Millete pranga yöneticilik bitti
Devlet, tarihine ve derinliğine yakışır sükunetle kendini güncelliyor. Bu güncellenmeyi okuyamayan siyasetçi, yönetici, akademisyen, bilim adamı, sözde aydınlar, medyamız gibi okumuş-yazmışlardan bir orta sınıfımız var. Aynı körlüğü, Osmanlı’nın son döneminde yaşamıştı devlet, yine aynı bu kitle sayesinde.
Çanakkale Savaşı, Birinci Dünya Savaşı ve Kurtuluş Savaşı olarak ödedik bu körlüğün bedelini.
Kendi çıkarlarını devlet ve millet çıkarlarının önüne koyan yöneticiler, bürokratlar...
Batı özentiliği şekilde kalan kendi ülkesinden kopmuş sığ aydınlar, uyuşuk orta sınıf...
Bilim üretemeyen, hazırcı kopyacı bilim adamları...
Dışarıdan gelen desteklerle kendi devletinin üzerine çullanan medyamız vardı o zaman da...
Topluma önder olması gerekenler, savaş uçurumlarına, yokluğa, fakirliğe sürükledi milletini.
Kut almayan yönetemez
Yeni devlet, Cumhuriyet kurulduktan sonra da bu kısa menzilli görüşleriyle arsızlıklarına devam etti, Atatürk’ten sonra onun özgün Türk devlet anlayışına dönüşünü 10 Kasım 1938’in ertesi günü kesintiye uğrattı, gemleri azıya alıp, bir kez daha devlet-millet ilişkisini çarpıtarak koşmaya hazırlanan toplumun bacaklarına pranga oldu, dolandılar.
Türk devlet bilinci ya da kültürü, okumuş-okumamış halkın hücrelerine sinmiş derinliktedir. Dünyanın siyaset bilim anlayışı, halen hem tanımlayamaz hem açıklayamaz bu derinliği.
‘Kut almak’ tabiri vardır devleti yönetmek için; iyilik getiren şey, uğur, talih anlamına kullanılır. Kut alan kişi yönetebilir devleti, dinlerden önce de kutsaldır devlet yönetmek Türkler ’de. Gök tanrıdan bir görevdir, görevini yerine getiremeyenin kutu alınır, savaşı da yönetimi de kaybeder yöneten.
İnsanı yaşat ki devlet yaşasın
Yusuf Has Hacip, güzel özetlemiştir Kutadgu Bilig’de: “Kut’un tabiatı hizmet, şiarı adalettir... Fazilet ve kısmet, kuttan doğar.. Hükümdarlar iktidarı tanrıdan alırlar.” Şeyh Edebali, Osmanlı İmparatorluğu’nun kurucusu Osman Bey yola çıkarken şöyle anımsatır asli görevini: “İnsanı yaşat ki devlet yaşasın”
Sadece kağan ya da hükümdar için değil, tüm yöneticiler, onların akıl hocası önderler için de geçerlidir bu anlayış. Toplum yaşamı ve düzenini sağlayamayacaksan yöneticilik görevin yoktur zaten.
Hükümdar için ilk iki kural; kimse aç kalmayacak, kimse açıkta kalmayacak. Yani devlet olmak, insani yaşamın düzenini sağlamak demek. Kişisel hırsa kapılıp, kendi çıkarları için çalışanların, kutu alınır, başarısızlıkları kaçınılmazdır. Kutlu yöneticiliğin kitabında topluma eziyet, kargaşayla cezalandırılır. Toplum duraklar, geriler, idare çöker.
İşte dünya tarihi boyunca var olmayı başaran Türk devletleri, ilkeleri uyguladıkça yaşamış, ilkelerden saptıkça çökmüşlerdir. Cumhuriyet, Türk devlet geleneğine dönüştür, Atatürk’ten sonrası sapıştır.
Adalet ve erdem ile güncellenecek
Siyasal ve ekonomik sistemiyle yeni bir dünyanın kuruluş arifesindeyiz, Türk devleti de yerini almak üzere güncelleniyor. Ebediyen geçerli, erdem ve adalet üzerine kurulu temel ilkeleri üzerine güncellenecek devlet.
İşte bu süreci okuyamayan ne siyasetçi ne bürokrat ne akademisyen ne bilim adamı ne aydın ne medya ne de okumuş-yazmışlar, geçerliliğini yitirmiştir. Milletin bacaklarına dolanıp koşmasına engel prangadır artık onlar. Dünyayı okuyamayan, sığ görüşlü bu akılların, yeri yok güncellenen devlette.
Oyalayıcı ve körleştirici bir kaşık suda kopartılan fırtınalara, günü birlik ağız dalaşlarına kısılıp, kapılmayınız, devlet ve toplum, denizlere, okyanuslara açılıyor. Açın ufkunuzu, kurtulunuz bu pranga yöneticiler, bürokratlar, aydınlar ve medyalar esaretinden. Tarihi döngülerinden birini yaşayan Türk devleti, yeni dünyanın kurucularından olmadıkça o dünya ya kurulamayacak ya da sakat doğacaktır.