Nimet ve külfet kavramlarına farklı bir bakış…
Nimet ve külfet kavramlarını hayatın içinde çok duyar ve bu kavramları çok kullanırız. Adeta her ikisi de dilimizden düşmez. Peki, dilimizden düşürmediğimiz bu nimet ve külfet derken, manalarını hiç düşündük mü? Nedir nimet ve külfet?
“Nimet” dediğimizde nefsin hoşuna giden ve bedeni haz ile zevk sağlayan şeyler anlaşılır.“Külfet” dediğimizde de bu tanımın tam zıttı akla gelir. Külfet, nefsin hoşuna gitmeyen ve bedene rahatsızlık ve ağırlık veren her türlü şeylerdir.
Şimdi bu tanımlardan sonra kafamda onlarca sorular belirdi. Nimet, bedenin hoşuna giden şeyler ise (ruh ile beden birbirine zıt olduğuna göre) nimetler bir yandan külfet değil midir? Ya da soruyu doğrudan sormak gerekirse, “bizim nimet bildiklerimizin külfet, bizim külfet bildiklerimizin de nimet olma” ihtimali yok mudur?
Evet, sondaki sorudan başlamak gerekirse, cevabımız “evet.” Yani, bizim nimet bildiklerimizin bir kısmı esasında külfet, bizim külfet saydıklarımızın bir kısmı da nimettir. Mesela, para-pul-servet, birer nimet görülür. Ancak, bu nimetlerin dünyevi ve uhrevi sorumlulukları akla geldiğinde, bu nimetlerin bir kısmı külfete dönüşür. Parası çok olanın kafasında meşguliyet de çoktur. Serveti çok olanın onları kaybetme korkusu ve kaygısı düşünüldüğünde o nimet bir yandan da külfet oluyor. Çok yemek ve çok içmek bir yerden sonra, beden için bir yük ve külfet oluyor. Burada da görüldüğü gibi, nimet külfete dönüşebilir.
Bizim külfet bildiklerimizin bir kısmı yeri gelir nimet olur. Mesela, namaz kılmak bedeni bir ibadettir. Bu ibadet belki bedene bir yük gibi gelebilir. Ancak, bu ibadet sayesinde bünyemiz dinçleşir ve sağlıklı olur. Oruç tutmak da öyle. Oruç tutup da aç kalırken belki biraz sıkıntı ve rahatsızlık çekeriz, ancak sonradan bedenen bir direnç ve sıhhat kazanırız.
Bu örneklerden anlaşıldığı üzere, “neyin nimet ve neyin külfet olduğu baştan değil, sonradan anlaşılır. Neyin nimet ve külfet olduğu akıl ve vicdan ile anlaşılır.”
Şimdi bir önceki soruyu cevaplayalım. Yukarıda bir önceki soruda nimet ve külfet ile ruh ve beden arasında bağlantı kurarak, “nimet, bedenin hoşuna giden şeyler ise (ruh ile beden birbirine zıt olduğuna göre) nimetler bir yandan külfet değil midir?” diye sormuştum.
Soru ilginç mi? Bilmiyorum. Cevabı nasıl olacak? Onu da bilmiyorum. Bu soruyu ben sordum da cevabını nasıl vereceğim? Gel de çık işin içinden!
“Ya Allah” diyelim ve “Rabbim’in yardımıyla” cevaplayalım:
Bedenin zevk aldığı şeylerden bir tanesi, yemek ve içmek, yani karın doyurmaktır. Karın doyurmak bedenimizin hoşuna gidiyor da, bu durumdan ruhumuz memnun mu acaba? Çünkü, çok yemek yiyen azgınlaşır. Çok yemek yiyen hayvanileşir. Hayvanileşmek dedim de, geçen gün duyduğum bir sözü burada da paylaşmamın tam sırası: “Hayvanlar açken, insanlar tokken kudurur.” İnsanlar karınlarını doyurdukları kadar ruhlarını da doyurmuyorlarsa, işte orada büyük bir tehlike vardır. İnsanın karnı az yemek ve içmekle, ruhu ise çok tefekkür ve riyazetle huzur bulur. Riyazet, nefsin isteklerini kırmak ve onları geri çevirmektir. Bir insan düşünün, hayvan gibi yiyip içiyor, hayvan gibi devamlı surette tıkınıyor, ne ibadet var, ne riyazet var. Şimdi bu adam için bu yedikleri bir nimet midir, yoksa külfet midir? Elbette külfettir.
Yiyeceklere başlarken “bismillah” diyorsan, bitirdiğinde “elhamdülillah” diyorsan ve yemek-içmek sırasında tefekkür ile, nimetleri gönderen Yüce Rabbimizi (cc) hatırlıyorsan, işte bu takdirde yemek ve içmek birere nimettir. Bunun aksi olduğunda, yani yemeklere “bismillah” ile başlamıyorsan, “Allah’a şükretmiyorsan”, nimetlerin asıl sahibi olan “Yaradan’ı bilmiyorsan”, o nimetler sana birer külfettir, külfet.
Evet, nimet ve külfet kavramlarına farklı bakış açısıyla baktığımızda başka neleri söyleyebiliriz: “Bir ev istersin, evim oldu diye sevinirsin, ancak, o evde huzurun olmazsa, o ev bir nimet sayılır mı? O evin etrafındaki komşuların ile huzurun yoksa o ev bir nimet midir? Yoksa külfet midir? Ev örneğinden sonra, evlat örneğini verelim. Evladın var, ancak hayırsız. O evlat bit nimet sayılır mı? Elbette sayılmaz. Bu örnekleri çoğaltmak mümkün.
İşte bundan dolayı, bizim Atalarımız “Allah ne verirse versin, hayırlısını ve faydalısını versin” diye dua ederlerdi. Biz de bu şekilde dua eder ve aynısını isteriz. Bir şeyin nimet olması için, hayırlı ve faydalı olması gerekir.
Buraya kadar, farklı bakış açısıyla nimet ve külfet üzerine görüşlerimi ve fikirlerimi açıkladım. Yazımın en sonunda Nimet ve Külfet Dengesi” üzerine birkaç kelam eylemek isterim.
“Nimet ve külfet dengesi”, bir toplumda huzur ve selametin sağlanması için en mühim unsurdur. Nimet ve külfet dengesinin olmadığı yerde adalet ve hakkaniyetten de bahsedilemez.
Her işte denge mühim olduğu gibi, “nimet ve külfette de denge” mühimdir. Her yerde adalet ve hakkaniyet gerekli olduğu gibi nimet ve külfette de adalet ve hakkaniyet gereklidir. Bizi yönetenler nimet ve külfet dengesine riayet etmelidirler. Bazı kesimlere nimetleri devamlı aktarıp da bazı kesimlere baktırmamalıdır. Herkese dengeli ve adaletli bir şekilde Milli Gelirden pay verilmelidir. Bunun yanında, “nimetlere sahip olanlara külfet de yüklenmelidir.” Mesela, çok parası olandan çok da vergi alınmalıdır. Öte yandan,“külfetlere maruz kalanlara nimetler de sağlanmalıdır.” Mesela, ağır şartlarda çalışan işçilere yüksek ücret ve dinlenme için de imkan sağlanmalıdır. Yalnızca iki örnek verdim. Bu örnekler binlerce çoğaltılabilir. Örnekler ne kadar çoğaltılırsa çoğaltılsın durum değişmez. Mühim olan şudur: “Toplumda nimet ve külfet dengesi mutlaka sağlanmalıdır.” Aksi takdirde o toplumda huzur olmaz ve kısa vadede bir şey olmazsa da, orta ve uzun vadede o toplum, çok geçmeden çöker. İşte bu olumsuz ve kötü durumdan kurtulmak için “nimet ve külfet dengesine herkes riayet etmelidir”, ve en başta da o toplumu yönetenler bu dengeye riayet etmelidir.