Kızılcagün’den bugüne
O günden bugüne, yepyeni bir yönetim biçimiyle kendini güncelledi devlet. Devletiyle beraber millet… Çocukluk dönemini bitirdi, ergenliğini bitirmek üzereler. Olgunluk dönemiyle bir kez daha dünyanın söz sahibi, tarihi yönlendiren ülke ve toplumları arasında yerini almaya hazırlanıyorlar.
19 Mayıs, 23 Nisan, 30 Ağustos, 29 Ekim gibi günlerin arasına, aynı ağırlıkta girmeli 27 Aralık 1919. Ankaralıların ‘Kızılcagün’ diye tanımladığı, yüzyıllar sonra umudun yeşerdiği, karanlığın aydınlığa döndüğü gündür 27 Aralık. Ankara’da, o gün tescil edilmiştir ülkenin geleceği, o gün kesinleşmiştir sonuna kadar bir mücadeleye girileceği.
Ankaralılar, Samsun’dan başlayan hareketin, gidişatı durdurma kararlılık ve ciddiyetini idrak etmiştir.
1936'da yıkılan Ankara Telgrafhanesi
SADRAZAMA POSTA!
Yaklaşık 3 ay öncesi, 11 Eylül 1919.
Ankara Telgrafhanesi’ne Müftü Hoca Atıf, Defterdar Yahya Galip ve Hoca Hatip Ahmet Efendi, Ankaralılar adına padişahla görüşmeye gelir. Padişahı, telgraf başına çağırırlar. Sadrazam Damat Ferit Paşa çıkar telgrafın İstanbul ucuna. Israrla padişahı isterler. “Millet, padişahla görüşemez!” diye paylar Damat Ferit. Israr ederler, ödün vermez sadrazam. Bunun üzerine Ankara Telgrafhanesi’nden, tarihinin en ağır postasını gönderirler: “Öyleyse Ankaralılar da ne senin gibi Sadrazamı ne de senin Padişahını tanımıyor!”
27 Aralık 1919’da, kafası bu kadar berrak bir Ankara’ya gelir Mustafa Kemal ve arkadaşları. Bir önceki yazımızda yer verdik o günkü coşkuya. İngiliz ve Fransız işgalcilerin kös kös bakışları arasında, bambaşka bir halk doldurmuştu Ankara tepelerini, sokaklarını, meydanını. Bu bitkin ve fakir olan halka, ne olmuştu bir gecede?
1919 TÜRKİYE’Sİ YOK
100 yıl sonra aynı taleplerle ancak farklı yöntemlerle gelmeye çalışıyor işgalciler. O zaman bizzat teşrif etmişlerdi, şimdi PKK, İŞİD gibi örgütler, FETÖ gibi devlet içinde devlet olma hayalinde cemaatler ve köksüz liboşlar gibi maşalarla gelmeye çalışıyorlar. Bizzat kendileri gelmeye hiç yanaşmıyorlar nedense.
Ne 1919’un yokluğu ne cehaleti ne siyasi basiretsizliği var bugün. Üstüne, kendi teknolojisini geliştirebilen, dünya savaş tarihinde yeni bir dönem açacak savunma sanayisine sahip, ergenlikten olgunluğa geçmeye hazırlanan bir Türkiye var.
Bu Türkiye’nin akıl özü hala Ankara’da ama İstanbul’la sulandırma gayretleri de bitmiyor bir yandan.
AHİ CUMHURİYETİ
1290 ile 1354 yılları arasında bir yönetim boşluğu oluşur. 1304’de İlhanlılar yani Moğollar alır Ankara’yı. 1344 gibi onlar da tutunamaz. 1344 ile 1354 yılları arasındaki süreci, Türk tarihin ilk cumhuriyeti sayılan seçimli demokratik bir uygulama örneği AHİ Cumhuriyeti idare eder Ankara’da. AHİ eşrafın öncülüğünde, kendi kendini idare eder şehir. Liyakatine ikna olduğu gün de adabınca Osmanlı’ya devreder idareyi.
İdare ve devlet bilincinin derinliği yeni değildir Ankara’nın.
Mustafa Kemal, “Ben Ankara’yı coğrafya kitabından ziyade tarihten öğrendim ve cumhuriyet merkezi olarak öğrendim. Hakikaten, Selçuki idaresinin bölünmesi üzerine Anadolu’da teşekkül eden küçük hükümetlerin isimlerini okurken bir ‘Ankara Cumhuriyeti’ni (Ahi Cumhuriyeti) görmüştüm. Tarih sahifelerinin bana bir cumhuriyet merkezi olarak tanıttığı Ankara’ya ilk defa geldiğim o gün de gördüm ki aradan geçen asırlara rağmen Ankara’da hala o cumhuriyet kabiliyeti devam ediyor. Ankara’nın ve Ankaralılar’ın benim gönlümde bambaşka bir yeri vardır” demiş, Cumhuriyet, Ankara’yı başkent yaparak ödemiştir vefa borcunu.
ALTI ÇİZİLESİ GÜN
13 Ekim 1923’te başkent oluşu değil, 27 Aralık 1919 önemlidir Ankara için. O idrak, bilinç, devlet algısı, siyasi derinlik, o gün göstermiştir bütün marifetini. Ülkenin ve milletinin kaderini yönlendirmiştir o bilinç; yeni bir devlet doğurmuş, bütün engelli, çamurlu yollardan bugüne getirmiştir.
Kızılcagün, bu bilincin miladı ve kayıtlı tescilidir. El aleme karşı, en çok altı çizilmesi gereken gün…