İnsan haksızlık karşısında neden susar?

Ahmet Sandal

Ahmet Sandal

Tüm Yazıları

Yazımın başlığında geçen “insan haksızlık karşısında neden susar” sorusu tabi ki şöyle anlaşılmalıdır. İnsan başkasına yapılan bir haksızlığı gördüğünde ve bildiğinde niye susar?

Yoksa insanoğlu kendine yapılan bir haksızlık karşısında susmaz ve feryat eder.

Kendisine yapılan haksızlık karşısında susan ve ses çıkarmayan insanlar yok mu? Elbette var. Ancak onlar yazımızın kapsamı dışındadır.

Yazımızın kapsamı “insan başkasına yapılan bir haksızlığa şahit olduğunda niye susar?” Bunu anlamaya çalışıyorum. İnsan vicdanını niye susturur? Bunu öğrenmeye çalışıyorum.

Tabi burada bir haksızlık karşısında, yani bir başkasına yapılan haksızlığa şahit olduğunda menfaat gereği, işine öyle geldiği için susanlar da olabilir, bencillikten dolayı susanlar da olabilir. Onların durumu ortada.

Bencillikten ve menfaatten susanlar da konumuzun dışındadır. Zaten bunların ele alacak ve tartışılacak bir durumu yok.

Durumu çok açık onların. Menfaatçilerin neyini tartışacağız? Bencillerin neyini tartışacağız. Onları Allah’a havale ettik.

Evet insan bir menfaati olmadığı ve bencil de olmadığı halde kendi vicdanını niye susturur? Bunu öğrenmeye çalışıyorum.

Şimdi diyeceksiniz ki insanın bir haksızlık karşısında susması zaten menfaatinedir. Şimdi diyeceksiniz ki insanın bir haksızlık karşısında susması zaten bencilliktendir.

Evet bu ihtimaller mümkündür. Ancak yine de biz şöyle varsayımda bulunalım ve şunu soralım: Bir insan çok hasbi, samimi ve toplumda saygın ve mert bir şekilde tanındığı halde yine de şahit olduğu bir haksızlık karşısında neden tavır almıyor ve susuyor.” “Bir insan Korkak da olmadığı ve cesur olduğu halde, karşılaştığı bir haksızlık karşısında insan neden susar ve tavır almaz?” Neden? Şimdi bu soru basit

Soruları kendime sordum ve şu cevapları aldım.

Önce bir beyti, bir Divan şiirini hatırlatalım.

"Bir başıma kalsam şeh-i devrâna kul olmam.

Virân olası hânede evlâd u ıyâl var."

Bu söz bir Divan Şairine ait veciz bir ifade. Bu sözün Ziya Paşa'ya ait olduğunu sanıyordum. Değilmiş. Dertli isimli bir Şair’in haykırışıymış.

Şair diyor ki, “bu alemde şu ailem, çoluk çocuğum olmasa, kimseye boyun eğmem ve dönemin Padişahına da kul olmam.”

Şimdi bu seslenişten şu mu çıkıyor?

Bekarlar, ailesi olmayanlar ve tek başına yaşayanlar haksızlığa boyun eğmeyen insanlar mı?

Bu soruya bir Şair olarak cevap verebilirim. Yani elbette, Şair Haykırışı olarak gerçekleri olabildiğince söylemek üzere harekete başladığımda çok bağımsız değiliz. Ailemiz ve Evlad-ı Iyal (çoluk çocuk) var. Elhamdülillah.

Bu durum bizi bağlıyor ve seslenişimizi elbette kısıyor ve kısıtlıyor.

Ancak Şair olmayan milyonlarca bekar ve ailesiz insanlar var bu Dünya’da. Onlar çok mu gerçekleri haykırıyor? Onlar çok mu haksızlık karşısında mücadele ediyor? Sanmıyorum.

Herkes can taşıyor. Herkes geleceğe dair endişe taşıyor.

Evli ya da bekar farketmez. Herkes can taşıyor. Ailesi olan ya da olmayan herkes endişe taşıyor.

Antik Yunanistan'da yaşamış Şair Euripides “İnsan endişeden yaratılmıştır” der.

Sâdi Şirazî 'ye sormuşlar:

- İnsan nedir ?

“Yek katre-i hûnest, sâd hezârân endîşe”

Yani bir damla kan ve bin bir endişe.

Hepimiz neyin doğru, neyin yanlış olduğunu biliyoruz.

Kimin haklı, kimin haksız olduğunu idrak ediyoruz.

Bugüne ve geleceğe dair endişe taşıyan insan suskun kalabiliyor. Yani Hakka çok önem veren, Hakkı vicdanında güçlü şekilde hisseden insanlar dahi haksızlık karşısında susabiliyor.

“Haksızlık karşısında susan dilsiz şeytandır.” Bu söz bir meşhur sözdür.

İnsanlar haksızlık karşısında suskun kalmakla şeytan olur mu?

Onu bilmem de insanlar nefsine boyun eğerek şeytanlaşabiliyor. İnsanlar nefsinin her dediğini yaparsa şeytanlaşır.

Haksızlık karşısında susan dilsiz şeytan olmasa da şu iki şeyi kaybeder.

1-Hakkını, 2-Şerefini.

Bu söz ve bu tespit Hazreti Ali (ra) Efendimize ait bir söz ve tespittir.

Tabi burada insanın kendine yöneltilen haksızlığa karşı sessiz kaldığında başına gelecekler anlatılıyor.

Kendisine yapılan haksızlığa susandan beklenir ki başkasına yapılan haksızlığa da susar. Bu da ayrı bir gerçektir.

Bizim konumuz başkasına yapılan haksızlık karşısında susmakla ilgili olduğu için burada şu tespit yapalım: “Kendi hakkını savunamayandan başkasına yapılan bir haksızlığı karşı dik durmasını bekleyemeyiz”

Bu önemli tespitten sonra konumuza devam edelim.

Bir önemli tespitte daha bulunalım.

Bilinç eksikliği de haksızlıklara karşı susmaya neden oluyor.

Başkasına yapılan haksızlık karşısında susanlar yarın kendilerinin de aynı haksızlığa maruz kalacağını idrak edemiyorlar.

Meşhur Sarı Öküz hikayesi var. Ders alınacak bir hikaye. Hikayenin sonu şöyle bitiyor.

"Sarı Öküz''ü verdiğimiz gün kaybettik bu savaşı.”

Ormanda aslanlar, öküzlerden her gün bir öküz istermiş. İlk kurban olarak Sarı Öküz seçilmiş. Ancak aslanların talepleri hiç bitmezmiş. Her gün bir öküz istemişler. En sonunda gerçek anlaşılmış, neredeyse sürüde öküz kalmamış. Öküzler hep bir ağızdan “Sarı Öküz''ü verdiğimiz gün kaybettik bu savaşı” demişler.

Gerçekten insanoğlu ilk haksızlığa sessiz kaldığında kaybetti bu savaşı.

Ancak insanoğlu düşüncesiz ve idraksiz. İnsanoğlu kendisinin ve başkasının hakkını savunmadığında, hakkını ve şerefini kaybedeceğini dahi idrak edemiyor.

Tabi insanoğlu bunda kendisini suçlu bulmuyor.

Evlad-ı iyal diyor, aile sorumluluğu diyor, makam mevki beklentisi diyor, çoluk çocuğun rızkı, bakımı diyor, diyor da diyor ve vicdanını susturuyor.

Bir İngiliz Atasözü: “Para konuşunca herkes susar.”

Ben de bu sizden yola çıkarak “menfaat konuşunca vicdan susar” diyorum.

Evet, bu yazımızın belki de en mihenk noktası bu.

İnsan, başkasına yapılan bir haksızlık karşısında neden susar sorusunun cevabı budur.

Menfaat konuşunca, vicdan susturulur.

Bu menfaat, yani fayda, yani imkanlar, yani beklentiler ve yani insanların hayattan almak istediği maddiyat işin içine girerse vicdan susar.

Bir de insan gelecek korkusu taşıyor. Endişe taşıyor. Böylece suskunlaşıyor insan.

Bir de nefsin güdümüne girmek var.

İnsanda iki büyük güç mevcuttur.

  1. Vicdan, 2-Nefis.

İnsanın içinde bu iki güç mücadele halindedir.

Akıl işte bu iki kuvvetin arasında bir yerdedir.

Akıl, ahlak ve adaletin doğru bir tercih olduğunu bilir. Akıl, vicdana uymanın doğru bir tercih olduğunu bilir.

Akıl vicdanın safına ve onun yanına doğru ilerlerse bu huzur ve mutluluktur. Bu aynı zamanda ahlak ve adalettir. Evet, akıl ve vicdan bir araya gelir işbirliği yaparsa bu ahlaktır, adalettir.

Akıl vicdan tarafına değil de nefis tarafına giderse bu felakettir ve adaletsizliktir. Akıl ve nefis bir araya gelir işbirliği yaparsa bu ahlaka aykırılık ve adaletsizlik meydana getirebilir.

Aklımızı vicdanın hizmetine sokmak zorundayız. Yoksa insanı bekleyen akıbet ahlaksızlık ve adaletsizliktir.

Vicdan dediğimiz şey esasında akıl ile ahlak demektir.

Vicdan nasıl bastırılıyor? Vicdan nasıl susturuluyor? Nefis ile işbirliği yapan akıl susturulur.

Akıl nefsin güdümüne giriyor

Akıl güdümlü olunca da adaletsizlik başlıyor.

Akıl her türlü menfaatin tesirine girince vicdanı susturur ve yaptığı işe kılıf dahi bulur.

Bu kılıf evlad-ı iyal olur, gelecek kaygısı olur beklentiler olur. Olur da olur.

Evet bu yazıda sorduğum “insan haksızlık karşısında niye susar” sorusunun cevabını anlatmaya çalıştım.

Esasında sözü çok uzattım.

Özetlemek gerekirse, “insan haksızlık karşısında bilinçsizlikten” susar.

Menfaat, bencillik, endişe, gelecek kaygısı, nefsin baskısı ve cümle maddi tesislerin sebebi bilinçsizliktir.

“Allah var, gam yok.”

Evet bu bilinç ile hareket etmek gerekir.

Bu bilince sözde değil özde sahip olan her insan haksızlık karşısında susmaz, vesselam.