İnsanın asıl gurbeti neresi?
İnsan ve gurbet, bu iki kelime yan yana geldiğinde, sizi bilmem benim içime hüzün, sızı ve hasret çöktüğü gibi, başka acayip duygular, şairliğimden mi acaba, mecaz ve hakikat arası gelgitler çöker.
Gurbet der ve en başta, Dünya’nın tamamını kendime bir gurbet olarak görürüm. Yani, “filanca şehirde doğdun, filanca şehirde doyduğun için, memleketinden ayrı kaldın”, “filanca şehirde akraba ve çevren çok olduğu halde, filanca şehirde yalnız kaldın” gibi en basit ve en yüzeysel insani duygulardan çok daha karmaşık ve daha derinde olan filozofik duygulara kapılırım.
İşte geçen gün, o filozofik duygular atmosferine girdiğim bir günde, şunları yazdım ve arkadaşlarıma sosyal medya üzerinden şunları paylaştım:
1-“İnsanın gurbeti, aidiyet duymadığı her yerdir.”
2-“İnsanın gurbeti, kendisini anlamayanlar arasında olduğu her yerdir.”
3-“İnsanın gurbet, bedenen bir yerde olduğu halde ruhen bulunmadığı her yerdir.”
Bu üç duygu ve düşüncemi şundan dolayı yazdım.
Bu Dünya’ya aidiyet duymuyorum. Bu Dünya bana tamamen bir gurbettir. Para-pul, mal-mülk ve fani şeyler için kendini paralayan ve yalnızca bunların peşinden koşanların arasında olan bir insan gurbettedir. Hayat bu kadar basit mi? Mal-mülk ve para-pul kazanalım ve yiyip içelim diye mi bu Dünya’ya gönderildik. Şu andaki toplumun yüzde doksanı işte bu minval üzere yaşıyor. Ben bu adamlar içerisinde kendimi yalnız ve farklı hissediyorum. Bu toplum bana gurbettir. Bedenim Dünya’da olsa da, bedenim bu toplum arasında olsa da ruhum başka yerde. İşte ben ruhumun olduğu yerde yaşayamadığım için gurbetteyim.
Bu sözlerin taşıdığı manayı yalnızca ben mi düşünüyor ve yansıtıyorum. Hayır, hayır!
O sosyal medya paylaşımımdan dolayı yorum yazan birçok kişi benim bir önceki paragrafta belirttiğim açıklamaları belirttiler. Gurbet hakkında benzer yorum ve değerlendirmeleri paylaştılar.
Hazreti Mevlana’nın Mesnevi’nin daha ilk başında beyan ettiği ilk 18 beyit, esasında insanın bu Dünya’daki gurbetini anlatır.
Hazreti Mevlana ney’i gerçek bir ney olarak görmez, esasında ney’i bir sembol olarak alarak, kendisinin ruhunu seslendirir ve bu Dünya’ya atılan bedeninin hicranını yansıtır. Dünya’da esasında şöyle küresel düzeyde ve en geniş çapta düşündüğümüzde bir hicran ve inilti var. Herkeste binlerce binlerce, nice nice şikâyet var. Hepimizin gözlerinin ta derinliklerine bakıldığında derin hüzün var. Gariplikle birlikte, hüzünlüyüz, feryat-figan içindeyiz. Mevlana, Mesnevi’sine başlarken, ilk 18 beyitte, işte bu hüznü ve feryat-figanı “ney olup da inleyen bir kamış” misaliyle bizlere aktarıyor. Nasıl ki, “sazlıktan ayrılan bir kamış, ayrıldığı yeri arar ve özlerse, insanoğlu da bu Dünya’da Cennet’i arar ve özler” diyor. Bu duygu ve düşünce içinde olmayan hüsrandadır. Cennet’e özlem duymak ve ona çalışmak gerekir. Aksi halde hüsran, hüsran, hüsrandır sonu.
Evet, en sonda belirteceğim noktayı burada da belirtiyorum.
Bizim gurbetimiz burası derken, niye gurbetimiz burasıdır? Çünkü başka yeri özlediğimiz için gurbetimiz burasıdır? Çünkü başka yeri aradığımız için gurbetimizi burasıdır. O yer bu Dünya gibi değildir. Başka’dır. Bambaşka’dır.
O yer Cennet’tir. Evet, gurbetliğin sebebi Cennet’tir. Bu Dünya’da gurbetlik duyan herkes eğer bunun hakkını verirse (Dünya’ya bağlanmaz, iman ile ibadet ile mükellefiyetlerini yerine getirirse) varacağı yer Cennet’tir.
Bu Dünya’yı gurbet değil, bir sıla ve asıl yer olarak görenlerin akıbeti hüsrandır. Çünkü bu Dünya’da asla gerçek mutluluğu elde edemezler. Çikolatanın cafcaflı-gösterişli jelatin kabını yalayan ancak açıp da o çikolatayı yemeyen, cevizi kırıp da yemeyen ancak kabuğunu yalayan, içerisinde baklavalar ve envai çeşit tatlılar bulunan bir dükkanın dış camekanındaki camları yalayan ancak o dükkandan içeriye girmeyen garip bir mahluktan farkı kalmaz.
Bizler akıl sahipleriyiz. Çikolatanın kabını değil içindekini, cevizin kabuğunu değil özünü, baklava dükkanının camını değil içerisindeki tatlıları yiyerek mutlu oluruz. Eğer bu Dünya ile yetinirsek, yalnızca ambalaj yalayan, yalnızca camekana yapışıp kalan ve yalnızca kabuklarla mutlu olan bir mahluk oluruz ki, bu durumda, garip bir vaziyete düşeriz ki, akıl kârı değil.
Bu Dünya’da gurbetlik hissedersek, asıl lezzetlerin Cennet’te olduğunu ve bu Dünya’dakilerin birer numune olduğunu idrak ederiz.
Dünya’da gurbetlik hissetmek, çikolatanın jelatin kabını açmaktır. Bu Dünya’da gurbetlik hissetmek cevizin kabuğunu kırmaktır. Bu Dünya’da gurbetlik hissetmek baklava ve tatlı dükkanından içeriye girmektir.
Gurbetlik denildiğinde akla yolculuk gelir ve hepimiz bir yolcuyuz. Yolculuk ezelden başlar, ana rahminden Dünya’ya, Dünya’dan kabre, kabirden haşre ve oradan da ya Cennet’e ya da maazallah Cehennem’e devam eder.
Sevgili Peygamber Efendimiz (asm), "Dünya ile benim ne alâkam var. Ben, Dünya’da bir ağaç altında gölgelenip de bırakıp giden bir yolcu gibiyim" buyurmaktadır. Evet, bu Hadis-i Şerif’te gurbetliğin en bariz ve en açık anlatımı ve bizim bu yazı boyunca açıkladığımız Dünya’ya aidiyet duyulmaması gerektiğinin en veciz ve herkesin anlayacağı şekilde en basit surette anlatımı vardır.
Dünya’daki tüm belaların ve tüm fitnelerin başı da, Dünya’yı bir asıl yer ve tek menzil görmektir. Hâlbuki burası ne asıl yerdir, ne de tek menzildir. Bu son sözümü yazımın konusu bağlamında ifade etmem gerekirse, “Dünya’daki tüm belaların ve tüm fitnelerin başı, Dünya’da gurbetlik hissetmemektir. Dünya’yı bir gurbet olarak görmeyen ve buraya aidiyet besleyen ve yalnız Dünya’ya ait olduğunu sanan kişi kişi her türlü adiliği işler.”
Bize bu adiliği işleten nefsimiz ve şeytandır. Bizi Cennet’i düşünmekten ve asıl hedefimize gitmekten men eden de bu ikisidir. Bu ikisini dos bilenler bu Dünya’da gurbetlik hissetmezler. Bu ikisini düşman bilenler bu Dünya’da gurbetlik hissederler.
Ey insan şimdi dinle!Senin asıl gurbetin Dünya’dır. Şeytan ve nefsine uyma.
İşte bu noktada sizleri şu 4 ayet-i kerime ile baş başa bırakıyorum.
“Ey insanlar! Allah’ın verdiği söz gerçektir. Dünya hayatı sakın sizi aldatmasın, o aldatma ustası da Allah hakkında sizi kandırmasın. Şüphe yok ki şeytan sizin düşmanınızdır, siz de onu düşman bilin. Çünkü o kendisine uyacaklara yakıcı ateşin mahkûmlarından olsunlar diye çağrıda bulunur. İnkâr edenler için çetin bir azap vardır; iman edip Dünya ve ahirete yararlı işler yapanlara ise bağışlanma ve büyük bir mükâfat vardır. Kötü işleri hoşuna gidip de onları güzel bulan kimse (ile böyle olmayan bir) mi? Allah dilediğini sapkınlık içinde bırakır, dilediğini de doğruya iletir. O halde onlar için üzülerek kendini helâk etme. Allah onların yaptıklarını elbette biliyor.” (Fatır Suresi, 5-8)