Masanın gerçek sahipleri ve yancıları
Türkiye Cumhuriyeti siyaset tarihinde, çok ciddi bir dönemeç geçilmek üzere. Şu bir gerçek ki: Daha önce “Türkiye’yi kim yönetecek?” mücadelesi verilirken, şimdi “Türkiye’nin sahibi kim olacak?” mücadelesi verilmekte.
Siyaset sahnesindeki son perde, siyaset arenasındaki son mücadele. Sahnede ve arenada yer alan herkes bunun farkında; sahnede başrol olabilmek için var gücü ile rolünü oynuyor ve arenada hayatta kalabilmek için var gücü ile pazularını ve kılıcını kullanıyor.
Rolünü iyi oynamazsa silinip gideceğini, pazularını ve kılıcını iyi kullanmazsa aslana yem olacağını iyi biliyor!
Bu mücadele kapsamında: “Asla olmaz; rüyamda görsem inanmam!” denilen şeylerin, kolayca olduğunu; “Asla yapmaz!” denilen adamların, hiç çekinmeden söz konusu fiilleri işlediğini; “Kıyamet kopsa, asla bir araya gelmezler!” denilen adamların, “N’aber kanka!” diyecek şekilde bir araya geldiğini ve voltran oluşturduğunu görüyoruz.
Demek ki, asla “Asla!” dememek; sonradan mahcup ve öngörüsüz duruma düşmemek için, “Asla!” demeden önce iyi düşünmek gerekiyor!
Ölüm döşeğindeki Osmanlı’nın yetiştirdiği Mustafa Kemal Atatürk ve her rütbedeki silâh arkadaşları ile kazma ve kürekle savaş meydanlarına dökülen her yaştaki Türk Milleti; düşmanlar ve emellerini müstevlîlerin emelleri ile tevhid eden dâhili ve hâricî bedhahlarla göze göz, dişe diş, kana kan, cana can mücadele etmişken: Bizleri muasır medeniyet seviyesine çıkartması gereken cumhuriyet, kendi elleriyle yetiştirdiği Atatürk’ün partisinin genel başkanı Kemal’de ve “masaüstü açık ortakları”nda neyi eksik bıraktı ki; olmayacak şeyler oluyor, bir araya gelmemesi gerekenler bir araya geliyor?
Temsil gücünden ve söz hakkından ödün vermek zorunda kaldığı için “masazede” olan ve hak ettiğinden fazla temsil ve söz sahibi olduğu için “masazade” olan, Bremen mızıkacıları gibi üst üste bindiğinde ancak karşısındaki devin dizkapağı hizasına gelen ve bizden sandığımız bu masadaşları; kim yoldan çıkarttı, kim efsunladı, kim mankurtlaştırdı, bir oyuncak gibi kim kurdu, bir virüs gibi kim programladı?
Bu masadaşların asil kanını kim değiştirdi, ya da o kan hâlâ duruyorsa, o kanı kim zehirledi?
Masadaşlar, rehin alınacak ne iş yaptılar ki: Kimliklerini, onurlarını, haysiyetlerini ve inandıkları değerleri bir kenara koymak suretiyle; emelleri apaçık ortada olan modern zamanın düşmanları ve dâhilî ve hâricî bedhahlarıyla işbirliği yapmaktadırlar?
Masadaşlar, hangi haklı nedenle; utanmadan, arlanmadan, sıkılmadan, her hâlükârda “illâ iktidar, illâ iktidar!” zorlamalarıyla, Millet’ten iktidar talep etmektedir, Millet’in sinir uçları ile oynamaktadır?
Bütün bu işaretlere rağmen; damarında asil kan taşıyan hangi vatan evlâdı hâlâ bu CHP’ye oy vermektedir?
AK Parti, bir peygamber partisi değildir. Peygamber ordusunda ve ashabında bile münafık olabilirken, AK Parti’de tam bir aklık beklenemez. Milyonlarca mazlumdan gece gündüz dua almasını sağlayan ve bugüne kadar kendisine kalkan olan sevapları olduğu gibi, herkes tarafından bilinen ve bir ân önce terk ve tövbe etmesi gereken günahları da vardır.
Ancak; AK Parti’nin hangi günahı, düşmanların ve dâhilî ve haricî bedhahlar küfrünü ve günahını aşmıştır ki, düşmanlar ve dâhili ve hâricî bedhahlarla işbirliği caiz olmuştur?
“Kıskançlık ve çekememezlik şeytanı” mı fetva vermiştir? Kin, garez, kıskançlık ve çekememezlikten kazanan ve kâr eden görülmüş müdür?
Bu kararların vebaline katlanmaya hazır mıdırlar? “Hazırız tabii ki bilo!” diyorlarsa; ya çok cesur ya da çok aptal ve ahmak olmalıdırlar.
İllâ ayrılık olacaksa: rahmetli Muhsin YAZICIOĞLU gibi kendi başlarına onurlu bir yol tutmak varken, hangi haklı neden milliyetçi ve muhafazakâr parti başkanlarını, kanı bozuk HDP ve FETÖ ve aslı bozulmuş CHP ile bir araya getirmiştir?
Milliyetçi ve muhafazakâr kesimi; Kürt Türk ayırımı olmaksızın muhafazakâr kesimin anasından emdiği sütü burnundan getirenlerle, bu Ülke’yi Müslümanlar’a yıllarca dar ve yaşanılmaz edenlerle, Müslümanları hor ve hakir görenlerle, .. “Hem ağlarım hem giderim!” misali “Bize pusu kurdulaaa!” diye ağlaya ağlaya masaya oturtan ve o masadan bir türlü kaldırtmayan şey nedir?
Milliyetçilik ve muhafazakârlıkları mı sahtedir, ağlamaları mı?
Unutulmamalıdır ki; şeytanla sevgili olan, bu aşkta daima kız tarafı olmuştur. İğfal edilmekten ve vakti geldiğinden de paçavra gibi kenara atılmaktan kurtulamamıştır.
Ailesinde İstiklâl Savaşı gazisi ve Cumhuriyet döneminde şehidi olan, PKK ile olan çatışmada yanı başındaki arkadaşı şehid olan basiretli bir Müslüman Türk evlâdı olarak, bütün bu olup bitenleri görüyorum:
Ortaya, yemek masası görünümlü oyun masası kurulmuştur. Bu masa Türk Milleti’nin hayrına kurulmamıştır.
Oyun oynadığını zannedenler, aslında masanın yancılarıdır. Masadaki kartları başkası oynamaktadır, oyunun kazananları başkalarıdır, ancak masanın hesabını yancılar ödeyecektir.
Bu masanın ve sandalyenin gövde ve bacaklarını bir daha imal ve tamir edilemeyecek şekilde kırmak, masanın altındakileri masanın enkazı altında bırakmak, masanın üstündekilerin suratını masaya gömmek ve masadaki bilumum oyun alet ve araçlarını müsait yerlerine sokmak, .. her Türk evlâdının birinci vazifesidir!
Bütün bu olup bitenlere sessiz ve seyirci kalmamız, milliyetçi ve muhafazakâr kesimi bu adi işbirliğinde makul görmemiz ve anlayışla karşılamamız mümkün değildir.
Vatansever olmak kesin ve keskin bir çizgidir, bu çizgiden uzaklaşmanın hiçbir mazereti olamaz.
Hiçbir gerekçe, vatan hainlerini masummuş gibi göstermeye yetemez. Hiçbir bahane, hainliğin gölgesinin düştüğü yeri zorla dahi olsa savunmayı haklı kılamaz.
Bu bağlamda, karınca kararınca her ortamda mücadelem devam edecektir!
Selam ve dua ile saygılar!