İNSAN VE TOPLUM ÜZERİNE GÖRÜŞ VE DÜŞÜNCELER –I
Pazarcık Havadis Gazetesinde 2 yıldır mı, 3 yıldır mı yazıyorum. Tam olarak tarihini bilmiyorum. Çocukluğumdan beri yazıyorum. Yaşım 53. İlk şiirimi 13 yaşımda yazdığımı hatırlıyorum. 40 yıldır yazıyorum. 41 kere Maşallah.Evet, bu yazı hayatımızda maksadımız insanlarımızı aydınlatmak ve bildiğimizi onlara anlatmaktır. Pazarcık Havadis Gazetesinde de önce Pazarcıklı Hemşehrilerimizi aile aile, isim isim tanıtmaya çalıştık. Pazarcık’ta yaşamış ve iz bırakmış değerlerimizi anlattık. Öğretmenlerimizi, esnaflarımızı, mühendislerimizi ve çeşitli meslek mensuplarımızı da Pazarcık Havadis Gazetesi orta sayfada tanıttık ve hatırlattık. Daha sonra alim, şair, yazar ve Devlet Adamlarımızın görüş ve düşüncelerine de bu sayfada yer verdik. Geçen 3 ay boyunca da “Başarmak İçin Başla” isimli 180 sayfalık kitabımı bölüm bölüm yayınladık ve o kitapta yer alan görüş ve düşüncelerimi gazete vasıtasıyla sizlere ulaştırdım. Evet, bu haftadan itibaren belki 2-3 ay kadar devam edecek başka bir yazı serisi başlıyor. Yazı serisinin ismi “Ahmet Sandal’dan İnsan ve Toplum Üzerine Görüş ve Düşünceler.” Bu yazı serisi kapsamımda bu hafta “Ahlaklı, Erdemli ve Adil Yönetim Üzerine Görüş ve Düşüncelerimi” sizlere sunacağım. Haftaya başka bir konudaki görüş ve düşüncelerimi okuyacaksınız, İnşallah.
Yazı serimizin ilki başlıyor. “Ahlaklı, Erdemli ve Adil Yönetim Üzerine Görüş ve Düşüncelerimi” aşağıda madde madde sıralıyorum.
1- YOLSUZLUK, YOZLAŞMA VE YABANCILAŞMA
Tarihte yıkılan Devletlere iyi bir bakın. Top ve tüfeğin yapamadığını üç Y’nin yaptığını göreceksiniz. Bu üç Y’nin ne olduğunu merak mı ediyorsunuz. Bu üç Y, “yozlaşma, yolsuzluk ve yabancılaşmadır.” Hangi Devlet, tarih sahnesinden silinip gitmişse, mutlaka önce yozlaşmanın pençesine düşmüştür.
Yozlaşma nedir? Yozlaşma, bir toplumda, fertleri bir arada tutan değerlerin zayıflaması, “adam sendecilik” anlayışının yaygınlaşması, “gemisini kurtaran kaptan” mantığının öne çıkması, bencilliğin prim yapması, “adalet, izan, vicdan, merhamet” gibi kavramların unutulması ve küçümsenmesi, bu kavramların yerine, “çal, çırp, rahat yaşa, altta kalanın canı çıksın, koptuğu yerden kopsun, benden sonra tufan” ve benzeri kavram ve deyimlerin geçerli olmasıdır.
Yolsuzluk nedir? Açıklamaya bile gerek yoktur. Yolsuzluk bir illettir. İllet, yani hastalıktır. Öyle bir illettir ki, “bulaşıcıdır”. Bu illet, “gözünü para hırsı bürümüş bir yetkili ya da görevlinin, yetkisini ya da görevini yerine getirirken, kamu yararını ya da emrinde çalıştığı kişi ve kurumun çıkarını değil de kendi çıkarını düşünmesi ve bu yanlış düşünceyle, kamu malına, kamu kaynağına ya da başkasına ait bir mala, paraya el uzatmasıdır.” Yolsuzluk hem Devlette, hem de Özel Sektörde meydana gelebilen bir illettir. İşte bunun için “kamu malı, kaynağı ya da başkasına ait mal, para” şeklinde ayrım yaptım.
Yabancılaşma nedir? Bir Devleti yönetenlerin, toplumun ve toplumdaki fertlerin değerleri, önem ve öncelikleri dışında öncelik ve değerlere sahip olması, bundan dolayı da, toplumun fertlerinin, tebaası olduğu Devlet ile bütünleşememesi, Devletlerine sahip çıkmamaları ve onu kendisinden farklı görmeleridir. Yabancılaşma, Devleti Yönetenlerin heva ve hatasından kaynaklanır. Heva ve ekabirlik içerisindeki Devlet Yöneticileri, vatandaşın temel hak ve özgürlüklerine müdahale ettikçe, Devletten uzaklaşma ve kopma başlar. Neticede, Devlete “küsme” sözkonusudur.
Osmanlı Devletinin son zamanları bu üç Y’nin tesiri altında geçmiştir. Osmanlı’nın son yıllarında Devleti ele geçiren İttihat ve Terakki zihniyeti, yolsuzluğu, yozlaşmayı ve yabancılaşmayı temsil eder. Burjuvazi sınıfı oluşturmayı esas alan İttihat ve Terakki zihniyeti için, “nasıl olursa olsun, zengin ol” mantığı temel bir mantıktı. Yozlaşma konusuna geldiğimizde, İttihat ve Terakki zihniyetinin mantık ve anlayışı, esasta, Milletin öz kültürüne ve Milletin öz değerlerine aykırıydı. Osmanlı’nı son döneminde, Millete tefrikayı ve ırkçılığı sokan bu İttihat ve Terakkiciler, toplumdaki en büyük yozlaşmaya neden olmuşlardır. Yabancılaşma dediğimizde, zaten, bu zihniyete sahip Yöneticiler halktan, halkta da bu adamlardan kopuk idi. Halka tepeden bakan ve “halk için, fakat halka rağmen” anlayışına sahip kişiler, toplumda ancak “yabancılaşma” meydana getirebilir.
Osmanlı Devletinin son zamanlarında bu üç Y’nin tesirini gördüğümüz gibi, tarihteki diğer Devletlerin ve İmparatorlukların yıkılmasında da bu üç Y’nin etkisini görürüz. Roma İmparatorluğu, Bizans, Sovyet Rusya ve diğerleri neden yıkıldı? Onlar da bu sebeblerden yıkılmışlardır.
Bir Devletin içine “yozlaşma, yolsuzluk ve yabancılaşma” illeti düştü mü, aynı bir ağacın gövdesine bir kurdun girmesi gibi, o gövdeyi yavaş yavaş yer ve o ağacı çürütür.
Bu üç illete karşı çözüm tektir ve Dünyanın her yerinde aynıdır. Bu çözüm, “Yöneticilerin ehil insanlardan seçilmesidir.” Başka bir çözüm yoktur.
Yüce Rabbimiz (cc) “emaneti ehline veriniz” diye buyurmaktadır. İşte Nisa Suresi 58. Ayet: “Allah size, mutlaka emanetleri ehli olanlara vermenizi ve insanlar arasında hükmettiğiniz zaman adaletle hükmetmenizi emreder. Allah size ne kadar güzel öğütler veriyor! Şüphesiz Allah her şeyi işitici, her şeyi görücüdür. Sevgili Peygamberimiz (sav) de, bu husustaki bir Hadis-i Şeriflerinde; “İş ehli olmayana verildiği zaman, kıyameti bekleyin” diye buyurmuştur.
İşte her dönemde, Devlet’e müptela olan yozlaşma, yolsuzluk ve yabancılaşma sorunu. Ve işte çözümü. Sorun büyük, fakat çözümü basit.
2- KAMU GÖREVLİLERİ ETİK DAVRANIŞ İLKELERİNE UYMALIDIR
Ülkemizde, 2004 yılında 5176 sayılı Kamu Görevlileri Etik Kurulu Kurulması Hakkında Kanun ile Başbakanlık Etik Kurulu kurulmuştur.
Bu Kurul’un ilk başkanlığını şu an Kahramanmaraş Milletvekilimiz olan Hemşehrimiz Sayın Prof. Dr. Mehmet SAĞLAM yapmıştır. Daha sonra Sayın Prof. Dr. Bilal ERYILMAZ’, Sayın Köksal TOPTAN bu Kurul da başkanlık yapmışlardır. dır. Bu Kurul, kamu görevlilerinin uymaları gereken etik davranış ilke ve kuralları belirlemiştir. Kamuda yolsuzluk, usulsüzlük ve etik dışı davranışların maalesef, sıklıkla meydana gelebilmektedir. Bu durum sırf günümüze ait bir sorun değildir. “Yolsuzluk, usulsüzlük ve etik dışı davranışlar her dönemin sorunudur.” Bu nedenle, etik davranış ilke ve kurallarının mevzuatımıza dahil edilmesi önemli gelişmedir. Bu noktada şu sorulabilir. “657 sayılı Devlet Memurları Kanununun disiplin hükümleri, Türk Ceza Kanunun yolsuzluk ve usulsüzlük yapan kamu görevlilerine ilişkin ceza hükümleri yetersiz miydi ki, Etik Kurulu Kurulması Hakkında Kanun’un çıkartılmasına ihtiyaç hissedildi?” Hemen belirtmek gerekir ki, “etik ayrı, hukuk ayrıdır.” Bazı konular hukuka uygun olabilir, fakat etiğe aykırıdır. Etik ayrı, hukuk ayrıdır. Mesela, bir Belediye Başkanının, kendi yakınını Belediye Başkan Yardımcısı olarak belirlemesi hukuka uygun, ancak etiğe aykırıdır. Bir başka örnek, bir vergi müfettişinin eşinin muhasebe müdürü olarak görev yaptığı bir fabrikada vergi incelemesi yapması hukuka uygun, ancak etiğe aykırıdır. Çünkü o müfettişin o fabrikada tarafsız ve çıkar çatışmasına düşmeden görev yapması mümkün değildir.
Tabi şunu da belirtmek durumundayım. “Hukuka aykırı olan her şey aynı zamanda etiğe de aykırıdır.” “Etik hukuku da kapsar. Fakat, hukuk etiği kapsamaz.”
Bu hususları böylece belirledikten sonra, Kamu Görevlileri Etik Davranış İlkeleri ile Başvuru Usul ve Esasları Hakkında Yönetmelikteki ilkeleri aşağıda sıralayalım.
1- Görevin Yerine Getirilmesinde Kamu Hizmeti Bilinci,2- Halka Hizmet Bilinci,3- Hizmet Standartlarına Uymak,4- Amaç ve Misyona Bağlılık,5- Dürüstlük ve Tarafsızlık, 6- Saygınlık ve Güvenlik, 7- Nezaket ve Saygı,8- Yetkili Makamlara Bildirim,9- Çıkar Çatışmasından Kaçınmak,10- Görev ve Yetkilerin Menfaat Sağlamak Amacıyla Kullanılmaması,11- Hediye Alma ve Menfaat Sağlama Yasağı,12- Kamu Malları ve Kaynaklarının Kullanımı,13- Savurganlıktan Kaçınmak,14- Bağlayıcı Açıklamalar ve Gerçek Dışı Beyan,15- Bilgi Verme, Saydamlık ve Katılımcılık,16- Yöneticilerin Hesap Verme Sorumluluğu,17- Eski Kamu Görevlileriyle İlişkiler,18- Mal Bildiriminde Bulunmak
Tüm kamu görevlileri, görevlerini yürütürken Yönetmelikte belirtilen bu etik davranış ilke ve kurallarına uymakla yükümlüdürler. Kamu görevlileri, kamu hizmeti bilinci içinde, halka hizmet anlayışına bağlı olarak, tarafsız ve dürüst bir şekilde, saygınlık ve güven duygusunu bozmadan, kurumun hedef ve maksadına uygun çalışma yapmak zorundadır. Kamu görevlileri kamu yararını önde tutmak suretiyle hediye ve çıkar sağlamaktan kaçınmak zorundadır. Kamu görevlisi kamu kaynaklarını tasarruflu kullanmalı ve savurganlıktan uzak durmalıdır. Kamu görevinde bulunan kişiler, personele saygılı davranmak durumundadır.
Tüm kamu görevlilerinin “etik bilinci” içerisinde çalışmasını ve yaptıkları işleri Kanun ve mevzuatla birlikte, vicdanlarına göre yerine getirmelerini dilerim. Kendilerine görev yaptıkları sırada yol göstermesi açısından, Şeyh Edebali’nin Osman Bey’e nasihatinin her zaman akıllarında ve vicdanlarında yer bulmasını ve bu nasihate uymalarını dilerim. (Bu nasihat görünürde Osman Bey’e hitap eden bir nasihat, ancak, esasta ise tüm kamu görevlilerine hitap etmektedir.)
“Ey Oğul!
Beysin! Bundan sonra öfke bize; uysallık sana. Güceniklik bize; gönül almak sana. Suçlamak bize; katlanmak sana. Acizlik bize, yanılgı bize; hoş görmek sana. Geçimsizlikler, çatışmalar, uyumsuzluklar, anlaşmazlıklar bize; adalet sana. Kötü göz, şom ağız, haksız yorum bize; bağışlama sana. Bundan sonra bölmek bize; bütünlemek sana. Üşengeçlik bize; uyarmak, gayretlendirmek, şekillendirmek sana.
Ey Oğul!
Yükün ağır, işin çetin, yolun uzun. Allah Teala yardımcın olsun.
3- İDEAL YÖNETİM ÜZERİNE DÜŞÜNCELERİM
İnsanların topluluk halinde yaşadığı her yerde yönetim vardır. Bu bakış açısıyla, teknolojiden ve modern araç-gereçlerden uzak, tabi bir hayat süren bir kabilede de yönetim vardır.
En yüksek teknolojiye sahip en modern araç-gereçlerle donatılmış cemiyetlerde de yönetim vardır. Bırakın insan topluluklarını hayvan toplulukları arasında da yönetim vardır. Allah’ın izniyle bal yapan arılar, yuvalarına yem taşıyan karıncalar, göklerde uçuşan kuşlar ve diğer hayvan toplulukları da bir yönetim içerisindedir. Hayvanların başı boş bir şekilde hareket ettiklerini mi sanıyorsunuz? Elbette öyle değil! Öyleyse, bir toplulukta yönetimin mevcut olması, tabii bir durum, yönetimsizlik ise arızi bir hâldir. Elbette, en kötü yönetim bile, yönetimsizlikten iyidir. Bu durumda “ehven-i şer” şeklinde bilinen bir fıkıh kuralı geçerli olur ve “iki kötüden daha az zararlı olanı” seçilir. Tabi bu durum yalnızca mecburiyet olduğu vakit geçerlidir.
Yönetimsizlik elbette istenmez. Yönetim istenir. Yönetimin de “kaliteli, iyi, etkin, verimli ve adil” olanı, başka bir ifadeyle, ideal olanı istenir.
Buraya kadar olan bu sözlerime kimsenin itirazının olacağını sanmıyorum. Peki, “ideal bir yönetim” nasıl sağlanacak? Bu yönetimi kim sağlayacak? İşte, soru ve sorunlar bu noktadan sonra başlıyor. Tartışma bundan sonra kızışıyor.
İdeal yönetimin nasıl sağlanacağı üzerine, öncelikle Peygamberler vahy çerçevesinde esaslı ve kapsamlı bir model sundukları gibi, Peygamberlerin izinde yürüyen âlimler de çeşitli görüş ve düşünceler dile getirmişlerdir. İdeal yönetim üzerine yüzlerce cilt kitap yazılmıştır ve hâlen de yazılmaktadır.
İdeal yönetim üzerine acizane görüş ve düşünce serdetmem gerekirse, şu 8 temel hususun bu mânâda önem taşıdığını düşünmekteyim.
1- “İnsana, Allah tarafından bahşedilmiş temel hak ve hürriyetler vardır. Bu temel hak ve hürriyetlere yönetim saygı göstermek zorundadır. Allah’ın hak ve hürriyetlerle donattığı insanın, başkasının hak ve hürriyetlerine zarar vermediği müddetçe, hak ve hürriyetlerinden asla mahrum edilmediği yönetim idealdir.”
2- “Yönetim, kendini koruma konusunda varlığı, kuvvet ve iradesi olana değil, bu varlık, kuvvet ve iradeye sahip olmayanları öncelik vermelidir. Bu nokta itibariyle, çocuklar, yaşlılar, kadınlar, hastalar, fakirler, zavallılar, hayvanlar ve bitkiler öncelikle korunmalıdır. Bunları koruyan yönetim idealdir.”
3- Kamu yöneticileri ve görevlileri, kendisine her fırsatta gözü açıklık ederek başvuranı ve isteyeni değil, ihtiyacı olduğu hâlde, sırf çekindiği ve utandığı için başvurmayanı ve istemeyeni öncelikle bulmalı ve korumalıdır. Bunu sağlayan yönetim idealdir.”
4- “Kamu yöneticilerinde ve görevlilerinde emanet, adalet ve merhamet fikir ve duygusu mutlaka bulunmalıdır. Kamu yöneticisi ve görevlisine, emanet, adalet ve merhamet penceresinden baktıran ve bu minval üzerinde çalıştıran yönetim idealdir.”
5- “Kişisel yarar ile kamu yararı bir iş ve işlemde karşı karşıya geldiğinde, kamu yararı her zaman kişisel yarardan önce gelmelidir. Kişisel yararını önde tutarak, kamu yararını feda eden bir kamu yöneticisi ya da görevlisi bir hainden farksızdır. Kişisel yararını önde tutan kamu yöneticisi ve görevlisini bünyesinde barındırmayan yönetim idealdir.”
6- “İdare, sağlam irade gerektirir. Sağlam iradenin olmadığı yerde, güzel, adil ve doğru bir idarede olmaz. Sağlam iradeli yönetici ve görevli çalıştıran yönetim idealdir.”
7- “Kamu yöneticisi ve görevlisi israftan kaçınmalıdır. Kamu kaynağını emanet görerek özenle ve dikkatle korumalıdır. Tasarrufu esas alan yönetim idealdir.”
8- Kamu yöneticileri ve görevlileri, şikayet ve mazeret üretmemeli. Sorunlara ve şikâyetlere çözüm bulmalıdır. Kamu yöneticileri ve görevlileri sorunun değil, çözümün bir parçası olmalıdır. Sorun çözen yönetim idealdir.”
İdeal yönetim için gerekli olan hususlar elbette bu 8 maddeyle sınırlanamaz. Başka hususlar da, başka esas ve ilkeler de bu mânâda dile getirilebilir. Ancak, bu esas ve ilkelerin temel olabileceğini düşünüyorum. Bu esas ve ilkelerin uygulamada dikkate alınmadığı bir yönetim ideal olmaktan uzaktır. İdeal yönetime kavuşmayı Yüce Allah’tan niyaz ederim.
4- KAMU YÖNETİMİNDE FASİD DAİRE
Fasid daire nedir? Kamu yönetiminde fasid daire nedir? Önce bu iki hususu açıklayalım. Fasid daire günümüzde “kısır döngü” olarak da bilinen bir deyimdir. Bir konuda dönüp dönüp aynı yere geliniyorsa, iki olay birbirlerinin hem sebebi hem de sonucu ise ortada fasid daire vardır. Kamu yönetiminde fasid daire nedir? Kamu yönetiminde fasid daire çeşitli şekillerde ortaya çıkan ve ortaya çıkması muhtemel olan durumlardır. Kamu yönetiminde fasid daireye ilişkin meseleler çoktur. Ancak, bu yazıda kamu yönetiminde fasid daire dediğimizde en önemli olan iki meseleyi gündeme getireceğiz. Zaten, bu iki meseleye çözüm bulunsa, diğer fasid daireler de kendiliğinden ortadan kalkar. Nedir bu iki mesele? 1- Kamuda etkin ve adil bir yönetim kurulamamaktadır. 2- Kamu yönetiminde ehliyet ve liyakat esas alınmamaktadır. Bu iki hususu kapsayacak şekilde “neden” diye sorduğumuzda şu cevaplarla karşılaşmaktayız ki, bu cevaplar kamu yönetiminde fasid dairenin varlığını çok açık bir biçimde ortaya koymaktadır. Kamu üst yönetimine ehliyet ve liyakate göre atamalar yapılmadığı için etkin ve adil bir yönetim kurulamamaktadır. Etkin ve adil yönetim kurulmadığı için de ehliyet ve liyakate göre atamalar yapılamamaktadır. Hangisi hangisinden önce gelir? Bu bile belirgin değildir. Tek belirgin olan husus, her iki konu birbiriyle iç içe girmiş bir fasit daire şeklindedir. Ortada büyük bir kısır döngü vardır. Bu kısır döngüyü kırmanın yolu, üst yönetim atamalarının ehliyet ve liyakate göre yapılmasıdır. Bu sağlanmadığı için kısır döngü sürüp gidiyor.
Burada şunu net olarak söylemek durumundayım. Ortada bir fasid daire varsa, onu kırmak kolay değildir. Adı üzerinde kısır döngü, fasid daire. Yani, bir çember şeklinde uzayıp giden bir durum bu. Kırmak kolay değil. Hele birileri çemberi ellerine almış sürüp gidiyorsa, onu kırmak için önce çemberi ele geçirmek gerek. Bundan dolayı, genel kanaat olarak, fasid dairelerden kolay kolay kurtulunamayacağına dair bir düşünce vardır. Bu düşünce bir yönüyle doğru, diğer yönüyle yanlıştır.
Kısır döngüyü kırmak zordur. Çünkü, birileri, yani fasid daireden menfaati olanlar, kısır döngünün ila nihaiye öyle sürüp gitmesini isterler. Bu isteklerinden dolayı da çembere kimseyi dokundurtmazlar. Mesela örneğimizde, ehliyet ve liyakat sistemine göre atamalar neden yapılamıyor? Bu husustaki çember kimin elinde? Kamu yönetiminde üst yönetimin ehliyet ve liyakate göre dizayn edilmesi için yasa değişikliği, hatta anayasa değişikliği gerekli. Yasal değişiklik yapılsa, kamuda müsteşarlar, genel müdürler, valiler, başkanlar ve diğer üst yöneticiler belli prosedürler geçildikten sonra (mesela Devlet yönetim akademisini bitirdikten ve sınavları geçtikten sonra) belirli süreler için seçilseler, hem uzun süreli saltanat gibi yöneticilik devri kapanacak, hem de etkin ve adil bir sistem kurulacak. Bu husustaki yasa değişikliğini kim sağlayacak? Politikacı sağlayacak. Kısır döngünün kırılmasını kim istemez? Yöneticiyi kendi emirleri ve görüşleri doğrultusunda “at gibi koşturmaya alışmış” politikacı istemez. İşte görüldüğü gibi, sistemden menfaati olandan, o sistemi değiştirmesini bekliyoruz ki, bu yönüyle o kısır döngünün kırılması zordur.
Fasid dairenin kırılması bir yönüyle kolaydır. Vatandaşı demokratik bir şekilde işin içine katarak ve kısır döngüden kurtulma noktasında politikacı üzerinde baskı kurmasını sağlamak suretiyle bu kısır döngüden kurtulmak mümkündür. Vatandaş bu konudaki isteğini, yani etkin ve adil bir yönetim kurulması noktasındaki isteğini net olarak politikacıya iletmesi ve üst düzey atamaların da ehliyet ve liyakate göre sağlanmasını ısrarla istemesi gerekir. Bu ısrar kısır döngünün kırılmasını sağlayacaktır. Vatandaş bunu ısrarla politikacıdan istemezse, oyunu bu istek doğrultusunda kullanmazsa, kamu yönetimindeki bu fasid daireden kurtulmak mümkün değildir.
Ülkemizde kamu yönetiminde görülen bu fasid daire bünyesinde büyük riskler ve büyük sorunlar barındırmaktadır. Bu fasid daire hepimizin aleyhine bir durumdur. Bu fasid dairenin demokratik yollardan bir an önce kırılması gerekir. Bu konuda görev vatandaşlara düşmektedir.
5- SİYASET İÇİN PARA MI, PARA İÇİN SİYASET Mİ
Tüm Ülkelerde böyle midir bilinmez. Tek bildiğim bizim Ülkemizde seçim sath-ı mailine girildiğinde, bazılarının dilinde “para para para” sözü adeta pelesenk olur. Napolyon’a atfedilen bu söz neden seçimlerde bu denli gündeme gelir? Çünkü onsuz seçimlerde adaylık neredeyse imkânsız da ondan. Seçimde adaylık planı yapanlar planının birinci maddesine “para” diye yazarlar. Evet, seçim planlarının birinci maddesi “para”dır. Parayı bulan ikinci maddeye geçer. Parayı bulamayan siyaset planını uygulamaya geçiremez, ama hayaliyle yaşar gider. Hayal kurmak da “parayla” değil ya!
Lafı uzatmayayım. Söylemek istediğim şu: Siyasette aday olmak için para faktörü bizim Ülkemizde çok çok önemlidir. Hemen belirteyim ki “seçim ve para” ikilisinin bu kadar birbiriyle iç içe olması normal değil. Siyasette para bu kadar etkin bir durumda olmamalı. Siyasetin bu kadar fazla paraya dayanması hiç doğru değil. Bu duruma akl-ı selim sahibi herkes gibi ben de itiraz ediyorum. Çünkü siyasetteki bu para faktörü beraberinde “bir kısır döngü” getirmektedir.
Evet, siyasette bir kısır döngüdür gidiyor. Bu kısır döngü: "Siyaset yapmak için para gerek. Para bulmak için siyaset gerek” şeklinde özetlenebilir. Bir aday seçimlerde, ya kendi cebinden ya da bulduğu bir destekçinin cebinden para harcar. Seçim sonrasında harcadığı paranın ve sağladığı desteğin karşılığını çıkarmak için plan yapar. Daha açıkçası parayı kimden aldıysa ona hizmet etmek için çırpınmak zorundadır. İş adamından para aldıysa onun politikalarına hizmet etmek durumunda kalacaktır. Müteahhitten destek aldıysa ona iş bulmak, ihale sağlamak durumunda kalacaktır. Seçimleri kazanmak için rantiyecilerden destek aldıysa onların politikalarına (parasalcı, rantiyeci politikalara) hizmet edecektir. Seçimler için destek aldığı kişilere ve gruplara hizmet etmezse gelecek seçimlerde ihtiyacı olan parayı bulamayacaktır. Bu kısır döngü böyle sürüp gider.
Seçimlerde para faktörü yalnızca bugüne ait bir sorun da değildir. Seçimlerde para faktörü çoktandır önem taşıyan bir sorundur. Özellikle medyanın ve iletişim vasıtalarının geliştiği günümüzde bu faktör daha çok önem taşır oldu. Seçimlerde aday olan kişi “hamama giren terler” misali para musluklarını açmadan medya tarafından tanıtıma değer bulunmuyor. (Basın ve medya da paraya ihtiyaç duyuyor. Onlar da haklı diyenler olabilir. Bunu ayrıca tartışmak gerek) Boyalı basın, cilalı medya parayı aldı mı, adayı pembeye boyamaya başlıyor, cilalıyor da cilalıyor. Bir de artık vatandaşlarımız tarafından “seçim yılı geçim yılı” şeklinde algılanmaya başlanır oldu. İdealmiş, fikirmiş, hizmetmiş, kimse artık bu lafları dinlemiyor. Adaya “paran var mı paran” diye soruyor. Şimdi bu durumu tüm Ülkemiz için yüzde yüz derecesinde teşmil etmek istemem. Her siyasetçi paraya bu kadar fazla ihtiyaç duyuyor diyemem. Belki de para faktörüne bu kadar bağlı olmadan siyaseti gerçekleştirenler de vardır. Bu durum yüzde kaç oranında geçerlidir? Bilinmez! Bu oran bilinmez ama siyasette para faktörünün önemi ve yukarıdaki bu kısır döngünün varlığı bir vakıadır.
Bu kısır döngünün farkına varan her tefekkür adamının zihnini şu soru meşgul eder. “Bu kısır döngü acaba nasıl kırılabilir? Siyaseti düşünenler şu maksat ve şu tarz içerisinde olurlarsa bu kısır döngü kırılabilir. Siyaset hak ve halk için yapılmalıdır. Siyaset para ve makam-mevki için yapılmamalıdır. Bu doğrultuda düşünen bir insan kendisini hırstan arındırır. Kendisini hırstan arındıran kişi de “siyaset için para, para için siyaset” kısır döngüsüne düşmez. Siyasetçi dünü, bugünü ve geleceği aynı potada eritecek bir vizyona ve manevi değerleri öne çıkartan bir anlayışa sahip olmalıdır. Siyasetçi halka örnek ve önder konumunda olduğunun bilincinde ahlak ve erdemi ön plana alan anlayışta olmalıdır. Bu anlayıştaki kişiler de “siyaset için para, para için siyaset” kısır döngüsüne düşmez.
Yazımın başlığında siyaset için para mı, para için siyaset mi sorusunu sordum. Yazımın sonunda bunun cevabı açığa çıkmıştır. Bu açığa çıkan sonucu bir kez daha belirtmek gerekirse, “her ikisi de yanlış. Çünkü bu bir kısır döngüdür. Tek doğru: Hak ve halk için dürüst ve erdemli siyasettir, vesselam.”
6-VARLIK NEDENİNİ UNUTAN KAMU GÖREVLİLERİ VE AHLAK SORUNU
Kamu görevlileri kamu yararını gerçekleştirmek için vardır. Bu mevzuatın da, ahlakın da bir gereğidir.
Buna rağmen, uygulamada kamu görevlilerinin kamu yararını ayaklar altına alarak kişisel yararlarını öne çıkardıklarına zaman zaman şahit olmaktayız. Hatta bu durum bazen, öyle bir yaygınlık kazanıyor ki, durum tersine dönüyor ve sanki “kamu görevlisi kişisel yararını gerçekleştirmek için vardır” şekline dönüşebiliyor. Bu durumda ortada büyük sorun vardır. Bu sorunun adını “varlık nedenini unutan kamu görevlileri” şeklinde belirlemek gerekir.
Kamu görevlisinin varlık nedenini unuttuğu durumlarda sorun olduğu gibi mahzur da vardır. Bu mahzur ahlak noktasında kendisini göstermektedir. Burada “ahlak” tabirini kullanıyorum. Fakat, kamuda ahlaktan çok “etik” kavramının daha çok kullanıldığına şahit olmaya başladık. Özellikle de Kamu Görevlileri Etik Kurulu’nun 2004 yılında kurulmasından sonra, kamuda bir “etik” kelimesidir gidiyor. Esasında “etik ile ahlak aynı manaya gelmektedir.” Etik ve ahlak arasında ne fark diyenlere de, bir Etik Eğiticisi olarak şaka ile karışık şu cevabı veriyorum: “Bir kamu görevlisine ahlaksız dersen, suratına bir yumruk yiyebilirsin. Ancak ona, bu yaptığın “etik dışıdır” dersen, aynı sertlikte tepki vermez. Belki de hiç tepki vermez, diye cevap veriyorum. Gerçekten de, etik kelimesi ahlak kelimesine göre daha hafif bir kelimedir. Neyse, tekrar konumuza dönelim.
Yukarıda, kamu görevlisinin varlık nedeni olan kamu yararını unuttuğu durumlarda ahlakî açıdan mahzur var diye bir tespitte bulunduk. Bu nokta itibariyle, “kamu yararı ile ahlak” arasında yüzde yüz oranında bir bağlantı vardır. Bir kamu görevlisi kamu yararını ihlal ediyorsa aynı zamanda ahlakî ilkeleri de ihlal ediyordur. Bir kamu görevlisi ahlakî ilkeleri ihlal ediyorsa aynı zamanda kamu yararını da ihlal ediyordur.
Bu hususlarda örnek vermek gerekirse;
1- Devlet Memurları Kanununa ve Kamu Görevlileri Etik Mevzuatına göre hediye almak yasaktır. Kamu görevlisinin tarafsızlığını, performansını, kararını veya görevini yapmasını etkileyen veya etkileme ihtimali bulunan, ekonomik değeri olan ya da olmayan, doğrudan ya da dolaylı olarak kabul edilen her türlü eşya ve menfaat hediye kapsamındadır. Kamu görevlisine hediye niye verilir? Bir beklenti, bir çıkar sağlama maksadıyla verilir. Kamu gücünü kullanarak birine çıkar sağlamak hem kamu yararına, hem de ahlaka aykırıdır.
2- Kamu Görevlileri Etik Mevzuatına göre kamu görevlileri, kamu bina ve taşıtları ile diğer kamu malları ve kaynaklarını kamusal amaçlar ve hizmet gerekleri dışında kullanamaz ve kullandıramazlar, bunları korur ve her an hizmete hazır halde bulundurmak için gerekli tedbirleri alırlar. Bu mevzuata uygun davrananlar kamu yararını sağlamış olurlar. Kamu mallarını savurgan kullananlar ise kamu yararını çiğnemişlerdir. Birinci durum ahlaka uygun, ikinci durum ise ahlaka aykırıdır.
3- İlgili mevzuat uyarınca, kamu görevlileri, kamu hizmetlerinin yerine getirilmesinde; halkın günlük yaşamını kolaylaştırmayı, ihtiyaçlarını en etkin, hızlı ve verimli biçimde karşılamayı, hizmet kalitesini yükseltmeyi, halkın memnuniyetini artırmayı, hizmetten yararlananların ihtiyacına ve hizmetlerin sonucuna odaklı olmayı hedeflerler. Bu mevzuat hükmü hem kamu yararına hem de ahlaka uygun davranışı gösterir.
Netice itibariyle, kamu görevlisinin gözünü yalnızca kendi kişisel çıkarlarına diktiği ve asıl maksadını unuttuğu durumlarda, kamu yararı ihlal ediliyor demektir. Bu durumda sorun ve mahzur vardır. Kamu yararını kişisel yarara feda eden kamu görevlisi ahlaksızdır. Asıl varlık nedeni kamu yararı olduğu halde, bunu unutan ve kamu yararını ayaklar altına alan kamu görevlisi ahlaksızdır.
Bu yazıda kamu görevlilerinin kamu yararını ihlal ettiği durumlardaki sorun ve mahzurları belirttik. Peki bu büyük sorunun çözümü nasıl olacak? Bu sorunun çözümü ayır bir yazının konusudur. Şimdilik birkaç cümle içinde çözümü gösterelim. Bu sorun ve mahzuru gidermenin tek yolu, kamu görevlilerini ahlak ve vicdan eğitiminde tabi tutmaktır.
Ahlak ve vicdan eğitimi de başta kişilere “Allah korkusu aşılamak” ile olur.
Bu noktada Milli Şairimiz Mehmet Akif gibi düşündüğümü ifade etmeliyim. Gelin son sözü Şairimize verelim:
Ne irfandır veren ahlâka yükseklik, ne vicdandır;
Fazilet hissi insanlarda Allah korkusundandır.
Yüreklerden çekilmiş farz edilsin havfi Yezdân’ın
Ne irfanın kalır tesiri katiyen, ne vicdanın.
7- YOLSUZLUKLARIN ÖNLENMESİ İÇİN 12 TAVSİYE
Dünya ülkelerinin bir çoğunda, özellikle 1970’li yılların sonlarından itibaren, kamu yönetiminde “yolsuzluk”, “yozlaşma”, “usulsüzlük”, “kişisel çıkarların kamu yararından üstün tutulması” ve benzeri ahlak dışı davranışların yaygın bir şekilde meydana geldiğini, kamu yönetiminde “ahlak ve fazilet” noktasında zaman zaman yoğun sorunlar yaşandığını, Devlete ve kamu bürokrasisine olan güvenin bu noktada sarsıldığını, güven sarsılmasının yalnızca kamu bürokrasisinde değil, siyasette, yargıda ve diğer bazı alanlarda da geçerli olduğunu ve hatta yolsuzlukların özel sektörde de büyük bir sorun olduğunu görüyoruz ve gözlemliyoruz. Kamu yönetimine, siyasete, yargıya ve diğer kamu kurumlarına olan güveni yeniden tesis etmenin Devletlerin bekası noktasında çok önemli bir konu olduğunun altını her daim çizdim. Bu yazıda da hassaten yine belirtiyorum. Bunu sağlamak için yolsuzluk ve usulsüzlüklerin ortadan kaldırılmalıdır.
Bu yazı boyunca yolsuzluk illetine dikkat çektim. Yolsuzluk nedir tanımlamak da gereklidir. Yolsuzluğun tanımı şöyledir: “Yolsuzluk, kamusal yetki ve görevlerin hukuk kurallarına ve sosyal norm ve değerlere aykırı olarak özel çıkarlar için kullanılmasıdır.” Bu tanımdan sonra, “yolsuzluğu kim işler ve neden işler” diye sormak da fayda vardır. Cevabını da hemen belirtiyorum. Kamu yönetiminde kendisine yetki, görev ya da kaynak teslim edilen kişilerin “içsel ve dışsal sınırlayıcı mekanizmalarla engellenmemesi durumunda, yolsuzlukları işleyebileceği” beklenmelidir. “Öyleyse yolsuzluğun işlenmemesi için, ilgili yetkili ve görevlilerde önce, sağlam bir iç muhasebe ve güçlü bir irade. (İçsel Denetim) Ve sonra da, müessir ve uygulanabilir hukuki kurallar (Dışsal Denetim) gereklidir.”
Netice itibariyle, bu yazı boyunca, yolsuzlukların önlenmesi konusunun güncel ve küresel bir mesele olduğunu, konunun zor bir mesele olduğunu ve bu meselenin tek başına kanun çıkartmakla ve bazı kurumlar oluşturmakla çözülecek bir mesele olmadığına dikkat çektim. Zaten, bu hususta mevzuat ve kurumların yani dışsal denetim mekanizmalarının yeterli olduğunu, ancak, yolsuzlukların devam ettiğine göre, öyleyse çözüm için, ağırlıklı olarak içsel denetim mekanizmalarına yani, kamu yöneticilerine ve görevlilerine, siyasetçilere, yargı mensuplarına ve diğer ilgili kurum yönetici ve görevlilerine, bir bütün olarak toplumun fertlerine yönelik vicdanı harekete geçirecek tavsiyelerde bulunulmasının her zemin ve şartta gerekli olduğuna” dair görüşümü izhar ettim.
Bu bağlamda son olarak şahsım tarafından şu 12 tavsiyede bulunmayı gerekli görüyorum. Esasında aşağıdaki bu tavsiyelerim yönetim ve icra makamında bulunan herkese yöneliktir:
1- Vicdanınızı iman ile aydınlatın,
2- Nefsinizi dünya malına tamahın zararları konusunda ikna edin, bu mümkün değilse nefsinize karşı gelin,
3- Hırstan uzak bir hayat yaşayın,
4- Ahlak ve fazileti kendinize rehber edinin,
5- Allah’ın rızka kefil olduğuna kati olarak iman edin,
6- Kul hakkına riayet edin,
7- Kanun ve nizama riayet edin,
8- Asıl maksadın dünya değil ahiret olduğunun şuurunda olun, dünyaya kâlben değil, kesben bağlanın,
9- Memuriyeti hizmet maksadıyla icra edin, memuriyeti insanlara tahakküm ve benliğin yükseltilmesi yeri olarak görmeyin,
10- Yönetime adil ve ehil kişileri yerleştirin, kayırmacılık ve tarafgirlik yapmayın,
11- İnsanları yolsuzluk batağına düşüren cehalet, zaruret (fakirlik) ve ihtilafı ortadan kaldırın,
12- Hukukun üstünlüğünü uygulamada bizzat gösterin.
Yazımın sonunda, “bu on iki tavsiyenin tam olarak yerine getirildiği bir yerde yolsuzluk ve usulsüzlüğün kesinlikle ortadan kalkacağını” belirtiyorum. İnşallah bu tavsiyelerim bir bir gerçekleşir.