Ahmet Sandal

Ahmet Sandal

Ecdadımızı bilmek değil anlamak mühim

Eğer anlamamış isek, bilmemiz ve öğrenmemiz çok da önemli değildir.

En başta Sevgili Peygamber Efendimizi (asm) anlamış olsak Bize bu yeter. Bu sözü söylerken O (asm) iki cihan serverine sonsuz salat ve selam gönderiyorum.

İslam’ı bilmek ve öğrenmek kadar anlamak da önemlidir. En önemlisi anlamak ve idrak etmektir.

Yazının Devamı

Doğa bir kitaptır

Doğa bir kitaptır. Doğa bir eserdir. Bu eserin yazarı ve vücuda getireni Yüce Allah’tır. İşte bu eseri okumak ve müşahede etmek Bize en büyük görevdir.

Bu eseri okumak gerekir. Okumak için esere bakmak yetmez. Görmek de gerekir. Bir esere yalnızca bakmak, ona gereken değeri vermemektir. Görmek ise gereken değeri vermek ve o eseri anlamaktır.

İşte bir otobüs yolculuğunda pencere tarafında koltuğuma yaslanmış vaziyette Doğa Kitabını okumaktayım. Bunun için Doğaya yalnızca bakmıyorum. Aynı zamanda Doğayı görüyorum.

Yazının Devamı

Ecdadımızı bilmek değil anlamak mühim

Bilmek ayrıdır, öğrenmek ayrıdır, anlamak ayrıdır.

Eğer anlamamış isek, bilmemiz ve öğrenmemiz çok da önemli değildir.

En başta Sevgili Peygamber Efendimizi (asm) anlamış olsak Bize bu yeter. Bu sözü söylerken O (asm) iki cihan serverine sonsuz salat ve selam gönderiyorum.

Yazının Devamı

Ey insanoğlu! İşte sana altı soru!

İnsan nedir? Hayat nedir? Sonsuzluk nedir? Ey insanoğlu! Nereden geldin? Neden buradasın? Nereye gidiyorsun? İşte size altı soru.

Aklı olan her insan işte bu altı soru üzerinde düşünmek zorundadır. Ben bu altı soruya ezel ve ebed soruları diyorum.

Gelin bu ezel ve ebed soruları üzerinde kısa bir fikir turu yapalım. Üzerinde düşünelim ki kurtuluşa erelim. Bu soruları basite alırsak, maazallah, hüsrana uğrarız. Kur’an-ı Kerim’de Yüce Yaradanımız (cc), bize yüzlerce kez; “akletmez misiniz? Düşünmez misiniz?” diye ikazda bulunmaktadır. Bizden düşünmemiz istenen hususlar esasında bu altı soru etrafında düğümlenmektedir. Bizden istenen, “insan, hayat ve sonsuzluk, Dünyaya gelmek, Dünyada beklemek ve Dünyadan gitmek” üzerine düşünce geliştirmemizdir. Gel gör ki, insanın üzerinde en az düşündüğü, üzerinde en az kafa yorduğu hususlar bunlardır. Heyhat ki heyhat!

Yazının Devamı

Adam Kıtlığı = Kaht-ı rical

Eskiler “adam kıtlığı” demezlerdi. “Kaht-ı rical” derlerdi. Biz adam kıtlığı diyoruz. İster kaht-ı rical diyelim, isterse adam kıtlığı diyelim maksadımız, Devlet yönetiminde ya da özel sektör yönetiminde işin ehli, adil, çalışkan, dürüst, güvenilir, fedakar, mütevazi, şeffaf, hoşgörülü, iyi ve doğru insana olan ihtiyaçtır. Bu insan sayısı da sandığınız gibi çok değildir. Bilakis çok çok azdır.

Sanılmasın ki, adam kıtlığı meselesi günümüze özgü bir meseledir. Hayır. Tarihin her döneminde adam kıtlığı bir mesele olmuştur. Nitekim, M.Ö.411 ile 324 tarihleri arasında yaşamış Filozof Diyojen’in “adam arıyorum adam” dediği tarih kitaplarında kaydedilmiş bir gerçektir. Tabi burada “adam arıyorum” sözünden kasıt, rastgele adam değil elbet. Dört dörtlük adamdır.

Rastgele adam her yerde var. Sokaklardan adamdan geçilmiyor. Ancak, “adam gibi adam” bulmak zor. İşte bu nedenle gündüz gözü elinde fenerle dolaşıp da “adam arıyorum adam” diye meydanlarda haykırmıştır.

Yazının Devamı

Demokrasilerde erdemli yönetim mümkün mü?

Demokrasilerde erdemli yönetim mümkün mü? Bu nasıl soru bu böyle? diye serzenişte bulunacaklar çoktur. Çünkü, demokrasi dışı yönetimlerde erdemli yönetim mümkün değil diye bir düşünce zihnimize o kadar çok yerleştirilmiş ki, aksini dahi düşünemiyoruz. Demokrasiyi insanlar için, toplumlar için en ideal yönetim olarak gördüğümüz için, onu erdemli bir yönetim sanıyoruz. Böyle sandığımız için de demokrasi ile erdemli yönetimi sanki eşit gibi görüyoruz.

Bir de işin teorisi ve pratiği var. Teoride demokrasiler çok ideal bir yönetim tarzı olarak görülebilir. Seçimler, seçimlerden sonra en fazla oy alanların iktidara gelmesi, halkın kendi kendisini yönetmesi, bunlar kulağa hoş gelen kavram ve deyimlerdir. Bunlar teorik açıdan geçerlidir. Uygulamaya gelince iş değişir.

Uygulamada iş o kadar değişir ki, Batı’dan Doğu’ya, Kuzey’den Güney’e yüzlerce demokrasi uygulamaları ve farklılıkları vardır. Bu uygulamaların hangisi idealdir? Belki de Dünyada ideal demokrasi de yoktur. İdeale yaklaşan yönetimler elbette vardır.

Yazının Devamı

Gölge yönetici mi bilge yönetici mi?

Herkes gölge yönetici olabilir. Ancak çok az kimse bilge yönetici olabilir. Bu Ülkede ister kamu sektöründe olsun, isterse özel sektörde olsun “gölge yöneticiye ihtiyaç yoktur, ancak bilge yöneticiye ihtiyaç çoktur.”

Osmanlı Devletini cihanşümul bir Devlet haline getirenler, “gölge yöneticiler değil, ancak bilge yöneticilerdir.”

Bu Ülkede eğer işler iyi gidiyorsa, bunu sağlayanlar gölge yöneticiler değil, bilge yöneticilerdir. Eğer bir Ülkede işler kötü gidiyorsa, bunun müsebbibi bilge yöneticiler değil, gölge yöneticilerdir.

Yazının Devamı

DENETİMSİZ YÖNETİM OLMAZ!

Denetim hakkında yazmak için bilgisayarın başına geçtim. Başlıkta ne olsun diye uzun uzun düşündüm. Önce başlık olarak “Denetim, Denetim, Denetim” yazdım. Sonra “Denetimsiz Yönetim Olmaz” başlığında karar kıldım. Esasında başka başlıklar da olabilirdi. Şu başlıkları da düşündüm: “Denetim Üzerine Düşünceler”, “Denetimden Korkmak Değil, Denetimsizlikten Korkmak Gerek”, “Denetim ile Yönetim Birbirine Düşman Değildir.” Bunun gibi daha onlarca başlıklar da düşünülebilir. Şurası muhakkak ki, her başlıkta anlatılmak istenen “denetimin gerekliliği ve olmazsa olmaz bir şart oluşudur.”

Gerçek budur. Dünyanın her yerinde denetim de, yönetim de bir madalyonun iki yüzü gibi, birbirinden ayrılmaz görülür.

Gerçek budur amma, gel gör ki, “denetime soğuk bakan, denetimi “öcü” gibi gören, denetimi bir fren ve yönetimi engelleyen bir mekanizma gibi gören kafalar da yok değil. Bu kafalar yönetim kademelerinde üst görev yapma fırsatı dahi yakalamış olabilirler. Esasında bu kafaların çoğu (maalesef) yönetimde yer buluyor.

Yazının Devamı

Peygamberler ve biz

Bediüzzaman Said Nursi Üstadımız, Hz. Yunus Aleyhisselâmın Kur’an-ı Kerim’de geçen “Lâ ilâhe illâ ente subhâneke innî kuntu minez zâlimîn” “Senden başka ilâh yoktur. Sen her türlü noksanlıktan, eşi-ortağı olmaktan uzaksın. Şüphesiz ben kendine yazık edenlerden oldum” (Enbiyâ Suresi, 87) münacaatı ile ilgili olarak şöyle tespitlerde bulunur. Yunus Peygamber bir gemiye binmiş yolculuk ederken denize atılmış, büyük bir balık onu yutmuş. Deniz fırtınalı, hava karanlık ve gece dağdağalı ve her taraftan ümit kesik bir vaziyetteyken yukarıdaki münacaatta (duada) bulunmuştu. O duadan sonra necat (kurtuluş) bulmuştur. “O vaziyette bütün dünyevi sebepler boşa çıktı ve tesirsiz kaldı. Çünkü o halde Yunus Peygambere kurtuluş verecek öyle bir Zat lâzım ki, hükmü hem balığa, hem denize, hem geceye, hem fırtınalı havaya geçebilsin. Çünkü onun aleyhinde gece, deniz ve balık ittifak etmişler. Bu üçünü birden emrine musahhar eden bir Zat onu sahil-i selâmete çıkarabilir. Eğer bütün halk onun hizmetkârı ve yardımcısı olsaydılar, yine beş para faydaları olmazdı. Demek sebeplerin tesiri yok.”

Üstad bu tespitlerden sonra konuyu, Bizim insanlık olarak içinde bulunduğumuz duruma getiriyor ve şöyle sesleniyor: “İşte, Hazret-i Yunus Aleyhisselâmın vaziyetinden yüz derece daha müthiş bir vaziyetteyiz. Gecemiz istikbaldir. İstikbalimiz gaflet içinde, onun gecesinden yüz derece daha karanlık ve dehşetlidir. Denizimiz, şu içinde bulunduğumuz Dünya zeminidir. Ve bu zeminde herkesi ölüm bekliyor. Heveslerimiz birer kocaman balık olmuş bizi yutuyor. Heveslerimiz ahiret hayatımızı mahvediyor. Hayatımıza kasteden bu kocaman balık (nefis denilen ejderha) daha berbattır. Çünkü Yunus’u yutan balık yalnızca vücudunu ortadan kaldırırken, bizim mahvımıza sebep olan bu balık (nefis ejderhası), daha zararlıdır. Çünkü Yunus’u yutan balık yalnızca yüz senelik bir hayatı mahveder. Bizim nefsimize ve hevamıza uymamız ise (maazallah) ebedi hayatımızı mahveder.”

Allah’ın yardımı olmasa, biz nefis ve heva dediğimiz o balığın yutmasıyla karşılacağız ve mahvolup gideceğiz. Biz yalnızca inayet-i Rabbani ile kendimizi sağlam ve güvende hissederiz. Elhamdülillah.

Yazının Devamı

Çağını sorgulamayan zihin sakat zihindir

Çağını sorgulamayan zihin sağlıklı değildir. İnsan ve toplumun gidişatını gözlemlemeyen, içinde bulunduğu hali analiz etmeyen zihin, esasında sakat zihindir. Kendisine sunulanı hemen kabul eden ve doğru mu, yanlış mı diye araştırmayan akıl, hastalıklı akıldır.

İnsan odur ki, çağı sorgulayacak ve adeta hedef tahtasına oturtacaktır.

Gelin bu yazıda, içinde bulunduğumuz çağı hedef tahtasına koyalım ve zihnimizi şu hedef doğrultusunda çalıştıralım: “Bu çağ biz ne sunuyor, bunun karşılığında bizden neleri götürüyor?” Bu soru esasında, çağı sorgulamaktır. Gelin çağı sorgulayalım. Eğer içinde bulunduğumuz çağı sorgulamazsak, sağlıklı bir zihnimiz yoktur demektir.

Yazının Devamı

Cografya kaderdir (mi)?

Mukaddime isimli bir kitabı duydunuz mu? Mukaddime isimli kitabı duyanlar az olsa da, İbn-i Haldun'u duyanlar çoktur. İbn-i Haldun'u duyanlar çok olsa da, Ebu Zeyd Abdurrahman bin Muhammed bin Haldun el Hadramî'yi duyanlar azdır.

Evet uzun ve kısa ismini yazdığım, Mukaddime isimli kitabını belirttiğim zat sosyoloji ilminin kurucularındandır.

İbn-i Haldun Tunus'ta doğmuş ve o civarda yaşamış bir 14. Yüzyıl Mütefekkiridir. Devlette çeşitli görevlerde bulundu, toplumu ve kavimleri çok yakından inceledi. Bu incelemeleri sonrasında bir nazariye geliştirdi. Asabiyet Nazariyesi isimli teorisinde İbn-i Haldun özetle şunu savundu: "Düşmanların saldırısından korunmak için öncelikle birlik ve silah gereklidir. Birlik ve silah için de insanları bir arada tutacak bir düşünce ve fikir gereklidir ki, en ilkel toplumdan itibaren bu fikir, aynı soydan, aynı ırktan gelmektir. Asabiyetten maksat, güçlü olma, üstünlük sağlama ve her daim zinde kalmaktır ki, onun kaynağı sahip olduğun ırki ve milletin özellikleridir."

Yazının Devamı

Bize siyaset değil ilm-i siyaset lazımdır

Siyaset mi, ilmi siyaset mi?

Bence her ikisi de mühim.

Esasında ilm-i siyaset de, siyasetin dışında değil. Tam içindedir. Belki de siyasetin tam merkezindedir. Ancak, bize önce siyaset değil, önce ilm-i siyaset lazımdır. Toplumları dışarıya karşı sağlam tutan ve milletleri ayakta tutan ilm-i siyasettir. İlm-i siyaset dediğimizde mantıklı, makul ve doğru siyasetten bahsediyorum. Bir insan ilm-i siyaseti bilmeden siyasete girerse, kârdan çok zarar getirir. Yarardan çok zarar getirir.

Yazının Devamı

12 maddede Amerika Amerika Amerika

Fırsatlar Ülkesi derler. Özgürlükler memleketi derler. “Dünyanın kaymağını yiyen Ülke” derler. “Vahşi kapitalizmin en acımasız uygulandığı Ülke” derler. Derler de derler. Gidip görmek kısmet olmadı. Kulaktan duyma ve kitaptan okuma bilgilerle tanımaya çalışıyoruz.

Amerika’dan bahsediyorum. Amerika derken de, Amerika kıtasından bahsetmiyorum. Çünkü bu kıtada onlarca başka Ülke var. Bahsettiğim Ülke Amerika Birleşik Devletleri’dir. Kısaca ABD denilen yer.

ABD’den bahsedeceğim bu yazıda, madde madde belli başlı özelliklerini sıralayacağım.

Yazının Devamı

Ey insanoğlu! İşte sana altı soru!

İnsan nedir? Hayat nedir? Sonsuzluk nedir? Ey insanoğlu! Nereden geldin? Neden buradasın? Nereye gidiyorsun? İşte size altı soru.

Aklı olan her insan işte bu altı soru üzerinde düşünmek zorundadır. Ben bu altı soruya ezel ve ebed soruları diyorum.

Gelin bu ezel ve ebed soruları üzerinde kısa bir fikir turu yapalım. Üzerinde düşünelim ki kurtuluşa erelim. Bu soruları basite alırsak, maazallah, hüsrana uğrarız. Kur’an-ı Kerim’de Yüce Yaradanımız (cc), bize yüzlerce kez; “akletmez misiniz? Düşünmez misiniz?” diye ikazda bulunmaktadır. Bizden düşünmemiz istenen hususlar esasında bu altı soru etrafında düğümlenmektedir. Bizden istenen, “insan, hayat ve sonsuzluk, Dünyaya gelmek, Dünyada beklemek ve Dünyadan gitmek” üzerine düşünce geliştirmemizdir. Gel gör ki, insanın üzerinde en az düşündüğü, üzerinde en az kafa yorduğu hususlar bunlardır. Heyhat ki heyhat!

Yazının Devamı

Ey insanoğlu! İşte sana altı soru!

İnsan nedir? Hayat nedir? Sonsuzluk nedir? Ey insanoğlu! Nereden geldin? Neden buradasın? Nereye gidiyorsun? İşte size altı soru.

Aklı olan her insan işte bu altı soru üzerinde düşünmek zorundadır. Ben bu altı soruya ezel ve ebed soruları diyorum.

Gelin bu ezel ve ebed soruları üzerinde kısa bir fikir turu yapalım. Üzerinde düşünelim ki kurtuluşa erelim. Bu soruları basite alırsak, maazallah, hüsrana uğrarız. Kur’an-ı Kerim’de Yüce Yaradanımız (cc), bize yüzlerce kez; “akletmez misiniz? Düşünmez misiniz?” diye ikazda bulunmaktadır. Bizden düşünmemiz istenen hususlar esasında bu altı soru etrafında düğümlenmektedir. Bizden istenen, “insan, hayat ve sonsuzluk, Dünyaya gelmek, Dünyada beklemek ve Dünyadan gitmek” üzerine düşünce geliştirmemizdir. Gel gör ki, insanın üzerinde en az düşündüğü, üzerinde en az kafa yorduğu hususlar bunlardır. Heyhat ki heyhat!

Yazının Devamı

12 maddede Almanya Almanya Almanya

Yurtdışından dönen arkadaşlara, gittikleri yerle ilgili sohbet sırasında, “haydi bakalım 12 maddede sırala, 12 maddede özetle gittiğin Ülkeyi” diyorum. Tabi, karşıdaki kişi, anlatıyor. Bu 12 madde de olabiliyor, daha fazla da olabiliyor. Biz yazacaklarımızı 12 madde ile sınırlıyoruz.

Bundan sonra hangi ülke var? Kim hangi Ülkeden geldikten sonra benimle sohbet eder? Bilmiyorum. Tek bildiğim bu “12 maddelik Ülke Özetlemelerim” devam edecek İnşaallah.

Evet, bir arkadaşımız, dostumuz Almanya’dan yeni döndü. Biz de seyahatiyle ilgili sohbet ettik ve o sohbetten işte bu makale meydana getirildi. Aşağıdaki cümleler zaman zaman arkadaşımın doğrudan sözlerini, zaman zaman da şahsımın sohbetten edindiğim izlenimleri yansıtmaktadır.

Yazının Devamı

Yalnızca iman ettim demekle kurtulacağını mı sanıyorsun?

Ebû Yahyâ Suheyb İbni Sinân’dan (ra) rivâyet edildiğine göre Rasûlullah (asm) şöyle buyurdu: “Mü’minin durumu gıpta ve hayranlığa değer. Çünkü her hâli kendisi için bir hayır sebebidir. Böylesi bir özellik sadece mü’minde vardır: Sevinecek olsa, şükreder; bu onun için hayır olur. Başına bir belâ gelecek olsa, sabreder; bu da onun için hayır olur.” (Müslim, Zühd, 64)

Elhamdülillah, bizim için Dünya’da her hâl ve her şart, manevi kâr, manevi kazançtır. Zenginsek şükrederiz ve malın, mülkün hakkını verirsek, zekatını ödersek bu bizim için hayırdır. Diyelim ki zengin değiliz ve fakiriz, bu durumda da sabrederiz, asla isyan etmeyiz ve bu da bize hayır olarak döner ve kazançlı çıkarız.

Bir insandaki imanın yansıması işte yukarıdaki gibi olacaktır. Yani ya şükredecek, ya sabredecek. İman, bu cihet itibariyle iki kısımdan müteşekkildir. İman, sabır ve şükürden oluşmaktadır.

Yazının Devamı

Adam kıtlığı=Kaht-I Rical

Eskiler “adam kıtlığı” demezlerdi. “Kaht-ı rical” derlerdi. Biz adam kıtlığı diyoruz. İster kaht-ı rical diyelim, isterse adam kıtlığı diyelim maksadımız, Devlet yönetiminde ya da özel sektör yönetiminde işin ehli, adil, çalışkan, dürüst, güvenilir, fedakar, mütevazi, şeffaf, hoşgörülü, iyi ve doğru insana olan ihtiyaçtır. Bu insan sayısı da sandığınız gibi çok değildir. Bilakis çok çok azdır.

Sanılmasın ki, adam kıtlığı meselesi günümüze özgü bir meseledir. Hayır. Tarihin her döneminde adam kıtlığı bir mesele olmuştur. Nitekim, M.Ö.411 ile 324 tarihleri arasında yaşamış Filozof Diyojen’in “adam arıyorum adam” dediği tarih kitaplarında kaydedilmiş bir gerçektir. Tabi burada “adam arıyorum” sözünden kasıt, rastgele adam değil elbet. Dört dörtlük adamdır.

Rastgele adam heryerde var. Sokaklardan adamdan geçilmiyor. Ancak, “adam gibi adam” bulmak zor. İşte bu nedenle gündüz gözü elinde fenerle dolaşıp da “adam arıyorum adam” diye meydanlarda haykırmıştır.

Yazının Devamı

Yenilmemek için yenilenmek gerekir

Ne diyor Hz. Mevlana. Gelin can kulağıyla dinleyelim:

“Her gün bir yere konmak ne güzel. Bulanmadan donmadan akmak ne hoş.

Dünle beraber gitti cancağızım.

Yazının Devamı

Filozof ve Alim Farabi’nin ahlak ve devlet ve üzerine görüşleri -2

Farabi kainattaki varlıklar arasında bir hiyerarşi olduğuna, bununla toplumdaki yapı ve işleyiş arasındaki bir ilişki bulunduğuna inanır. O, Allah’ın yarattığı ve düzenlediği kainattaki düzene benzer toplumda da siyaset aracılığıyla ideal bir toplum tesis etmeye çalışmıştır. Toplum ve kainat, insan benzeri doğal bir varlıktır. Farabi bu toplum hayalini tesis etmek için ilkin kainattaki varlıkları en tam, en eksik ve ikisi arasında olanlar diye üç guruba ayırır. Bunlar mutlak yöneten, mutlak yönetilen, hem yöneten hem de yönetilendir. Farabi için böylece kainatın yapısını, özünü araştırmak, aynı zamanda toplumun özünü araştırmak anlamına gelmektedir. Farabi’ye göre, insan bütün başarılarını düşünme kabiliyeti ile elde eder. Doğru ile yanlış, iyi ile kötü, yararlı ile zararlı, güzel ile çirkin kısaca bilgi, ahlâk, estetik, sanat ve teknik, ancak bu kabiliyet ile mümkün olmaktadır. (Mirpenç AKŞİT, Dr. Öğr. Üyesi, Iğdır Üniversitesi, http://www.ekevakademi.org/Makaleler/1548811728_15%20Mirpenc%20AKSIT.pdf)

Farabi, aynen Hocası ve kendisine Muallim olarak gördüğü Yunanlı Filozof Platon gibi hareket ederek tabi ortamdaki, kainattaki nizamı örnek alarak, oradan esinlenerek ahlak ve siyaset felsefesi geliştirerek bir Devlet modeli sunar.

Esasında Platon’un İslam Dünyası ve İslam Bilginleri üzerinde etkisi olmuştur. Platon’u o kadar kendimizden saydık ki, Eflatun ismini vererek özel ve farklı bir konuma yerleştirdik. İslam Dünyası içinde Platon’u en büyük değer veren Alimlerin başında Farabi gelir.

Yazının Devamı

Yenilmemek için yenilenmek gerekir

Ne diyor Hz. Mevlana. Gelin can kulağıyla dinleyelim:

“Her gün bir yere konmak ne güzel. Bulanmadan donmadan akmak ne hoş.

Dünle beraber gitti cancağızım.

Yazının Devamı

FİLOZOF DESCARTES’İN AHLAK VE DEVLET VE ÜZERİNE GÖRÜŞLERİ-2

Descartes ahlakı üç madde olarak özetler

Descartes ahlakı felsefesinin son adımı, bilgi ağacının son meyvesi olarak verir: “… öteki bilimlerin tam bir bilgisini gerektiren ve bilgeliğin en son basamağını teşkil eden en yüksek ve en tam ahlaka ancak köklerle gövdeden geçtikten sonra varılabilecektir.”(Emine Aydoğan, Araştırma Görevlisi, https://dergipark.org.tr/tr/download/article-file/408964)

Descartes ahlakı üç madde olarak özetler: 1-Akıl kuvvetlidir. İsterse yapmaz ve yanlışa düşmemekte ve kötülük karşısında iradesine hakim olan insanlar esasta ahlaklı insanlardır. Akıl, hiçbir kitap, hiçbir ilim ve hiçbir alim olmasa dahi, bu yetenektedir. Descartes, aklın bir dış kaynağa başvurmaksızın kendi kararını verebileceğini, kendi hareketini, davranışlarını düzenleyebilecek güçte olduğunu vurgulamakla akla olan inancını ve güvenini bir kez daha ortaya koyar. 2- Akıl baştan itibaren kuvvetli olsa da devamlı surette aydınlanmaya ve devamlı surette telkinlerle, öğütlerle desteklenmeye ihtiyaç duyar. İşte böylece ahlak akılla tamamlanır. İnsan ahlaklı olmanın kendisini mutlu edeceğini de kendisine sunulan güzel fikirlerden, doğru öğütlerden anlamış olur. Ahlakın ilk basamağında günlük yaşamda kararsız kalmamak, işlerini yürütebilmek adına sebat ve karar sahibi olmaya çalışırken, bu ikinci aşamada ahlakta aklın emirlerini yerine tam olarak getirebilme amacıyla sağlam bir karar sahibi olmak söz konudur. Bu bilinç ve kararlılık halidir. 3- En sonunda insan akla göre hareket ederken, elde olmayan bütün nimetlere tamamıyla gücümüzün dışında şeyler gözüyle bakmak ve bu yolla onları hiçbir zaman arzu etmemeye alışmaktır. Zira memnun olmamıza engel olan biricik şey, arzu, esef veya nedamettir. Descartes’ın bu kuralı aynı zamanda muvakkat ahlakında kuralıdır ve muhtevası değişmeksizin temelli ahlaka geçirilmiştir. Burada bir tür elde olanlarla yetinip kendi istek ve arzuları üzerinde bir kontrol mekanizması oluşturma mevcuttur ve bu kontrolle kişi arzu ve isteklerin boyunduruğundan kurtulur, özgür olur ve aklın liderliğini kolayca kabul eder. Eğer kişi her daim kendi istek ve arzularını doyurmaya yönelirse, onları herhangi bir sınırlandırmaya tabi tutmazsa bir istekler silsilesinde boğulacaktır ve tatminde olmayacaktır. Çünkü delik bir fıçı doldurulamayacağı gibi bu istek ve arzularında bir sonu yoktur ve bunların tatmin olmamasından kaynaklanan bir huzursuzluk durumu da insanı mutsuz kılacaktır. (Emine Aydoğan, Araştırma Görevlisi, https://dergipark.org.tr/tr/download/article-file/408964)

Yazının Devamı

Filozof Descartes’in ahlak ve devlet ve üzerine görüşleri-1

Bilindiği üzere birkaç haftadır bu sahifede Dünya çapında ünlü filozofların ahlak ve Devlet üzerine görüş ve düşüncelerine yer veriyoruz. İlk hafta Alman Filozof Arthur Schopenhauer’ın görüş ve düşüncelerine, ikinci hafta da Türkistanlı Alim Farabi’nin fikir ve görüşlerine yer verdik. Şimdi bu hafta aynı başlık altında Fransız Filozof Rene Descartes’in ahlak ve Devlet ya da daha genel anlamda etik ve siyaset üzerine görüş ve düşüncelerini kendi şerhlerimizle, kendi açıklamalarımızla anlatacağız.

Her daim ifade ettiğim hususu burada bir kez daha ifade etmeyi gereklilik olarak görüyorum. Maksadımız ideal Devlete ulaşmanın yollarını göstermektir. İdeal Devlet, Allah’ın yeryüzünde görmeyi arzuladığı Devlet’tir. Yüce Rabbim (cc) Dünya’da kullarının hak ve adalet üzerine yaşadığını görmeyi arzuladığı gibi, bu arzunun en kapsamlı, en temelli gerçekleştirilmesi için toplumların ve Devletlerin de adalet ve hak üzerinde tesis edilmesini murad etmektedir. Öyleyse ismi ne olursa olsun, ister cumhuriyet, isterse krallık olsun, adalete ve hakka istinat eden Devlet, Allah’ı muradıdır. Açın Kur’an-ı Kerim’e bakın, can kulağıyla dikkat verin Sevgili Peygamberimizin (asm) hadisi-i şeriflerine, şunu hemen fark edeceksiniz, “adalet, adalet, adalet.” Bu durum oldukça net.

Bu noktayı arz ettikten sonra, şimdi Filozof Descartes’in ahlak, etik, Devlet ve siyaset üzerine görüşlerini sunalım. Burada şunu da belirtelim, Allah kısmet ederse, bu yazı serisi devam ettiği sürece, bir hafta Batılı, bir hafta Doğulu Âlim ve Filozofun görüşüne yer vererek, doğu ve batı arasında adeta sentez meydana getirmeye çalışacağım. Benim gözümde bir filozofun ya da alimin Doğulu yada Batılı, Hristiyan ya da Müslüman olmasının hiçbir önemi yok. Benim için önemli olan fikirlerinin ahlak ve adalet, doğruluk ve sağlam bir Devlet üzerine olsun yeter.

Yazının Devamı

Filozof ve alim Farabi’nin ahlak ve devlet ve üzerine görüşleri

Geçen haftadan itibaren Gazetemizde “Filozofların Ahlak ve Devlet ve Üzerine Görüş ve Önerileri” başlığı altında güçlü ve sağlam bir Devletin nasıl kurulacağı ve ahlak, adalet ve hukuk temelleri üzerinde nasıl yükseleceği üzerinde fikirlerimi sunmaya başladım. Bu fikirlerimi sunarken, her hafta bir filozofun fikir ve görüşlerini esas alıyor ve yazı içerisinde elbette kendi görüş ve düşüncelerimi de şerh ediyorum. Bu şerhlerimde ilim, tarih, kendi gözlemlerim ve tecrübelerimi de esaslı rol oynuyor. Yıllarımı Devlet Yönetimi üzerinde kafa yormaya, fikir geliştirmeye ve bizzat Devletin içerisinde de yer alarak tecrübe edinmeye verdim. Nasıl ki, işin içinde olanlar, konuyu bizzat yaşayanlar bir işi, bir konuyu iyi bilir. Net olarak ifade edeyim, Devlet Yönetimi içerisinde 33 yıldır yer alıyorum. Elbette Devlet Yönetimini çok iyi biliyor, nerede, neler yapılması gerektiğinin farkındayım.

Tarihlerden beri Alim ve Filozoflar da güçlü bir Devletin nasıl ve hangi temeller üzerinde kurulacağına dair kafa yormuşlar ve kitaplar yazmışlardır. Geçen hafta o Alim ve Filozoflardan Alman Filozof Arthur Schopenhauer’ın ahlak, hukuk, Devlet ve siyaset üzerindeki görüş ve düşüncelerini kendi şerhim, kendi fikirlerimi de ekleyerek sizlere bu gazetede sunmuştuk. Bu hafta Türk İslam Alimi Farabi’nin ahlak, adalet, Devlet ve siyaset üzerine geliştirdiği fikir ve düşüncelerini sizlere sunacağım inşallah.

Ünlü Türk ve İslam Filozofu Farabi İslam dünyasında çok tartışılan, bazı zamanlar da yanlış tanıtılan çok değerli bir Alimdir. Allah O’ndan razı olsun. Farabi, genel olarak felsefeye ve onun içinde de siyaset felsefesine büyük önem vermiş bir kişidir. Farabi, toplumu oluşturan ve insanları bir arada tutmak ve sağlam bir toplum oluşturmak için ahlak temelleri üzerinde yükselen bir siyaseti önermiştir. Bu temel üzerinde görüş ve düşünce geliştirmiştir.

Yazının Devamı