Türkiye’de faal olarak çalışan yaklaşık 15 termik santralin baca filtrelerinin takılmasını 2,5 yıl daha erteleyen kanun teklifi AKP ve MHP milletvekillerinin oylarıyla kabul edilmişti. Ancak teklif edilen bu kanun değişikliği Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan tarafından reddedildi. Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemine geçtiğimiz 24 Haziran 2018 tarihinden beri ilk defa AKP ve MHP milletvekili oyları ile kabul edilen bir kanun değişikliği teklifi Cumhurbaşkanı tarafından kabul edilmedi. Sayın Cumhurbaşkanına çevre bilinci ve duyarlılığından dolayı teşekkür ediyorum. Ancak Ömer Çelik ’in Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın veto kararını açıklarken kullandığı “Yeni süre 2,5 yıla benzer bir süre olmamalı” ifadesinin nasıl yorumlanması gerektiğini doğrusu anlayamadım. Acaba bu termik santrallere filitre takmak için yine 2,5 yıldan daha az veya daha fazlamı süre verilecek ya da hiç mi süre verilmeyecek? İnşallah süre uzatımı olmadan bu filtreler takılır, bu santraller çalışmaya devam eder. Hem enerji üretimi azalmaz hem de çevre ve insan sağlığı korunmuş olur. Termik santrallerin bacalarından çıkan gazların tarımsal açıdan özellikle meyvecilik açısından zararları hakkında bazı bilgiler vermek istiyorum. Atmosfere yayılan sülfür dioksit ve nitrik asit gazları asit yağmurlarının oluşmasına diğer gazlara göre daha fazla sebep olmaktadır. Bacalardan atılan bu gazlar, rüzgarlarla ortalama 2 - 7 gün içerisinde atmosfere taşınırlar. Bu zaman süresi içinde bu kirleticiler, atmosferdeki su partikülleri ve diğer bileşenlerle tepkimeye girerek sülfürik asit ve nitrik asit oluştururlar. Bunlar da yeryüzüne yağmur ve kar ile ulaşır. Böylece baca gazları ikinci kez ve daha geniş bir bölgeye yayılmış olurlar. Bölgenin arazi yapısı ve hava koşullarına bağlı olarak, etki yüzlerce kilometreye kadar yayılabilmektedir. Asit yağmuru denilen bu olgu yalnızca canlılar için değil, taş yapıtlar ve eski sanat eserleri için de önemli bir tehlike oluşturmaktadırlar. Asit yağmurları, yaprakların stomalarına (yapraklar üzerinde gözle görülemeyecek kadar küçük delikler) girerek yaprağın su dengesini sağlayan stoplazmanın asitleşmesine neden olurlar. Bunun sonucunda sıvı kaybeden yaprak, kısa sürede ölür ve ağaç kurur. Asit yağmurlarının toprakla buluşması sonucu toprağın ph’sı düşer ve bu kuvvetli asidik çözeltiler oluşur. Toprak pH’sı düşünce kalsiyum, magnezyum ve potasyum gibi de bitkiler için besin elementi olan minerallerin azalmasına sebep olur. Bu mineraller ağaçların büyümesi ve kendilerini yenilemeleri için yaşamsal öneme sahiptirler. Toprakta PH %5’ in altına düşerse yani asitlik artarsa toprak sıvısı içinde alüminyum ve ağır metallerin konsantrasyonu artar. Kurak mevsimlerde topraktaki nemin azalması sonucu bu maddeler iyice yoğunlaşır ve bitki kökleri için öldürücü etki yapabilirler. Ayrıca kloroplastlarda biriken kükürt dioksit yaprağın fotosentez yapmasını engeller ve bu yolla da ağaca zarar verir. Tüm bunların sonucunda ağaçların yeşil sürgünleri gelişmeyip kurumakta, yaprakları dökülmekte, çiçek ve meyve vermemektedir. Asit yağmurlarının sorumlusu tek başına elbette termik santraller değildir. Filtresi takılı olmayan tüm sanayi tesisleri, araçların egzozlarından çıkan gazlar, kalitesiz linyit kullanımı ve volkanik patlamalar sonucu yayılan kül ve benzeri maddeler asit yağmurlarına sebep olmaktadır.
Son Bahardır
Bu köşeyi takip eden okuyucularımın da çok iyi bildiği gibi, mümkün olduğu kadar tarımsal alanda halen üretim yapan ve yatırım yapmayı düşünen girişimcilere teknik konularla ilgili okuyucularımı da sıkmadan pratik bilgiler vermeye çalışıyorum. Zaman zamanda tarımı yönlendiren yöneticilere, karar vericilere de yasal sınırlar çerçevesinde kalmak kaydıyla yapıcı eleştirilerimi veya teşekkürlerimi iletmeye çalışıyorum.
Benim şiir, hikâye veya roman yazma kabiliyetim yok. Doğrusu şiir okumayı da pek sevmem. Ancak değerli dostum, kardeşim, arkadaşım Avukat Şakir Çalışkan’ın yazdığı “Son Bahardır” şiiri beni çok etkiledi, adeta büyüledi. Bu şiiri okurken çok güzel bestelenmiş şarkı dinliyormuşum gibi haz aldım. Daha sonra öğrendim ki; Türk Edebiyatının ünlü şairlerinden Ahmet Haşim, “Şiir, bir hikâye değil, sessiz bir şarkıdır” diye tanımlamış şiiri. İşte ben kadim dostumun sesiz şarkısından çok etkilendim. Bu duygu yüklü şarkıyı, bu son baharın son günlerinde size de dinletmek istedim.
Silik yeşilden
Organik-organomineral gübreler desteklenecek
2050 yılında dünya nüfusunun 9,7 milyar olması beklenirken, gıda ihtiyacını karşılamak için tarımsal üretimin bugünküne oranla %70 arttırılması gerekmektedir.
İhtiyaç duyulan bu üretim artışının, daha fazla kimyasal gübre kullanılarak sağlanması mümkün değildir. Giderek artan miktarda kimyasal gübre kullanımına karşılık, birim gübre başına alınan bitkisel üretim azalmaktadır. 1960 -1995 yılları arasında buğday üretiminde kullanılan gübre miktarı 7 kat artmıştır. Buğday üretiminde kullanılan 1 kg azot gübresinden 1960’lı yılların başında 70 kg/da ürün artışı sağlanırken, ancak bu miktar 1995’te 25 kg/da’a kadar düşmüştür.
Toprağın doğal yapısı katı, sıvı ve gaz halindeki maddelerden oluşur. Bu maddelerin toprak kütlesi içindeki oranları arazi şekli, jeolojik yapı, iklim koşulları ve mevsimlere bağlı olarak değişmektedir. Toprakların teorik olarak %50’si katı, %25’i hava ve %25’i de sudan oluşur. Toprak organik maddesi toprağın kütlesel olarak %5’ini teşkil etmekle birlikte, toprak kalitesini, diğer bir ifade ile toprağın verimliliğini en fazla etkileyen kısmıdır. Topraklarda verimliliği sağlayan mikroorganizmalar yaşamlarını devam ettirebilmeleri için beslenmeye ve enerjiye ihtiyaç duyarlar. Bu mikroorganizmaların enerji ve besin kaynağı da organik maddelerdir. Organik madde ilavesi olmaksızın yalnız kimyasal gübre kullanımı toprakta bulunan organik maddenin daha hızlı azalmasına neden olmaktadır. Tarım topraklarının fiziksel, kimyasal, biyolojik özelliklerinin ve verim potansiyellerinin istenen düzeylerde olabilmesi için organik madde içeriği, toprak ağırlığının en az %3’ü kadar olmalıdır. Oysa Türkiye tarım topraklarının %99’ unun organik madde içeriği %1’in altına düşmüştür.
Köyden kente göç-2
İşsizliği azaltmak, fazla nüfusun şehirde yığılmasının önüne geçmek ve tarım ile hayvancılığı güçlendirmek için sağlanan desteklerle, kentlerden köylere göç teşvik ediliyor. Ülkemizde hâlihazırda kırsalda yaklaşık 55 olan ortalama çiftçi yaşının 40 yaş ve altına indirilmesi gerekmektedir. Bu amaçla kırsalda girişimci, güvenilir, güçlü, gönüllü gençlerin üretime katılırken bilinçli ve eğitimli olarak işlerinin başında olmalarının önü açılmaya çalışılmaktadır. Devletin bir süredir bu yönde verdiği destekler sayesinde, TÜİK verilerine göre 2018 yılında 288.000 kişinin kentlerden köylere göç ettikleri anlaşılmaktadır.
Tarım ve Orman Bakanlığının kentlerden köylere göçü hızlandırmak için uyguladığı küçük çaplı bazı projeler hakkında sizleri bilgilendirmek istiyorum.
1. Genç Çiftçi Projesi: Bu proje 2016’da başlatıldı. Kırsal alanda yaşayan ve projesi olan gençlere 30 bin liraya kadar hibe sağlanıyor. Gençler bu parayı geri ödemiyor. Bunun için ön başvurular ücretsiz olarak ‘gencciftci. tarim.gov.tr’ adresinden, kesin başvurular ise yerleşim biriminin bağlı olduğu il ve ilçe tarım müdürlüklerine şahsen yapılıyor. Başvurular, valiliklerde oluşturulacak komisyonlarda değerlendirildikten sonra belirlenen genç çiftçilerle hibe sözleşmesi imzalanarak, projenin uygulanmasına başlanıyor. Genç çiftçi projeleri; hayvansal ve bitkisel üretimin yanı sıra yöresel ürünlerle tıbbi ve aromatik bitki üretimi, işlenmesi, depolanması ve paketlenmesini kapsıyor. Destekten faydalanacak çiftçilerde, 18 yaşını doldurmuş ve 41 yaşından gün almamış olmak, ücretli çalışan, gerçek ve basit usulde vergi mükellefi ve daha önceden bakanlığın diğer hibe programından faydalanmamış olmak şartı aranıyor. Hibeden yararlanacak genç çiftçinin, desteği aldığı tarihten itibaren 3 yıl boyunca kırsalda yaşaması gerekiyor. Bu projenin 2020 yılında devam edip etmeyeceği konusunda yeterli bilgiye ulaşamadığımı belirtmek isterim.
Köyden kente göç-1
Türkiye, birçok diğer gelişmekte olan ülkelerde olduğu gibi, 1950'lerden itibaren yoğun bir köyden kente göç olgusunu yaşamıştır. Türkiye 1940'larda nüfusunun %25'i kentlerde yaşayan bir ülke iken, bugün %70'i kentlerde yaşayan bir ülkeye dönüşmüştür. Bu süreç, İkinci Dünya Savaşını izleyen yıllarda birçok ülkenin pazar ekonomisine geçmeye başlamasıyla başlamıştır. Dünyada ve Ülkemizde gereken tarımsal üretim artışının sağlanması için tarım kesiminin mekanizasyonu gerçekleştirilmiştir. Türkiye özelinde ise, Amerika tarafından verilen Marshall yardımı tarım kesiminde önemli yapısal değişiklikler yaratmış; traktör, sulama sistemi, verimliliği yüksek olan yeni cins tohumlar ve gübreleme sonucunda tarımda verimlilik artışı elde edilmeye çalışılırken, kırsal kesimdeki mevcut toplumsal denge bozulmuştur. İşsiz ya da topraksız kalan yarıcılar ve küçük toprak sahipleri köylerini bırakarak, büyük kentlere göç etmeye başlamışlardır. Bu göçler sonucu köylerdeki nüfus fazlalığının önemli bir kısmı kentlere doğru kaymıştır. Bunların yanında kentsel bölgelerdeki ekonomik canlılıklar da bu göç olgusunu hızlandırmıştır.
Köyden kente göç, Türkiye’nin sanayileşme sürecinin yarattığı iş gücüne duyulan talepten kaynaklandığı da söylenebilir. Bu nedene kırsalın işgücü talep fazlalığı, bu bölgelerin diğer sosyo-ekonomik sorunlarına da eklenince kırsalda itici bir gücün oluşmasına neden olmuştur. Türkiye’deki kırsal göç hareketi ilk zamanlarda bir sorun olarak algılanmamış hatta bu hareketin desteklenmiş olduğu söylenebilir. Ancak daha sonralar özellikle kentsel bölgelerde yaşanan ekonomik ve sosyal problemler, köyden kente göçün bir sorun olarak değerlendirilmesine neden olmuştur.
Ancak söz konusu bu nüfus kentlerde zamanla giderek daha da çoğalmış ve beraberinde kırsal kökenli kentsel sorunları da getirmiştir. Özellikle kentsel bölgelerde suç oranın artması ve varoşlarda oluşan kimlik arayışı ve bunalımları Türkiye’nin göç gerçeğinin bir sonucu ve ürünüdür. Sonuçta kentsel bölgelerde yaşayan köy kökenlilerin tekrar köylerine geri dönmelerine veya bu eğilim içerisine girmelerine neden olmuştur. Kentsel altyapının fazla olan nüfusu sindiremeden geri çıkarması, köylerin öneminin bir kez daha ön plana çıkmasına neden olmuştur.
İpekböceği tarımı
İpek, yaklaşık 4000 yıl önce Çinliler tarafından üretilmiş, üretim tekniği uzun yıllar gizli tutulmuş, sonrasında önce Anadolu’da daha sonra Avrupa’da üretilmeye başlanmış olup, ülkemizde ipekböceği yetiştiriciliği yaklaşık 1500 yıldan beri yapılmaktadır.
İpekböceği larvalarının koza örmek için salgıladıkları, parlak ve çok ince ipliğe ipek denilmektedir. Bu çok ince iplikler bir araya getirilerek ipek iplikleri elde edilir. İpek, kolay boyanabilen, yumuşak ve dayanıklı bir ip olması nedeniyle tarih boyunca çok kıymetli bir dokuma hammaddesi olmuştur. Çin’den başlayarak Anadolu ve Akdeniz aracılığıyla Avrupa’ya kadar uzanan ve dünyaca ünlü ticaret yolu ipek ticaretinin yapılması için kurulmuştur. Milattan yüzyıllar önce Mısırlılar, daha sonra da Romalılar, Çinlilerden ipek satın alırlardı. Ulaşım ise, İpek Yolu güzergâhlarını izleyen kervanlarla sağlanırdı.
İpek böcekçiliği yapabilmek için öncelikle meyve vermeyen veya çok az veren fakat bol yaprak verebilen dut ağaçlarına sahip olmak gerekmektedir. İpek böceği tohumları Bursa Koza Tarım Satış Kooperatifleri Birliği (Kozabirlik) tarafından ücretsiz olarak bu işi yapmak isteyen üreticilere verilmektedir. Tohumlar paketler halinde verilmekte olup bir pakette yaklaşık 20.000 böcek tohumu bulunmaktadır. Bir paket ipek böceği tohumundan koza elde edebilmek için yaklaşık 20 dut ağacına (yaklaşık 500 kg dut yaprağına) ihtiyaç bulunmaktadır. Yine bir kutu ipek böceği için 25 m2 kapalı alana (2x4=8 m2 3 katlı kapalı alanda olabilir) ihtiyaç vardır. İpekböceği yetiştiriciliğinde, 35 - 40 günlük çok kısa bir üretim döneminden sonra, bir kutu ipek böceğinden yaklaşık 25-35 kg yaş koza alınabilmektedir. Kozabirlik üretilen ürünleri gelip üreticilerden kendisi almaktadır. Tarım ve Orman Bakanlığı ise üretilen ipek böceği kozalarına 50 TL/kg destek vermektedir. Ayrına her yıl seçilen pilot illerde dut bahçesi kurulumu ve yetiştirme ortamlarının tesis edilmesi için 250.000 TL ye kadar destek verilmektedir.
Türkiye neden Birleşmiş Milletler’e şikâyet edildi?
New York'ta düzenlenen iklim zirvesine katılan 16 aktivist (eylemci) çocuk, Almanya, Fransa, Brezilya, Arjantin ve Türkiye’yi BM'e şikâyet ettiler. BM’ye gönderilen şikâyet mektubunda, bu ülkelerin Çocuk Hakları Sözleşmesi kapsamındaki yükümlülüklerini yerine getirmedikleri iddia edildi. Mektupta, bu ülkelerin, iklim değişikliğinin ölümcül ve öngörülebilir sonuçlarını engellemek için üzerlerine düşen görevleri yerine getirmedikleri ifade edildi. Eğer bu şikâyet kabul edilir ve haklı bulunursa, BM iklim krizini çocuk hakları ihlali olarak sayacak ve 5 ülkenin iklim değişikliğiyle mücadele kapsamındaki hedeflerini gözden geçirerek, çözüm için diğer ülkelerle birlikte çalışmaları istenecek.
Birleşmiş Milletler Genel Kurulu tarafından 20 Kasım 1989 tarihinde kabul edilen Çocuk Hakları Sözleşmesi'nin küresel olduğunu hatırlatan bu 16 genç, bahsi geçen ülkeleri “pervasızca” iklim değişikliğine sebep olarak “yaşam haklarını” korumakta başarısız olmakla suçladı. Gençlerin lideri Thunberg, dünya liderlerine hızlı bir şekilde harekete geçme çağrısı yaptı ve "Sizi izliyor olacağız" diye konuştu.
BM Genel Sekreteri zirvenin açılışında yaptığı konuşmada “Doğa kızgın. Doğayı kandırabileceğimizi düşünerek kendimizi kandırıyoruz. Doğa her zaman intikamını alır ve tüm dünyada da öfkeyle karşılık veriyor” ifadelerini kullandı.
PARİS İKLİM ANLAŞMASINI TÜRKİYE İMZALADIMI?
Paris İklim Anlaşması sera gazları salınımını azaltmaya yönelik önlemleri içeren bir anlaşmadır. Anlaşma 22 Nisan 2016 tarihinde imzaya açılmış ve aynı yıl yürürlüğe girmiştir. Anlaşma 195 üye ülke tarafından imzalanması bakımından, dünya tarihinde iklim değişikliği ile ilgili en geniş kabul görmüş anlaşma olma özelliği yanında, kabulünden 1 yıl geçmeden yürürlüğe giren ilk küresel anlaşma unvanını da taşımaktadır.
Anlaşmaya göre her ülke sera gazı salınımına yönelik azaltılmış hedeflerini kendisi belirleyecektir. Ülkelerden hedeflerini güncellerken, sürekli daha az miktarda gaz salınımı hedeflemeleri beklenmektedir. Böylece küresel ölçekte iklim değişikliğini durdurabilecek seviyede bir sera gazı salınım azalması mümkün olabilecektir.
Dünya Ülkelerinin hedefledikleri sera gaz salınımları göz önüne alındığında, 2030 yılında küresel ölçekte 55 gigatonluk bir gaz salınımı öngörülmektedir. Küresel ölçekte sıcaklık artışını 2 derecenin altında tutabilmek adına, bu salınımın 40 gigatona düşürülmesi gerekmektedir. Bu durum ülkelerin daha zorlayıcı hedefler koymaları gerektiğini ve hedeflerinin de gerçekleştirmelerinin zorunlu olduğunu ortaya koymaktadır.
Hazine Taşınmazlarının İrtifak Hakkı Tesisi İle Kullanılması
Atıl vaziyette bulunan Hazine taşınmazlarının 26.04.2009 tarih ve 27211 sayılı Resmî Gazetenin nüshasında yayınlanan tebliğ kapsamında enerji, turizm, kıyı, sağlık, sosyal, tarım ve hayvancılık gibi sektörlerde çeşitli amaçlarla irtifak hakkı tesis edilerek kullanma izni verilmiştir. Daha sonra 21.07.2017 tarih 30130 sayılı Resmi Gazetede yayınlanan yönetmenlikle eğitim ve yurt faaliyetleri de bu kapsamda değerlendirilmiş ve güncellenmiştir.
Bu imkanlardan yararlanmak için taşınmazın bulunduğu yerdeki Çevre ve Şehircilik İl Müdürlüğüne talep amacını içeren bir dilekçe ile başvuru yapılmalıdır. Bakanlık tarafından uygun görülürse söz konusu arazi ilana çıkarılır. Pazarlık usulü ihale yöntemi kullanılarak irtifak hakkı/ kullanma izni ihalesi yapılır.
Bu yazımda sadece tarımsal amaçlı hazine arazisi kullanma hakkı ile ilgili bilgiler vermek istiyorum. Teknolojik veya jeotermal seracılık, organik tarım ve su ürünleri yetiştiriciliği yatırımları ile projeye dayalı organize hayvancılık faaliyeti kapsamında, küçükbaş, büyükbaş veya kanatlı hayvan (tavuk) türlerinin; beslenmesi, üretilmesi, geliştirilmesi suretiyle ekonomik değere sahip hale getirilmesi amacıyla hazine taşınmazları üzerinde kullanma izni verilmesi veya irtifak hakkı tesis edilmesi mümkündür.
Çim alanların bakımında pratik bilgiler
Önemli miktarda para, emek ve zaman harcayarak bahçenize ektiğiniz çimlerinize doğru bakımı uygularsanız, çimleriniz canlı ve yemyeşil görünümüyle sizin, mahallenizin ve komşularınızın gurur ve keyif kaynağı haline gelebilir.
Çim tohumlarınız çimlenirken toprağı kabartır. İlk biçme işlemini yapmadan önce bu kabaran toprağımızı bir silindir yardımıyla düzleştirmeniz ve bastırmanız gerekir. Bastırma işlemi sırasında kabaran toprak yerine oturur ve çimin kökleri ile toprağın teması sıkılaşır. Çimlerinizin boyu 7-8 cm yüksekliğe geldiğinde 4-5 cm'ye inecek şekilde bıçakları keskin olan makinelerle biçme yapabilirsiniz. Her biçimde biçme yönünü değiştirilmelidir.
Çimler ilkbaharın başında ve sonbaharın sonunda toprak tahlil sonuçlarına göre gübrelenmelidir. Çimler biçildiğinde besinleri de uzaklaştırmış oluruz. Biçtiğimiz her kilogram çim kırpıntısı ile yaklaşık 30 gram azot, 20 gram potasyum ve 10 gram fosfor ortamdan uzaklaştırılmış olur. Bu besinlerin yerine yenisini koyarken yavaş salınım özelliği olan çimler için özel olarak üretilen gübreleri kullanmanızı tavsiye ederim.
24 milyon hektar tarım arazisi kimin?
Toprak, kırsalda yaşayan nüfusun ihtiyaçlarının karşılanması yanında, gıda güvenliği ve kırsal kalkınma için de çok önemli bir araçtır. Ülkemizde yaklaşık 24 milyon hektar tarım arazisi vardır. Bu 24 milyon hektar tarım arazisi toplamda 32 milyon adet tarım parselinden oluşmaktadır. Bu 32 milyon tarım parseli de 40 milyon kişi üzerine kayıtlıdır.
Her ne kadar 40 milyon kişi tarım arazisi sahibi olsa bile kırsalda yaşayan ve çiftçilik yapan kişi sayısı yaklaşık 5 milyon civarındadır. Çiftçilik yapan 5 milyon insanımız varken, 24 milyon hektar tarım arazisi 40 milyon kişi adına kayıtlıdır. Bu şu demek, İstanbul’da ticaretle uğraşan kişilerin, Ankara’da görev yapan bürokratlarında köyünde tarım arazisi var demektir. Bu durum tüm meslek grupları içinde geçerlidir.
Çiftçilik yapmayan 35 milyon insanımızın üzerinde tarımsal arazi kaydı var. Bu kadar çok sahipli tarımsal arazi üzerinde nasıl bir tarımsal proje geliştirilebilir? Nasıl üretim planlaması yapılabilir? Bu arazilere tarımsal üretimi arttırmak için nasıl yatırım yapılabilir?
Tarım havzaları üretim ve destekleme modelinde son durum
Gıda, Tarım ve Hayvancılık Eski Bakanı Mehdi Eker döneminde 1 milyardan fazla veri kullanılarak yapılan 3 yıllık çalışma ile tarım havzaları üretim ve destekleme modeli hazırlandı. Türkiye Ekolojik ve ekonomik olarak yetiştirilmesi uygun olan ürünler için 30 havzaya bölündü ve 2010 yılında uygulamaya konulacağı ilan edildi. Ancak aradan 7 yıl geçmesine rağmen model uygulamaya konulmadı.
Daha sonra Tarım Havzaları Üretim ve Destekleme Modeli Milli Tarım Projesi kapsamında 1 Ocak 2017’den itibaren uygulanmaya başlamıştır. Ancak Resmi Gazete’nin 12 Kasım 2016 sayısında yayınlanan Bakanlar Kurulu Kararı ile 2009 yılında belirlenen 30 tarım havzası yürürlükten kaldırıldı. Bunun yerine her ilçenin sınırları içerisinde kalan alanın ayrı bir tarım havzası olarak belirlenmesiyle havza sayısı 941’e yükseltildi. Hangi havzada hangi ürünlerin destekleneceğini Tarım ve Orman İl veya İlçe Müdürlüklerinden öğrenebilirsiniz.
Havza bazlı destekleme uygulamaları kapsamında, ülkemizde arz açığı bulunan, stratejik ve bölgesel önem arz eden, insan beslenmesi - sağlığı ve hayvansal üretim açısından önem arz eden buğday, arpa, çavdar, çeltik, dane mısır, tritikale, yulaf, mercimek, nohut, kuru fasulye, pamuk, soya, yağlık ayçiçeği, kanola, aspir, çay, fındık, zeytinyağı, patates, soğan (kuru) ve yem bitkilerinden oluşan 21 ürün bazında değerlendirme yapıldı. Havza bazında desteklenecek ürünlerin dağılımına Tarım ve Orman Bakanlığı Bitkisel Üretim Genel Müdürlüğü sitesinden ulaşabilirsiniz.
Drakula yeniden mi ortaya çıktı?
Halk arasında Drakula Böceği olarak bilinen, Türkçe olarak kısaca “Turunç Teke Böceği” denilen bilimsel olarak ise “Turunçgil Uzun Antenli Böceği” (Anoplophora chinencis A. malasiaca) olarak adlandırılan böcek Trabzon’un Maçka İlçesi Esiroğlu mahallesinde bulunan fındık bahçelerinde hızla yayılmaya başladı. Drakula böceği ağaç ya da çalı formundaki odunsu bitkilerin toprak seviyesinden kabuğunu delip içeri girer, galeriler açarak ağacın kurumasına ve devrilmesine sebep olur.
Bu böceğe Drakula isminin verilmesi çok isabetli ve anlamlı olmuş. Drakula nasıl insanlar için sadist bir canavarsa Bu böcekte ağaçlar için o kadar tehlikeli. Geçmişte yaşayan Drakula’nın gerçek adı Vlad Tepeş (III. Vlad)’dır. Drakula’nın babası olan II. Vlad Osmanlılarla, 1440’ların başında yaptığı savaşta yenilir. Bizim Kazıklı Voyvoda olarak bildiğimiz III. Vlad bu savaşta Osmanlıya esir düşer. Osmanlıların himayesinde 7 yıl kalır. Daha sonra 1456-1462 yılları arasında Eflak Vilayetinin Prensi olur. Drakula’nın 6 yıllık prensliği boyunca yarım milyon nüfuslu ülkesinde 40 binin üzerinde insan ve çok sayıda Osmanlı askerini canice kazıklara geçirterek öldürttüğü tarih kitaplarında yazmaktadır. Fatih Sultan Mehmet ile 1462 yılında yaptığı savaşta yenilerek esir düşer. Bu tarih bilgisini hatırlattıktan sonra biz günümüze dönelim.
Bu çok tehlikeli böceğin Çin ve Tayland’dan İtalya’ya oradan da yurdumuza ithal edilen süs bitkileri ile geldiği tahmin ediliyor. Böcek ilk olarak 2014 yılında İstanbul Büyükşehir Belediyesi'ne ait park ve bahçelerde görüldü. Zeytinburnu sınırları içinde 2014 yılında bu böcek sebebiyle 150 ağaç kesildi. Drakula 300 metre uçabilmekte ve sesten etkilenerek otların arasına gizlenebilmektedir. Zararlının bir dişisi 50-70 adet yumurta bırakabilmektedir. Bu böcekle mücadelenin çok kapsamlı bir şekilde ele alınması ve kökünün kazınması gerekmektedir. Bu böcek Avrupa’nın pek çok ülkesine daha önceden bulaşmış. Hollanda ve Almanya bu kök kazıma işlemini başarmışlar. İtalya’da böceğin görüldüğü bir ağaç için etrafındaki 100 metrekare çapındaki alanda tarama yapılıyor ve o alandaki ağaçlara da olası bulaşma düşüncesiyle o ağaçları veya odunsu dokuları tamamen ortadan kaldırıyorlar.
Üzümsü meyveler
Üzümsü meyveler terimi günlük hayatta pek kullanılmasa da birçoğu yabani olarak yetişmekte olup, botanikte yumuşak etli, sulu, çoğu kez küçük ve yenebilen, yarı çalımsı veya çalımsı bitkiler olarak tanımlanan meyveler gurubuna verilen isimdir. Bu guruba çilek, böğürtlen, ahududu, frenk üzümü, çay üzümü, mersin (mor), mersin (siyah), altın çilek, goji berry, aronia, güzyemişi, çoban üzümü, bektaşi üzümü, yaban mersini, dut, gileboru, hambeles, murt, turna yemişi, çarkı felek, kivi, hint inciri ve nar gibi meyve türleri girmektedir.
Önceleri refah seviyesi yüksek ülkelerde üzümsü meyveler daha fazla tüketilirken bunların sağlık üzerine olumlu etkilerinin ortaya konmasıyla tüm dünyada üretim ve tüketim miktarları giderek artmaktadır. Üzümsü meyveler daha çok ev bahçelerinin tanınmış bitkileridirler. Ayrıca, diğer meyve ağaçlarının alt bitkileri veya ara bitkileri olarak da yetiştirilmektedirler. Bunların yanında, geniş çapta, endüstriye yönelik yetiştiricilik çalışmaları da, özellikle A.B.D. ile Kanada ve bazı Avrupa ülkelerinde yapılmaktadır.
Ülkemizde de üzümsü meyveler pasta, marmelat, reçel, dondurma, meyve suyu, süt ve yoğurt sanayinde kullanılmaktadır. Bünyelerinde yüksek miktarda C vitamini içermeleri, mineraller, vitaminler, fenolik bileşikler ve organik asitlerce zengin olmaları ayrıca içeriğindeki antioksidanların ve antosiyaninlerin kansere karşı koruma sağlaması üzümsü meyvelere olan talebi artırmış, talebe paralel olarak üretim miktarları da artmıştır.
Mücavir alan içindeki tarım arazileri satılabilecek
Çevre ve Şehircilik Bakanlığı Ekonomik istikrara, tarımsal verimliliğe ve mülkiyet sorunlarının çözümüne katkı sağlayacak önemli düzenlemelere imza atmaktadır. Hazineye ait mücavir alan dışındaki tarım arazileri tarımsal amaçlı olarak kiralanabiliyor veya satılabiliyordu. Ama mücavir alan içinde kalanlar satılamıyordu. Çevre ve Şehircilik Bakanlığının "Milli Emlak Genel Tebliği'nde Değişiklik Yapılmasına Dair" tebliği, Resmi Gazete' de yayımlandı. Buna göre, belediye sınırlarında meydana gelen değişiklikler nedeniyle Hazineye ait olan ancak vatandaşlar tarafından ecrimisil ödenerek kullanılan ve şehir içinde kalan tarım arazileri talep halinde kullanıcılara rayiç bedel üzerinden doğrudan satılabilecek. Satış işlemleri rayiç bedel üzerinden doğrudan satılabilecek ve bu araziler tarımsal amaç dışında kullanılamayacak. Peşin ödemelerde satış bedeline yüzde 20 indirim uygulanacak ve bu bedel, idarece yapılacak tebligat tarihinden itibaren en geç 3 ay içinde ödenecek.
Taksitli satışlarda, satış bedeline yüzde 10 indirim yapılmasından yararlanmak istenilmesi halinde belirlenen tutarın en az yarısı, en az yarısının peşin ödenmek istenilmemesi halinde ise satış bedelinin yüzde 10'u, yapılacak tebligat tarihinden itibaren en geç 3 ay içinde, kalanı ise en fazla 5 yılda 10 eşit taksitle faizsiz ödenecek. Taksit dönemleri, hak sahiplerinin talebi dikkate alınarak belirlenecek.
Arazilerin tarımsal amaç dışında kullanılmamasını sağlamak için tapu kaydına şerh düşülecek. Arazinin 3 yıl tarımsal amaçla kullanılmaması halinde satış işlemi iptal edilecek taşınmaz resen Hazine adına tescil edilecek. Taşınmazı 2014'ten önce en az 3 yıl süreyle ecrimisil ödeyerek kullanmış ve halen kullanımı devam eden kiracı, kullanıcı ya da hissedarlar bu satış imkanından yararlanabilecek.
Köyüne dönecek tarımcılara 100.000 TL hibe
Kırsal Kalkınmada Uzman Ellerin Desteklenmesine İlişkin Cumhurbaşkanı Kararı, 12 Temmuz 2019 tarihli Resmi Gazete' de yayımlanarak yürürlüğe girdi. Söz konusu bu karara göre, tarım, hayvancılık, ormancılık, gıda ve su ürünleri alanlarında eğitim veren meslek yüksekokulu veya üniversite mezunu gençlere 100 bin liraya kadar hibe desteği verilecek. Hibe desteği şimdilik pilot uygulama olarak Amasya, Düzce, İzmir ve Mardin’de 2019 ve 2020 yıllarında uygulanacak. Başarılı olursa diğer illere de yaygınlaştırılacak.
Bu destekten yararlanabilmek için öncelikle hangi tarımsal faaliyet yapılacaksa o faaliyetlerle ilgili proje hazırlanarak. Bu proje Tarım ve Orman Bakanlıklarının il veya ilçe müdürlüklerine sunulacak. Proje sayısına ve ayrılan paraya göre seçim yapılarak kabul edilen projeler açıklandıktan sonra hibe sözleşmesi imzalanacak. Tarım ve Orman Bakanlığının söz konusu projelere yönelik diğer hibe programlarına dahil olanlar, bu karar kapsamındaki desteklerden faydalanamayacak. Uygulama tebliği henüz yayınlanmadı.
Hayvansal ve bitkisel üretim, su ürünleri üretimi, yöresel tarım ürünleri, tıbbi ve aromatik bitkiler üretimi ile ilgili projelerle, bu ürünlerin işlenmesi, depolanması ve paketlenmesine yönelik projeler de hibe desteğinden yararlanabilecek. Hibe desteğinin üst limiti 100 bin lira olacak ve Ziraat bankası aracılığı ile ödeme yapılacak. Proje bütçesi katma değer vergisi (KDV) hariç hazırlanacak.
2. Tarım Şurası Kararları
58 ve 59. Hükümetlerde Tarım ve Köyişleri Bakanlığı görevini yapan Sayın Sami GÜÇLÜ döneminde 2. Tarım Şurası ilgili kamu kuruluşlarının, üniversitelerin, yerel yönetimlerin, özel sektörün ve sivil toplum kuruluşlarının katılımıyla 2004 Yılında Ankara’da yapılmıştı. Söz konusu şurada önemli ve öncelikli olmak üzere 36 ayrı başlıkta kararlar alınmıştı.
2.Tarım Şurasında, alınan kararların uygulamaya aktarılamadığı ile ilgili çok sayıda yazı ve değerlendirme bulabilirsiniz. Ama uygulamaya aktarılan kararlarla ilgili Bakanlığın yayın organları da dâhil hiçbir yerde bilgi bulamazsınız. Ya da belki vardır ben ulaşamamışımdır.
Alınan kararlardan üç tanesi tarımsal alanda gen kaynaklarının korunması ile ilgiliydi. 1964 yılında İzmir'de kurulan ve dünyanın ilk gen bankalarından biri olan, Ulusal Tohum Gen Bankası(3.300 tür ve 60.000 den fazla tohum gelecek nesiller için saklanıyor) bu süreç içinde daha da etkin hale getirildi. Benimde bir dönem müdürlüğünü yaptığım Tarla Bitkileri Merkez Araştırma Enstitüsü Müdürlüğü bünyesinde 2010 Yılında 250.000 örnek kapasiteli dünyanın sayılı gen bankalarından birisi olan Türkiye Tohum Gen Bankasının açılışı gerçekleştirilmiştir. Söz konusu bu tohum gen bankası toplam 1040 m3 soğuk alan hacmi ile dünyanın önde gelen gen bankaları arasında yer almaktadır. Gen Bankasında 853 taksondan 61.560 adet tohum örneği bulunmaktadır. Bu örnekler -20 derece civarında 50 yıl kadar korunabilmektedir. Saklanan bu gen kaynakları araştırmacıların kullanımına sunulmaktadır. Gen Bankası bünyesinde 60.000 örnek kapasiteli Herbaryum da bulunmakta olup şu an için 6.000 adet örnek yer almaktadır.
Ziraat mühendisi var ama iş yok, iş var ama ziraat mühendisi yok
Ziraat mühendisliği 1980’li yıllara kadar saygın ve itibarlı bir meslek grupları arasındaydı. Söke Ziraat Teknik Lisesi’nde öğrenci iken, öğretmenlerimizin çoğu “biz tıp fakültesini bıraktık daha saygın ve itibarlı olduğu için ziraat fakültesine geçiş yaptık derlerdi”.
Ziraat Fakültesi sayısı 1980 yılında 5 iken, günümüzde bu sayı 40’a bölüm sayısı da 240 civarlarına kadar yükseldi. Öğrenciler tercih etmediği için bu bölümlerin yaklaşık %40’a yakını kapatılmak zorunda kaldı. Buna rağmen her geçen gün yeni ziraat fakültesi ve bölümleri açılmaktadır. Her bölümden ortalama 30 öğrenci mezun olsa yıllık 4300 ziraat mühendisi mezun olmaktadır. Mezun olup da işsiz gezen ziraat mühendislerinin sayısı yaklaşık 110.000 kişiyi aşmıştır. Ziraat mühendisleri için en fazla istihdam sağlayan Tarım ve Orman Bakanlığı da iki senedir hemen hemen hiç ziraat mühendisini işe almadı ve ya alamadı. Durum böyleyken halen daha neden yeni ziraat fakültesi açılmak istenir veya açılmasına izin verilir anlamak mümkün değil. Burada trajik bir sonuç ortaya çıkmaktadır; biryandan bölümler kapanıyor, fakülteler kapanma tehlikesi ile karşı karşıya, diğer yandan ise başka isimler altında cambazlık yapılarak yeni fakülteler açılıyor. Bugün ziraat fakültesi formasyonun da eğitim veren 5 farklı fakülte ismi var. Ziraat Mühendisliğini, fakülteleri ve bölümleri bu hale getirenlerin mutlaka bir açıklaması vardır. Eğer birileri bu gafletin ve mesleğe ihanetin sebebini biliyorlarsa söylesinler de bu sütunlardan bende size açıklayayım. Yani anlayacağınız ülke ihtiyacımızın yüzlerce, hatta binlerce katı ziraat mühendisimiz var. Ama çalışıp onurlu şekilde hayatlarını kazanabilecekleri istihdam alanları yok.
Zaman zaman özel sektörden konusunda uzmanlaşmış, yenilikçi, donanımlı ve lisan bilen, bölümlerinden iyi derece ile mezun olmuş ziraat mühendisleri talepleri gelmektedir. Ziraat fakültelerindeki kadro eksiklikleri, mezun sayısının aşırı fazlalığı, uygulamalı derslerin çok az olması, kapasiteleri düşük öğrencilerin ziraat fakültelerini tercih etmesi gibi sebeplerden dolayı özel sektörün bu ihtiyaçlarını karşılayacak maalesef çok az ziraat mühendisi bulunabilmektedir. Özel sektörde bu vasıflarda ziraat mühendisi bulsa bile, asgari ücretin çok az üstünde bir maaşla boğazı tokluğuna geceli gündüzlü çalıştırmak istemektedir.
Meyvecilikte yaprak analizleri
Tarımsal ürünlerin kalitesini ve verimliliğini etkileyen unsurların en önemlisi bitkilerin dengeli ve doğru beslenmesidir. Üreticiler bitkilerin beslenme durumlarını yakından takip ederek verimliliklerini ve kalitelerini kontrol altına alabilirler.
Meyve ağaçlarında besin elementi eksikliği varsa, dıştan gözlem yapılarak bu eksikliği tespit etmek her zaman kolay olmayabilir. Ancak çok şiddetli besin eksikliği olursa gözlem yapılarak anlaşılabilir. Böyle bir durumda da bu eksik besinlerin bitkilere verilebilmesi için çok geç kalınmış olabilir. Kalite ve verimde azalmalar olurken hastalık ve zararlı oranında artış olur. Bunu önlemenin tek yolu gelişme sezonu sırasında bitki dokularını analiz ederek yeterli besin maddesi içerip içermediğini belirlemektir. Yapraklar besin maddelerinin fazlalık ve noksanlığını en iyi yansıtan organlardır. Yaprak analizi ile bitki gelişimi için gerekli olan tüm besinlerin yeterli olup olmadığı, yetersizse ya da fazlaysa ne kadar eksik ya da fazla olduğu, belirlenebilmektedir.
Bitkinin besin ihtiyacını belirlemede önemli birer araç olan yaprak ve toprak analizleri her zaman birlikte değerlendirilmelidir. Bitkilerin doğru bir şekilde beslenmesi için çevre ve toprak koşulları iyi bilinmelidir. Örneğin toprakta yeterli miktarda demir bulunsa bile yaprakta bulunmayabilir. Bu durumda bitki toprakta bulunan demiri almamaktadır. Bunun sebebi toprakta pH fazlalığıdır. Kireç oranı yüksek topraklarda potasyum yeterli miktarda bulunsa bile yüksek orandaki kireç potasyumu tutar, bitki kullanamaz, yapraklarda eksiklik görülebilir. Bu durum bitki besleme programında göz önüne alınarak çözüm yolları bulunmalıdır.
Atatürk ve kooperatifçilik
Kooperatif, elbirliği, ortaklaşa karşılıklı yardım ve eşitlik ilkeleri doğrultusunda insanların sosyal ve ekonomik ihtiyaçlarını gidermek amacıyla kurulan bir ortaklığı ifade eder.
Kooperatifçilik tarihi, 1844’de İngiltere’de kurulan Rochdale Haksever Öncülerinin kurduğu kooperatif ile başlar. Rochdale İngiltere’de bir kasabadır. Charles Howarth adlı bir işçi, 1844 yılında 28 arkadaşı ile birer İngiliz Lirası sermaye koyarak ilk tüketim kooperatifini kurmuşlardır. Açtıkları dükkânın kirası 10 İngiliz Lirasıdır ve ortaklardan her biri haftada iki akşam bu dükkânda tezgâhtarlık yapmışlardır. İlk günlerde şeker, sabun, yağ, un ve mum satarlarken sonradan ticaretlerini büyütürler.
Çağdaş kooperatifçiliğin ülkemizdeki ilk uygulamasının, 1863 yılında Mithat Paşa’nın bugün Sırbistan sınırlarında kalan Niş Valisi iken kurmuş olduğu “Memleket Sandıkları” ile (tarım kredi kooperatifçiliği benzeri bir yapı) başladığı kabul edilmektedir. Mithat Paşanın Memleket sandıkları 1883’te isim değiştirerek “Menafi Sandıkları” ismini alır. Bunlarda 1888’de kaldırılarak yerine bugünkü Ziraat Bankası kurulur.
Sudan’dan kiralanan araziler
Türkiye tarihinde ilk defa devlet ve özel sektör işbirliğiyle Sudan'dan 780.000 hektar arazi, 99 yıllığına tarımsal üretim yapmak için kiraladı.
Kiralanan bu arazide ananas, mango, avakado, pepino jambu, kanola, pamuk ve yağlı tohumlu bitkiler gibi ürünlerin üretilmesi planlanmaktadır. Afrika’da, Türk eliyle yetiştirilen ürünlerin, Avrupa’nın dışında Orta Doğu ve Afrika pazarında da satılması hedeflenmektedir.
Ülkemizde yağlı tohumlu bitkilerin üretimine özel teşvikler verilmesine rağmen, üretim tüketime yetmediği için 2017 yılında 3 milyar 270 milyon doları aşan ithalat gerçekleştirilmiştir. Kiralanan bu arazilerde üretilecek yağlı tohumlu bitkilerin ithalatı ciddi oranda düşürmesi beklenmektedir.
“BİR KUŞAK, BİR YOL” Projesi ve ülkemiz tarımına olası etkileri
Tarih boyunca önemli ticaret yolu olan ve imparatorlukların hâkimiyet elde etmek için birbirleriyle savaştıkları İpekyolu, Çin’in 2013 yılında ‘Bir Kuşak, Bir Yol’ adıyla açıkladığı proje kapsamında yeniden hayata geçirilmeye çalışılacak. Bu proje ile Asya, Afrika ve Avrupa arasında ulaşım, sanayi, ticaret ve lojistik ağı oluşturulması hedefleniyor. Günümüzde Çinliler tarafından oluşturulmaya çalışılan yeni İpekyolu iki farklı güzergâhtan geçmektedir. Birincisi, Çin’den başlayarak Orta Asya üzerinden devam eden, Türkiye’yi de içine alarak Doğu Avrupa ve Rusya’ya uzanan karayolu hattıdır. İkincisi ise, Deniz İpekyolu hattıdır. Deniz hattı ile özellikle Güney Çin Denizi, Hint Okyanusu ve Ortadoğu’da ki körfez Ülkeleri arası ulaşım sağlanacaktır.
Bu projede 65 ülkenin yer alması beklenmektedir. Bu girişimlere genel olarak batı dünyası temkinli yaklaşmaktadır. Dünyanın en gelişmiş yedi ekonomisinden oluşan G7 ülkelerinden sadece İtalya bu projeye destek vermektedir.
Başkan Sayın Recep Tayyip Erdoğan "Çok geniş bir coğrafyada hayata geçirilen bu girişim, ekonomik, siyasi, sosyal, kültürel alanlarda birbiriyle bağlantılı yepyeni bir sistemin tesisi anlamına geliyor. Bu projenin sürdürülebilir büyüme ve kalkınma vasıtasıyla vatandaşlarımızın hayat standartlarında gerçekleştireceği artış, hepimizin ortak başarısı olacaktır" diyerek bu projeyi desteklediklerini ve içinde olduğumuzu ifade etmiş oldu.
Orta Anadolu Bölgesinde Meyvecilik-2
1. Yaptığım gözlem inceleme ve araştırmalarda bölgemizde meyvecilik konusunda üreticilerin çok az bilgiye sahip olduklarını, doğru diye bilinen bilgilerinin de çoğunun yanlış olduğunu tespit ettim. Maalesef bölgemizde ilkbahar geç donları yeni açan çiçeklerin veya yeni oluşan meyvelerin soğuktan zarar görmesine sebep olmaktadır. Sonbahar erken donları da sürgün uçlarının donmasına, ilkbahar da bu donan sürgün uçlarının kurumasına sebep olmaktadır. Üreticilerimizde, meyve olmadığı için bahçede bulunan ağaçların gübreleme, sulama, hastalık ve zararlılarla mücadele gibi yapılması gereken işlerini yapmamaktadırlar. Oysa İlkbaharda, çiçeklerin açılmasından üç dört hafta sonra, meyve ağaçlarının dal ve dalcıkları üzerinde yeniden bir takım tomurcuklar meydana gelmektedir. Meydana gelen bu tomurcuklardan bir yıl sonra çiçekler açacak veya sürgünler meydana gelecektir. Bir yıl önce oluşmaya başlayan tomurcukların sonraki mevsimde çiçek açıp meyve oluşturması veya sürgün oluşturması ağaçların bünyesindeki besin maddelerinin miktarına, birbirlerine olan oranlarına göre şekillenmektedir. Eğer bitki tarafından hazırlanan karbonhidrat miktarının topraktan alınan azota oranı birden büyük olursa ağaçlar çiçek tomurcuğu oluşturmakta, aksi durumda ise sürgün oluşturmaktadır. Yani bahçemizde meyve yoksa bile biz varmış gibi her türlü bakımlarını yapmalıyız. Eğer yapmazsak gelecek yılın tomurcukları ya hiç oluşmaz, ya da az ve zayıf oluşur. Oluşan tomurcuklarda sürgün verir, meyve vermez.
2. Meyve bahçeleri ya çok az sulanmakta veya suyu fazla olan üreticilerde bitkilerin ihtiyacından çok fazla sulama yapmaktadırlar. İç Anadolu gibi kurak bölgelerde sulama yapılmazsa bir yıl önceden oluşması gereken bu tomurcuklar oluşmamaktadır. Az suyun çiçek tomurcuğu oluşumu üzerine olan bu olumsuz etkisi yanında fazla suyun da özellikle kuvvetli büyüyen ağaçlarda tomurcukların sürgün vermesine sebep olmaktadır. Bu nedenle, çiçek tomurcuklarının oluşmaya başladıkları devrelerde ağaçların su ve besin maddelerine olan ihtiyaçlarının yeteri kadar karşılanması en doğrusudur. Eğer meyve ağaçları ilkbaharda yeteri kadar sulanıp gelecek yılın tomurcuklarının oluşumu tamamlanamadıysa, sonbaharda yapılacak sulamamalarla tomurcukların gelişimlerinin tamamlanması sağlanabilir.
Sonbahar sulamasının yapılmadığı yerlerde tomurcuklar içerisinde organların tam oluşamayarak kış dinlenme periyoduna girdikleri ve ertesi ilkbaharda kısa iğneli anormal çiçekler halinde açıldıkları görülmektedir. Bu anormal yapıdaki çiçeklerde döllenme normal olamadığından meyve oluşumu gerçekleşmemektedir.
Orta Anadolu Bölgesinde Meyvecilik-1
Orta Anadolu’da her geçen gün ticari amaçla kurulan bahçelerin sayısı ve alanı artarak devam etmektedir. Kurulan bahçelerle ilgili yaptığım arazi gezileri, gözlem, araştırma ve incelemelerle ilgili düşüncelerimi sizlerle paylaşmak istiyorum.
Tarımsal yatırımlar içinde meyvecilik, yoğun emek isteyen, pahalı ve geri dönüşü çok zor olan yatırımdır. Buna rağmen çoğu bahçenin gerekli fizibilite çalışmaları yapılmadan, uzman kişilerin bilgi ve tecrübeleri alınmadan kurulduğunu görmekteyiz. Bu yüzden fidanlarda ve ağaçlarda kurumalar, uygun olmayan su kaynaklarının sulamada kullanılması, yabancı ot mücadelesi hastalık ve zararlılarla ilgili ilaçlama hataları, yanlış gübreleme uygulamaları neticesinde bahçelerden beklenen verim alınamamaktadır. Bahçeler kurulmadan önce ve kurulduktan sonra şu hususlar göz önünde bulundurulmalıdır.
1. Bahçe kurulacak araziden 2-2.5 metre derinlikte toprak profilleri açılarak toprak kalınlığı ve profilin yapısı uzman kişiler tarafından incelenmelidir. Orta Anadolu’da genelde toprak kalınlığı diğer bölgelere göre çok azdır. Meyve bahçesi kurulacak arazilerin toprak derinliğinin yetiştirilecek türe ve çeşide uygun olması gerekir. Örneğin ceviz bahçesi kurulacaksa toprak derinliğinin en az 1.5- 2 metre olması gerekir. Yeterli toprak derinliğine sahip olmayan bahçelere ceviz dikildiği zaman ilk yıllarda gelişme normal olarak devam edebilir ama 4-5 sene sonra ağaçların tepelerinde kurumalar meydana gelmektedir.