Ankara Haftası hatırlatması
Ekim ayı, Cumhuriyet’in toprağa atıldığı, Ankara’nın filizlendiği ay. Mevsimlerin son, Ankara’nın ilkbaharı. Ülkesini ve milletini sevenler, gözle değil, aklıyla sever başkentini.
12 Ekim 2012’ydi, Milliyet Ankara Gazetesi’nde ‘Ankara Haftası Lazım’ başlıklı yazımız, bir öneri ve davetti aynı zamanda. Yazının girişini, hala başkasının kalemiymiş gibi içimiz titreyerek okuyoruz:
“Ekim ayı, mevsimlerin solduğu ama Ankara’nın yeşerdiği aydır. Doğasına sinmiş meziyettir; ümitler solduğu zaman yeşerir, ışıldar. Dar zamanların şehridir Ankara, kötü günde gösterir vefasını da aklını da gücünü de. Ya havasından ya suyundan ya taşından, toprağından.. ya da hepsinde pişen insanından, zorda belli eder kendini. Sonbahar güneşi olur, kuru kavruk dökülmüş yapraklar arasında, sürmüş taptaze filiz olur. Ölüm döşeğindeki ümidi dirilten gösterişsiz bir bilgedir. Soluk benizli Ekim ayı, onun zamanıdır.”
ÜLKENİN KALBİNDEN DEVLETİN RAHİMLİĞİNE
5 Ekim 1922’de Ankaralı olur Mustafa Kemal. Atatürk soyadını almasına 12 yıl var.
Ömrü cepheden cepheye, Cumhuriyet sınırları dışında dolaşmakla geçmiş Mustafa Kemal’i hedefleyen üç vekil, “Milletvekili adayları, doğdukları veya en az 5 yıl süreyle yaşadıkları yerlerden aday olmalıdır” diye kanun değişikliği önerir. Öneri Meclis’te reddedilir ve birçok il, hemşehrilik teklifi götürür büyük öndere.
Kendisine de devletine de canıyla malıyla kucak açan Ankara’yı kabul eder, Hacıbayram kütüğüne yazılır.
Bir yıl sonra 13 Ekim 1923’de, başkent ilan edilir Ankara. Kalbi olur ülkenin. Bedelini canı ve malıyla fazlasıyla ödemiş, bileğinin ve idrakinin hakkıyla başkentliği hak etmiştir.
16 gün sonra 29 Ekim 1923’de Cumhuriyet ilan edilir, Mustafa Kemal Cumhurbaşkanı seçilir. Ülkenin kalbiyken devletin de rahmi olmuştur artık.
Soluk yaprakların kapattığı bozkıra bir tohum atılmış, o tohumdan önce Ankara filizlenmiştir.
İÇİMİZDEKİ İDRASİZLER DİRENİYOR DEMEK
Daha sonra 12 Ekim 2015 ve 27 Eylül 2017’de yinelediğimiz ‘Ankara Haftası’ öneri ve davetimiz, başkentine sahip çıkan herkeste karşılık bulmuş, devletin bürokratlarında kılı kıpırdatmamıştır. Yavan yasak savma törenleri, ruhsuz kutlamalar, başkentin itibarına kasıtla yapılıyordu herhalde. Dedesinin, ninesinin, anasının, babasının Milli Mücadele’ye katkısından şeref duyan Ankaralılar’ı bile soğutmuştu duyarsızlık. Dar çevrelerde, kendi aralarında yaşıyorlardı gurur ve coşkularını.
Devletin, kendine sahip çıkana sahip çıkmayışıydı manzara, bir başka devlet mi vardı bu devlet içre?
Savaştığımız ülkeler, tabii olarak ne kaybettikleri savaştan ne de parmaklarında oynattıkları İstanbul’un başkentliği kaybedişinden memnundu. Çok direndi ama büyükelçiliklerini Ankara’ya açmak zorunda kaldılar. Onlar kadar içimizdeki yönetici idraksizler de hala direniyor demek.
İlk davetimizden bu yana 11 yıl geçmiş. Ankara, önce Mustafa Kemal ve arkadaşlarının şehre ayak bastığı 27 Aralık 1919’un, sonra 5 Ekim, 13 Ekim ve 29 Ekim’in şanına yaraşır kutlanmasını dibine kadar hak etmektedir.
Değilse ne atılan tohum ne filizlenen başkent ne de devlet yaşar bu cahil yönetici bozkırında.