Bu yazıda Zengezur Koridoru’ndan ve bu koridorun Türkiye için taşıdığı önemden bahsedeceğim.
Önce bu koridorun coğrafi konumunu kısaca belirteyim.
Zengezur Koridoru tarihi İpek Yolu üzerinde yer alır.
Bu yazıda Zengezur Koridoru’ndan ve bu koridorun Türkiye için taşıdığı önemden bahsedeceğim.
Önce bu koridorun coğrafi konumunu kısaca belirteyim.
Zengezur Koridoru tarihi İpek Yolu üzerinde yer alır.
Bencillik öyle bir felakettir ki önlem alınmazsa, insan bencillikten kaynaklanan zararlardan korunmazsa, maazallah, bencillik, insanı uçuruma götürerek öldürür ve yok eder.
Elbette bencillik insanı bedenen öldürmez, ruhen öldürür.
Hatta bencillik insanı bedenen belki sağlıklı gibi gösterse de o zinde görünen bedende ruh da yoktur, insanlık da yoktur.
Bugün (24.07.2023) Lozan Antlaşmasının yıl dönümü. Öyle bir Antlaşma ki, aradan 100 yıl geçmiş ve hâlâ tartışılıyor, hâlâ gündemdeki sıcaklığını koruyor. Ben Lozan Antlaşması hakkında çok kitap, yazı ve makale okudum.
Tabi bunlar içerisinde en çok da Lord Curzon’un anıları önemli yer tutar. Lord Curzon’un anıları yanında o dönemde yani 1922-1923-1924 yıllarında İngiliz Lordlar ve Avam Kamarasında yapılan görüşmelerde, şu husus çok net anlaşılıyor ki, İngiltere Lozan’a şu 4 açıdan bakmıştır.
1-Osmanlı topraklarındaki gayrimüslimlerin hakları (Başta Ermeni ve Rumlar olmak üzere gayrimüslimlerin himaye edilmesi)
GÜVENME HA *
* Gözü hep yükseklerde olan alçak nefsime sesleniş.
Bakıyorum da gözün hep en yükseklerde.
Toplumlar ailelerden teşekkül eder. Aileleri sağlam olmayan toplumlar sağlam değildir. Aileleri mutlu olmayan toplumlar mutlu değildir. Bu gerçek, bu hakikat ayan beyan ortada iken, toplumları güçlendirmenin yolu belli iken, hâlâ kumda oynayan çocuklar gibiyiz.
Aileler çöküyor. Evlilik kurumu eskisi kadar ilgi ve rağbet görmüyor. Gençler evlilikten korkuyor. Toplumdaki fertler arasında birbirlerine güvensizlik hakim. Bir de hayat pahalılığı evlilikleri zorlaştırıyor. Yeni aileler kurulamıyor. Yeni aileler kurulamazken kurulmuş aileler de bir bir dağılıyor.
Bir ağaç düşünün. Yeni yaprak, yeni çiçek açmıyor. Eski yaprakları da bir bir kuruyor. Çiçekleri bir bir dökülüyor. O ağacın sonu nedir? Elbette, o ağacın sonu çürüyüp de, yıkılıp da ortadan kalkmaktır. Aynı bunun gibi. Bu gidişat böyle devam ederse, yeni evlilikler kurulmazsa, eski evlilikler çökerse, maalesef bu toplum ortadan kalkar. Aynı bir ağaç gibi bu toplum çürür, kurur ve ortadan kaldırılır.
Kıyafet örtünmek içindir, açılmak için değildir. Müslümanlar kapalı giyinirler ve kadın olsun, erkek olsun, vücut hatlarını belli etmeyecek bir örtüye bürünürler. Bizim örtünmede asıl gözeteceğimiz husus budur.
Kapalılığı ve vücudunun tamamının örtülmesini sağlayan kıyafetler Müslümanların öz kıyafetleridir.
En başta bunları belirteyim. Öyle lafı uzatmaya ve eğik bükmeye gerek yok.
Geçen gün, bir sosyal medya platformunda bir paylaşımda bulundum ve hizmetlerin yerelden (yerinden) görülmesi gerektiğine dair bir mesaj paylaştım.
Tabi o mesajın evveli de var. Niye o mesajı paylaştım? Bir makam kapısında bekle bekle ve tam makam sahibi ile görüşecekken reddedildik ve görüşemedik.
Konu benim şahsi konum değildi. Konu keyif için bir ziyaret değildi. Konu bir kamu kurumunda ve üst düzey bir yetkili ile görüşüp taşradan gelen bir meslek odası başkanının İli için hazırladığı sorunlar listesini ve çözüm beklentilerini bir yüksek makama iletmekti.
Bundan iki üç ay kadar önce EYT gündemdeydi ve 2023 Mayıs seçimlerinden önce çıkarıldı ve erken emeklilik sağlandı.
Seçime yönelik bir hamleydi. Seçimlerde fayda sağladı mı, sağlamadı mı? Bu ayrı bir husus.
EYT denilen ve erken emeklilik getiren o Kanundan 2 milyona yakın kişi yararlandı. Bu kadar kişinin ekonomiye getirdiği yük, ileride sorun teşkil eder m, etmez mi?
Geçen Bayramda, bir mezarlık ziyaretinde aile fertleri olarak ellerimizi kaldırdık içimizden uzun uzun dua ediyoruz. O sırada yanımızda bulunan Hacı Kardeşim birden sesli bir şekilde kısaca şöyle dua etti: “Allah zavallılara yardım etsin.”
Hepimiz duyduk bu duayı ve “amin” dedik.
Birden “kafamda şimşekler çaktı” derler ya, şunları düşünmeme vesile oldu, o kısa dua.
Aklım almıyor, insanlar iki Dünya’yı birden kazanmak varken, neden bir Dünyaya razı olurlar? Ve bir Dünya’ya razı olan insan, bu Dünya’da nasıl bu kadar mutlu olur?
Daha açık sorayım.
Kafirler niye hayatlarından memnundurlar? Normalde bu hayatta onların çıldırması ve memnun olmaması gerekmiyor mu?
Üstadımız Necip Fazıl Kısakürek’in,
“İnsan bu, su misali, kıvrım kıvrım akar ya;
Bir yanda akan benim, öbür yanda Sakarya.” şeklinde başlayan muhteşem seslenişi, Sakarya Türküsü isimli şiir,
Lafı hiç eğik bükmeyeceğim.
Sözümü hiç dolandırmadan doğrudan söyleyeceğim.
Futbolcular gibi kale önünde top çevirmeye ve “artistlik yapmaya” gerek yok.
Dünyada en çok kınanan İsrail'dir, desem yeridir.
İsrail nedir diye soracak olursak, Devlet değildir.
İsrail, bir terör oluşumudur.
İstanbul Valisi Davut Gül'ü tebrik ediyor bir hassas konuya dikkat çekiyorum. Yazıma bilindik bir sözle başlayacağım.
“Reklamın iyisi kötüsü olmaz.”
Bazen bir konuda eleştirel bir tavırda bulunarak bir hususu ve bir grubu, bir kişiyi tenkit ettiğimizde ve gündemde tuttuğumuzda o kötü ve yanlış kişilerin reklamını yapmış olabiliriz.
Vahşi kapitalizm, tüm Dünya’da özellikle son 50 yıldır şah idi, günümüzde şahbaz oldu.
Çünkü günümüzdeki sömürü araçlarına iki araç daha eklendi.
Bunlar gayrimenkul (yani ev, arsa, dükkan) ve arabalar (otomobil ve diğer araçlar).
Çocukluk der geçeriz, ya da çocuktur işte der mazur görürüz ya, gerçekten de, yani beklenmedik işler yapanlara, beklenmedik hareketler yapanlara da çocuk ya da çocukluk nitelemesi yapabiliriz.
Manasını ancak kendisi bilir ve “anlamadık bu sözün manasını” deriz ya şairin bir şiirinde. Bazen çocukların da sözlerine mana veremeyiz.
Bazen de şairin sözünde gizemlilik, hikmet ararız. Çocukların sözleri de gizemli ve hikmetli olabilir.
Birçok yerde, birçok kez duyuyoruz. “Her şeyimiz var, ancak ağzımızın tadı yok.”
Muhtelif sohbetlerde siz de duymuşsunuzdur. “Efendim, mutlu değiliz, evimiz, arabamız, dükkanımız, bağımız-bahçemiz var, ama bir doyumsuzluk var, tatminsizlik var, huzursuzluk var, mutsuzluk var.”
Evet, sonuçta halimizden memnun değiliz. Şöyle bir geçmiş günlerime baktığımda, kendi durumuma baktığımda, eskiden ailemizin yaşadığı yıllara, Kahramanmaraş Pazarcık’taki aile ortamına baktığımda gerçekten de mutluyduk, huzurluyduk.
Bu satırları yazarı kardeşiniz Siyasal Bilgiler Fakültesi mezunu, Denetçi ve halkın içinde bir şair yazardır. Bu yönünün yanında araştırmacı ve kamuoyunun nabzını çeşitli vasıtalarla tutan bir kişidir.
Bu kardeşiniz, hangi kurum ve kuruluşta olursa olsun, ister kamu ve isterse özel sektörde olsun, kesinlikle israflara karşıdır.
Bu özelliklerimle birlikte hemen belirtiyorum. “Belediyelerde israf çoktur. Sırf belediyelerde değil, kamuda birçok kurum ve kuruluşta israf çoktur.” Ben israflara karşı olduğumu yeni belirtmiyorum. İşte size bundan çok önce yazdığım bir yazının başlığı, “Belediyeler birer israf merkezi olmasın.” Yazının yayınlanma tarihi: 30 Mart 2022. İşte o yazıdan birkaç satır.
İnsanoğlu, iki kavramın arasında “hayatın manasını anlamlandırır.” Bu kavramlardan birincisi mutlaklık, diğeri göreceliliktir.
İnsan hayatını bunlara göre anlamlandırır derken kastım şudur. Mutlaklık fikrine kendisini ne kadar yaklaştırırsa hayatı o kadar anlar, göreceli bakış açısına kendisini ne kadar kaptırırsa o denli bataklıkta boğuşup kalır.
Şimdi soracaksınız. Ey Yazar bu ne demek? Ne diyorsun sen? Mutlaklık fikri nedir? Görecelilik fikri nedir? İnsan, mutlaklık fikrine nasıl yaklaşır? Görecelilik bataklığına nasıl düşer?
Bu yazıda bir şiir ve ardından bir sesleniş var. Şiir, şehir insanını trajedik durumunu anlatıyor. Sesleniş de o trajedik durumun daha da ayrıntılı ele alınması ve şehirlerde yaşayan zavallıların durumunu detaylı bir şekilde gözler önüne serilmesidir.
Önce şiir:
GEÇTİ ÖMRÜMÜZ
Yazımızın konusu ekonomik gidişat hakkında olduğu için yazımızın başlığında Merkez Bankası Başkanı diye bir ibare var. Ayrıca ekonomik sorunlarda tüm Milletimizi sorumlu tuttuğum için yazımızın başlığında onlara yer verdim.
Evet, bu kısa açıklamadan sonra “bismillah” diyerek başlayalım.
Ekonomik gidişat berbat. Ülkede ekonomik sorunlar had safhada.
Hiç adetim ve huyum değildir. Bir yazarın yazdığı bir yazıyı yorumlamak ve oradan hareket ederek bir başka yazı yazmak huyum ve adetim değildir.
Bugün alışılmışın dışında bir yazı yazacağım ve İlahiyat Profesörü Hayrettin Karaman'ın, “Cumhurbaşkanlığı Seçiminin ardından yazdığı” yazısından yola çıkarak bir yazı kaleme alacağım.
Önce Profesör Hayrettin Karaman ne diyor? Ona bakalım.
Bilen biliyor, takip eden anlıyor, bizi uzaktan yakından, şiir ve edebiyat dünyasında izleyenler biliyor ki biz şiirde tefekküre ve düşünce ağırlıklı seslenişe önem veriyoruz. İşte aşağıda 4 şiirim mevcuttur.
Birçok şiirimde olduğu gibi bu 4 şiirim de tefekkür ağırlıktadır ve aklı olanları düşünceye çağırmaktadır.
Tüm insanları gırgıra ve dırdıra değil fikre ve ilim ile irfana çağırmaktadır.
Seçimlerden önce onlarca, yüzlerce ve binlerce yazı yazdım ve seçimlerden sonra da onlarca, yüzlerce ve binlerce yazı yazacağım.
Yazdığım yazılarda maksadım, bu vatan sathını bir büyük huzur ve refah memleketi, sevgi ve merhamet Ülkesi yapmaktır.
Bunu nasıl sağlayacağımıza dair onlarca, yüzlerce ve binlerce yazı ve makalem var.