İnsan önce karakterini sonra kaderini oluşturur

Ahmet Sandal

Ahmet Sandal

Tüm Yazıları

Kader ve kaza meselesi insanlık tarihi kadar eski ve üzerinde herkesin fikir birliğine varması en zor meselelerden birisidir. Bu mesele İslam’da şu üç anlayışı meydana getirmiştir.

Bu üç anlayışın birincisi Ehl-i Sünnet’tir ki, biz bu görüşe mensubuz ve bu görüşe bağlıyız ve sonsuza dek de Allah’ın izniyle Ehl-i Sünnet olarak kalacağız.

İkinci görüş ise Kaderiye’dir ki ifratın ta kendisidir.

Üçüncü görüş Cebriye’dir ki, tefritin ta kendisidir.

Hangi hususta olursa olsun ifrat ve tefrit arasında olmak doğru yolda olmaktır ki, Ehl-i Sünnet görüşü, ifrat ve tefrit arasındadır.

İfrat, bir görüşte aşırılığa kaçmaktır. Tefrit ise aşırılığın tam zıttı, bir görüşte oldukça geri ve oldukça hareketsiz kalmaktır.

İfrat ve tefrit konusuna daha da anlaşılır kılmak için temizlik hususuna örnekler vererek açıklayalım. Temizliğe aşırı dikkat etmek ve adeta evdeki tek bir toz parçasından dahi rahatsız olmak, temizlikte ifrattır. Yanlış bir şeydir. Temizlikte tefrit ise, evdeki tüm kirlerden, adeta evin tamamının çöplük gibi olmasından dahi rahatsız olmamaktır ki bu da tefrittir. Temizlikte ifrat ve tefrit arası, evin normal ve sağlık bakımından tertemiz tutulmasıdır ki, en ideal durum budur.

Kaza ve kader meselesinde insanın tam gücü ve kudreti vardır, her şeyi insan kendi isteğiyle meydana getirmektedir ki, bu ifrat (aşırı) bir düşüncedir. Bu Kaderiye görüşüdür.

Kaza ve kader meselesinde insanın hiçbir gücü ve kudreti yoktur, her şey insan dışında meydana getirilmektedir ki, bu düşünce tefrit (gerilik, aşağıda kalma) halidir. Bu Cebriye görüşüdür.

Kaza ve kader konusunda Ehl-i Sünnet, görüşü bu ikisinin arasında bir yerdedir. Allah insanı bu Dünya’da serbest bırakmıştır ve insanın bazı şeylerde iradesi vardır. İrade külli ve cüzi irade şeklinde ikiye ayrılmıştır. Külli irade (doğum, ölüm ve benzeri bazı hususlarda) insanın herhangi bir dahli olamaz. Ancak insan cüzi irade sahibi olarak iyiliği ve doğruluğu seçebildiği gibi yanlışlığı ve kötülüğü de seçebilir.

Benim Ehl-i Sünnet görüşü içerisinde kader ve kaza konusundaki görüşüm şudur: “Bir şey olmadan önce kader değildir, olduktan sonra kaderdir. Biz bir hususta elimizden geldiği kadar çaba göstereceğiz ve sonuçta meydana gelen duruma “kader” diyeceğiz.”

Bu noktada şu hususu da açıkça belirteyim: Allah’ın bir şeyin olacağını ezelde bilmesi, Allah’ın o şeyi, o kuluna zorla yaptırması manasına gelmez.

Evet, bu hususlardan sonra bir Mutezile fıkrası üzerinde duralım. İslam’da bir Mutezile görüşü vardır ki, onlar da aşırılıktan ve gerilikten (ifrattan ve tefritten) ayrılanlar manasına gelir. Mutezile tam manasıyla eşittir Ehl-i Sünnet görüşü diyemeyiz. Çünkü akla gereğinden fazla önem vermişlerdir ve her şeyi akılla açıklamaya çalışmışlardır ki bu her zaman mümkün olamaz. Birkaç örnek ile aklın her şeyi anlayamayacağını ve her şeyi akla havale etmenin yanlış olduğunu belirteceğim. Cennet ve Cehennem’in akılla anlaşılacak bir tarafı yoktur. Bu hususta Allah’a tevekkül edeceğiz, çünkü akıl Cennet ve Cehennemi anlayamaz. İnsan aklı Miraç Hadisesini anlayabilir mi? Anlayamaz elbette.

İnsan, ruh konusuna anlayabilir mi? Bunu akılla çözebilir mi? Asla çözemez. İnsan, zaman kavramını akılla anlayabilir mi? Asla anlayamaz

Dünya’daki tüm bilim adamları bir araya gelse, “zamanın mekana, ruhun bedene nasıl sığdırıldığını” anlayamaz.

İşte bu paragrafta da basit bir soruya yer vereceğim. Bu basit soruyu dahi hiçbir bilim adamı cevaplayamaz. “İnsan bedenen öldüğünde tamamen ölüyor mu?” Ya da soruyu şöyle sorayım: “Bir insanın, örneğin bir kayanın altında kalmasıyla bedenen öldüğünü biliyoruz da, ruhen insan nereye gidiyor? İnsanın ruhu asla ölmez. Öyleyse insan gerçekte ölmüyor, yalnız bedeni ortadan kalkıyor.

Bir bilgisayarın donanım kısmı, kasası deforme olduğunda, içindeki yazılım kısmına asla bir şey olmaz. İnsan da aynı bu örmekteki gibidir.

Evet, bu kadar açıklamalardan sonra asıl konumuza, karakter ve kader mevzuna dönelim.

Kader mevzunda ilk dikkatinizi çekmek istediğim de bir ayet-i kerimedir: "Sana gelen iyilik Allah'tandır. Başına gelen kötülük ise nefsindendir." (Nisa, 79) Bu ayet açıkça belirtmektedir ki, biz iyiliği murad edip istedikçe Allah’ın izniyle ona vasıl oluruz. İlla da kötülük yolunda yürürsek, maazallah işimiz zordur. Kul azmış ise belayı elbette kendisine çeker. Halk arasında bir yaygın söz vardır: "Kula bela gelmez Hak (cc) yazmadıkça, Hak (cc) bela yazmaz Kul azmadıkça." Durum bu kadar açık ve nettir.

Bizim kader inancımız Ehl-i Sünnet vel Cemaat akidesi üzerinedir. Ehl-i Sünnet akidesi ne Cebriye fırkası gibi kulun iradesini yok sayar, ne de Kaderiye fırkası gibi her şeyi kulun iradesi üzerine yükler. Burada denge ve orta bir yerde durularak, “kul ister ve iradesi ile o işi yapmayı murad eder, karar verir ve işler. Ancak her şey ve her oluş, başta, sonda, ortada ve her yerde Allah’ın iradesine bağlıdır. Allah dilemedikçe elbette bir yaprak dahi kımıldayamaz. Allah o kişiye o işi yapması için müsaade verir. İster iyi işlerde olsun, isterse kötü işlerde olsun. Kural budur.”

Bizim kader inancımız bu minval üzeredir.

Bu noktada asıl altı çizilmesi gereken hususu belirtmek istiyorum: “İnsanın kaderi karakterini oluşturmaz, insan kendi karakteri ile kendi kaderini oluşturur.” Öyleyse, kimse kadere suç bulmamalıdır. "Ah kader, vah kader" diye deli-divane gibi yakınmamalıdır. Kadere bakacağı yerde kendi kaderine bakmalıdır. Suç bulacaksa, kaderine değil karakterine suç bulmalıdır. O karakter de kendi eseridir. İnsanoğlu bunu hiç unutmamalıdır.”

Yaşım 57. Bundan 36 sene önce Siyasal Bilgiler Fakültesi’nden mezun olurken hazırlanan Fakülte Yıllığında resmimin altında; “Ahmet Sandal, hesabi değil, hasbi ve samimi bir arkadaştır. Özü ve sözü birdir. Menfaatçi bir insan değil, fedakar bir kardeşimizdir” şeklinde notlar yazmaktadır. Ben o zaman kararımı hasbi, samimi ve fedakârlık üzerine kurmuş ve düşüncelerimi ve niyetimi bu minval üzerine belirlemiştim. Çok şükür hep bu yönde yürüdüm. Kimseye menfeat için dost olmadım. Kimseye yalancıktan dost olmadım. Kimseye iki yüzlü davranmadım. Sözümüz hep düşüncelerimizi yansıttı. Hep hasbi ve samimi oldum. Niyetimi, düşüncelerimi başka türlü belirlemiş olsaydım, hayat çizgim elbette farklı olurdu.

Kendi hayatıma bakarak şunu net anladım: “İnsan kendi kaderini belirlemeden önce karakterini belirliyor ve o karakter onun kaderi oluyor.”

Yazımın sonunda, Hintli Düşünür ve Devlet Adamı Gandhi’nin bir sözüyle bitiriyorum:

Sözlerinize dikkat edin, düşüncelerinize dönüşür;
Düşüncelerinize dikkat edin, duygularınıza dönüşür;
Duygularınıza dikkat edin, davranışlarınıza dönüşür;
Davranışlarınıza dikkat edin, alışkanlıklarınıza dönüşür;
Alışkanlıklarınıza dikkat edin, değerlerinize dönüşür;
Değerlerinize dikkat edin, karakterinize dönüşür;
Karakterinize dikkat edin, kaderinize dönüşür.

Vesselam.