Deftere bakıyoruz Hac farz olmuş, cebe bakıyoruz zekata muhtacız...
Hepimizin bildiği gibi dünyanın tüm insanlığın uğraştığı COVİD-19 hastalığı ve koronavirüs mikrobu ülkemizin de en büyük sorunu oldu. Bu sorun bağırarak geldi. Aralık 2019’da hatta Kasım ayında belli olan bu virüsün ülkemize gelmesine kadar maşallah tüyümüzü kıpırdatmadık. “Türk’üz, çabuk atlatırız” diyerek kendimizi avuttuk ve sadece bekledik.
Halbuki bu süre içerisinde Ocak 2020’den itibaren ABD ve Avrupa ülkelerinden gelen uçuşları kontrol edebilirdik. Şubat ayından itibaren de bu uçuşlar durdurulabilirdi. Bunu yapmadık. Sahra hastaneleri Şubat’ta hiç değilse düşünülebilirdi. İstanbul'da boşaltılan hastaneler faaliyete alınabilirdi. Ankara’da öyle Numune, Yüksek İhtisas, Ulus Hastanesi ve Sami Ulus gibi hastaneler-altyapı hazır-hemen faaliyete alınıp pandemi hastanesi haline getirilebilirdi ancak bunları yapmadık. Hastanelerin etrafındaki oteller, sağlık personeli için hazırlanabildi.
Okulları daha erken tatil edip, yurtları daha erkenden kapatıp öğrencileri virüs gelmeden evlerine gönderebilirdik. Bu da son gün yapılarak terminaller virüs için kaynak haline getirildi, maalesef. Tanı kitleri hazırlığı için önlem alınabilirdi. Bunu da yapmadık. Her işi-tam Türk işi-başımıza bela geldikten sonra önlemini almaya çalıştık. Ne oldu hamaset nutukları ile güzel ve süslü laflarla oyalanarak virüsün bütün ülkemize yayılmasına vesile olduk. Basiretsiz ve öngörüsü olmayan idarecilerimiz sayesinde inşallahla, maşallahla durumu kurtarma çabasına girdik.
Sonuçta ne oldu? Önlemleri başımıza geldikçe aldık, almaya çalıştık. Buda çözüm değil, çözümsüzlük üretti kendimiz her şeye muhtacız. Başka ülkelere malzeme gönderme telaşına düştük. Malzeme gönderdiğin ülkelerin birçoğu vatandaşına dolar dağıtıyor. Biz hava basma derdindeyiz. Bir yazarımız eve lazım olan camiye haramdır demiş, gerçekten tam da yerinde bir söz. Bizimki Hacıbayram Camii’nde zekat toplayan garibanın müftüye hava atmasına benziyor. Sokağa çıkma yasağımız bile; kimseye, hiçbir ülkeye benzemiyor maşallah.
Herkes ve tıp insanları, belediye başkanları bas bas bağırıyor. Tam gün en az bir ay sokağa çıkmazsak önlem olur diyor. Biz hafta sonu siestası sanıyoruz. Bu işi sürü bağışıklığı tamda bize uygun olarak uygulanıyor. Bu uygulamayla herhalde en iyimser durumda 2021 yılbaşına, hatta 2025'e kadar sürer gibi bu virüsle uğraşmak.
Öncelikle şunları yapmamız gerekmiyor mu?
1- Pandemi hastanelerini diğer hastanelerden ayırmalıyız. Vatandaşın başka hastalıkları; kanser, doğum gibi acil hastalıkları olduğunu hatırlamamız gerekiyor.
2- Tam gün en az 15-20 gün sokağa çıkmayı yasaklamamız gerekiyor.
3- Vatandaşı evde tutarken bir yandan da hızla evlerinde muayene edip, hasta olanla olmayanı hızla ayırt etmeniz gerekiyor. Boş boş vatandaşı evde tutmanın anlamı kalmıyor.
4- Üretim, inşaat 15 gün dursa hiçbir şey olmaz. Tarım dışında diğer bütün faaliyetleri durdurmamız gerekiyor
5- Kamuda bütün devlet kurumları, belediyeler, sivil toplum kuruluşlarımız, sendikalarla güçlü bir işbirliğinin yapılması, toplumsal bir mutabakatın en acil şekilde yapılması gerekiyor.
Aksi halde biz bize yetmiyoruz. Acı gerçek bu maalesef.
Biz bize ancak toplumsal birliktelik, birleştiren bir dil ile yeteriz. Yoksa bu birliktelik sağlanmazsa sonumuz hüsran ve hayal kırıklığı.
Bizim bize yetmediğimiz 10 TL'lık bağış ve Ramazan gelmeden zekat ve fitre istememizden zaten bariz şekilde belli. İstanbul Milletvekili Sayın İlhan Kesici bir Erzurum fıkrası anlatmıştı: “Erzurumlu muhasebecisine soruyor, durum nasıl diye? Oda defteri gösteriyor. Baksaki deftere göre kazanç çok. Muhasebeciye diyor ki ‘deftere bakıram hac farz olmuş, cebe bakiram zekata muhtaç’ diyor. Bizim durumumuz tamda buna uygun bir durum...
Vatandaşa gerçekleri süslemeden bütün açıklığı ile anlatarak, herkesi kucaklayarak kimseyi bu sürecin dışında bırakmadan. Herkesle ortaklaşa herkesi gücü oranında sürece ve çözüme dahil ederek kurtuluruz bu virüsten. Ayrıştırıcı bir dille bir arpa boyu yol alamayız, alamayız. Bütünleştireceğiz, birleştireceğiz, dışlamayacağız. Samimi bir dille bu işin üzerinden geliriz.
Aksi halde daha çok sürünürüz ve maalesef sonuçta hepimiz buradan zararlı çıkarız ve olan her zaman olduğu gibi garip gurabaya, iş arayana, bütün esnafa kısaca toplumun yüzde doksandokuzuna olur. Ve bu çöken çatının altında hep beraber kalırız.
Biz bize yetmemiz için önce kucaklaşma, önce ötekileştirmeme, önce samimiyet. Gerisi güzel olur, yeter ki kucaklama ve samimiyeti bu halk görsün...