vaka bulunuyor.
Nedir bu acelecilikte ısrar? Daha ortada seçim yok. Fol ve yumurtadan geçtik, tavuk bile görünmüyor. O halde nedir bu aculluğun sebebi? Ekrem İmamoğlu’nun kariyer hesapları mı?
Siyasette hesap kitap yapmak, anlaşılabilir bir durumdur. Anlaşılır olabilmesi için de ortalıkta ‘düğün-bayram’ gibi bir şeyler olması lazım. Değilse, “Eniştem beni niye öptü?” sorusu akıllara gelir.
Herkese sardırıyor, racon kesiyor. Koskoca Kanada’yı, ABD’nin 51’inci eyaleti yapacağını söylüyor. Grönland’ı, “Parasıyla değil mi kardeşim?” üslubuyla istiyor. Panama Kanalı’nı Çin’in ticaretine tahsis ettiği iddiasıyla, Panama’ya dayılanıyor; kanala çökmeye kalkıyor. Güney ve Kuzey Amerika arasında bir okyanus girintisi olan Meksika Körfezi’nin adına bile tahammül edemiyor.
Avrupa’dan Asya’ya, Afrika’dan Antarktika’ya kadar, neredeyse dilini uzatmadığı, bir şeyler talep etmediği kıta ve ülke kalmadı.
İşin tuhafı, bir ülkeyi isterken, sanki bakkaldan sakız istermiş gibi bir tavır sergiliyor; “Orada harika şeyler var. Orada bizim menfaatlerimiz var. Siz zaten oranın kıymetini bilmiyorsunuz.” havalarında konuşuyor.
Henüz çiçeği burnunda stajyer bir muhabirken, 1987’de tanıştım, Türkiye’nin ‘CHP sorunu’yla. Tabii o zaman adı SHP idi.
Siyaset elbisesinin, politikacı babasına çekmemiş bir akademisyenin üzerinde nasıl eğreti durduğunu, merhum Erdal İnönü’de temaşa eyledim.
Siyasetin ne kadar içeriksiz olabileceğini, arka arkaya üç düzgün cümle kuramadan nasıl Anamuhalefet Partisi Genel Sekreteri olunabileceğini Fikri Sağlar’ın şahsında gördüm.
Sıcak gündem fevkalade ayartıcı… Köşe yazısının iştahını zirveye çıkaracak kadar… PKK’nın kendini feshetmesi çağrısı hazırlıkları… Suriye Devrimi’nin lideri ve Cumhurbaşkanı Ahmet Şara’nın ziyareti… Cumhurbaşkanlığı Külliyesi’nde gerçekleşen 3.5 saatlik, çok önemli görüşme… PKK’nın Suriye’deki mevcudiyetini sonlandıracak hazırlıkların gözden geçirilmesi…
Ve bitmeyen senfoni: CHP’nin mutat iç kavgaları… 100 yıllık partinin, ‘Anamuhalefet’ olarak en büyük iddiasının, bir belediye başkanının kariyer planlamasına odaklanacak kadar küçültülmesi…
Birbirinden cazip, kalem oynatmayı teşvik eden gündemlere rağmen… Asıl ‘stratejik gündem’ saydığımız konuyu tamamlamamız gerekiyor. Aynı başlık altındaki serinin son yazısı bu…
Türk Devleti’nin; egemenliği uluslararası kabul görmüş 200’e yakın ülkenin 80 kadarıyla olan diplomatik ilişkilerini değerlendirmeye çalışıyoruz. Haliyle konu uzadı.
Okurların sabrını çok fazla zorlamamak adına; bugün, iyi ilişki içinde bulunduğumuz veya sorunsuz olduğumuz bazı devletleri kısaca özetlemeye çalışacağım. Bir sonraki yazıda, ‘bizimle mercimeği taşlı’ olanları ele alacağım.
Son yıllarda Afrika ülkeleriyle ilişkilerimiz zirve yapmış durumda. Tunus, Cezayir, Fas, Somali, Sudan, Etiyopya, Nijer, Nijerya, Çad, Kamerun, Senegal, Güney Afrika Cumhuriyeti, Moritanya, Mali, Demokratik Kongo Cumhuriyeti, Benin, Tanzanya, Angola, Zambiya ve Namibya başta olmak üzere, Afrika ülkeleriyle bir sorunumuz yok. Mısır’la olan vaziyetimizi daha önce ele almıştık.