HİKÂYE DENEMELERİ-9 Çalışmanın mutluluğu ve helal rızkın güzelliği
Zordur yaz ortasında yazıda çalışmak. Güneş yakar kavurur. Ovalarda çalışan işçiler bu nedenden olacak kavruk yüzlüdür. Bir taraftan güneş kavurur, bir taraftan ılgın esen rüzgârlar kavurur. Ilgın rüzgarları yazın ovalarda hafif hafif eser ve hissettirmeden insanı kavruklaştırır.
Anadolu’nun birçok yerinde insanlarımızın yüzü, kurudur, kavruktur ve güneş ile rüzgârların tesirinden olacak gerilmiş ve siyahtır. Hele yazıda çalışan işçilerin yüzleri, daha kuru, daha kavruk, daha gerilmiş ve esmerdir.
Bizim memlekette ovaya, yazı denilir. Yazıda çalışmak ovada çalışmaktır. Çapa işçilerinin birçoğu yazıda çalışır.
Çapa işçileri topraksızdır, garibandır ve fakirdir.
Ağalarda binlerce dönüm toprak varken, gariban halkın bir çoğu alınteriyle, sımsıcak yazıda adeta kavrularak kmeğini çıkartır.
“Ekmeğini taştan çıkartmak” diye bir terim vardır. Çapa işçileri ekmeğini sımsıcak topraktan, elinde kazmayla toprağı sağlı-sollu çapalamaktan çıkarır.
Zordur Be Topraksızlık.
Adil ve dengeli bir toplumda böyle adaletsizlik olmaz. Yani, topraksız insan olmaz. Her insanın bir karış da olsa ekecek bir toprağı olacak ve o toprağı işleyerek kimseye muhtaç olmayacak.
Şimdi diyeceksiniz ki, insanların hepsine toprak dağıtılsa ve kendilerine toprak dağıtılan işçi, köylü ve tüm gariban kesim, o toprağı zengin birisine satsa, ne olacak? Yine topraksız kalacaklar.
Buna karşı da çözümüm var. Ben tarım toprağına mülkiyete karşıyım. Esasında tüm topraklarda mülkiyete karşıyım. Allah’ın arzı, Allah’ın toprağı insanların keyfince kullanacakları yerler olmamalıdır. Zaten, ayet-i kerimede, her şey ayan-beyan ifade ediliyor: “Göklerin ve yerin mülkü Allah'ındır.” (Nur Suresi, 42)
İslam Dininin kurallarına göre de, mülkiyet hakkı sınırsız değildir. İslam Dini, insanlara mülkiyet üzerinde istediği gibi bir tasarruf hakkı vermez. Mülkiyet üzerinde kimse keyfi şekilde hareket edemez. Mülkün esas sahibinin Allah olduğu bilinci tüm insanlarda mevcut olmalıdır.
Bu bakış açısıyla, tarım toprakları başta olmak üzere, tüm topraklar alım-satıma konu edilmemelidir. Herkese geçineceği ve aç kalmayacağı kadar tarım toprağı tahsis edilmeli ve bunların el değiştirilmesi ve satılması yasak olmalıdır.
Gel gör ki, Osmanlı Toprak Sisteminde belli ölçüde bunu sağlamak mümkün iken, yeni ekonomik düzen kurduğunu iddia eden Cumhuriyet Rejiminde mülkiyette tam serbestiyet hakim olmuştur. Cumhuriyet Rejimi adil bir toprak işleme ve adil toprak dağıtımını sağlayamamıştır. Cumhuriyeti tesis eden Paşalar ve o zamanki Devlet Adamları, yeni yeni ağalar meydana getirmiş ve bunları kendine bağlamıştır. Bu ahvalde, ağalardaki bunca dönüm toprağın nereden geldiğini ve kaynağını kimse sormamıştır?
Ağalar bunca refah ve zenginlik içerisindeyken Arif, çocukluğunda, gençliğinde maddi açıdan hep zorluk yaşamıştır. Fakir bir hayat geçirmiştir. Arif, fakir bir hayat yaşarken toprak ağalarının çocukları lüks ve şatafat içerisinde bir hayat sürmüşlerdir.
Arif, şu an yaşı 54’tür. Okumuş ve Devlet Memuru olmuştur. Ankara’da yaşamaktadır. Arif’in Pazarcık’ta geçirdiği çocukluk ve gençlik yıllarından unutamadığı bir anısı vardır.
O zamanki gençler 1980’li yıllarda sağ-sol gibi anlamsız ideolojilerin tesirinde ikiye bölündüklerinde, zengin ağa çocuklarının sol ideolojileri savunarak “hakça düzen, toprakların adil dağıtımını savunarak” slogan attıkları, Arif gibi gariban ve fakir ailelerin çocuklarının da sağ ideolojileri destekleyip kurulu düzenin devamından yana oldukları acaip bir durumdur. Bu durumu ne zaman düşünse ve gençlik yıllarındaki bu acayip kutuplaşmayı ne zaman hatırlasa Arif, hep gülümsüyordu. Çünkü, ağa çocukları, hatta ağaların kendisi nasıl sol düşünceye (sosyal demokrasi görüşüne) sahip olabilir ve ellerinde bir karış toprağı olmayanlar sağ düşünceye (kapitalist sistem yanlısı bir görüşe) nasıl sahip olabilir? Bu nasıl bir yaman çelişki böyle!
Şurası bir gerçek ki, bu Ülkede siyaset ve ideolojik görüşler hiçbir zaman sosyal sınıflar temelinde şekillenmediği için, Bakırköy ve Çankaya gibi zengin ve sosyetik muhitlerde oyları sol partiler çoğunlukla almakta, Sultanbeyli ve Keçiören gibi fakir ve gariban muhitlerinde oyları çoğunlukla sağ partiler almaktadır. Bu nasıl yaman bir çelişki böyle!
Evet, 1980’li yıllarda ve öncesinde Pazarcık’ta da zenginler ve ağalar sol partilere, garibanlar ve yoksullar sağ partilere daha çok oy vermekteydi. Elbette bu normal bir durum değildi.
Sağ görüşlü bir aileye mensup Arif de garibandı ve yoksuldu. Yaz tatillerinde çalışmak zorundaydı.
Yaz Tatilinde Fakir Çocukları Tatil Yapmaz, Çalışırlar.
Çalışmak fakir çocukları için her daim bir görevdir. Okula giderlerken de çalışırlar, yaz tatilinde de çalışırlar. Yaz tatilinin adı yaz tatilidir. Yaz tatili herkesi kapsamaz.
Her sene yaz tatillerinde çalışan Arif ve Arife, o sene de çalışacaklardır. O sene kendilerine bir misyon, sanki özel bir görev yüklemişlerdir.
Arif ve Arife iki kardeş, yaz tatilinde çalışıp Anne Babalarının ihtiyacı olan buzdolabını alacaktır. Arif 15, Ablası Arife 17 yaşındadır. Her ikisi de öğrencidir. Her ikisi de Lise öğrencisidir. Arif, Lise birinci sınıfa geçmiş, Ablası Arife Lise son sınıfa geçmiştir.
Yaz tatilinde boş durmak olmaz, çalışmak gereklidir.
Pazarcık’ta sakalar vardır. Sakalar, fakir mahallelerden işçi toplarlar ve ağaların Pazarcık ve Narlı Ovalarındaki uçsuz-bucaksız topraklarına amele bulurlar. Ameleler, Haziran, Temmuz, Ağustos aylarında çapa işlerinde çalıştırılır. Daha sonra pamuklar toplanma vakti gelip de kozalarını yarıp da çıktıklarında çapa biter, pamuk toplama işi başlar.
Saka, aynı zamanda ağaların topraklarının sulama işlerini düzenleyen ve denetleyen kimsedir. Sakalar, bu görevlerinin yanında ağaların topraklarında çalıştırılmak üzere işçi bulma görevini de yerine getirirler.
Çapa İşçiliği Çok Zordur.
“Vur çapayı çapayı. Vur kazmayı kazmayı. Kız başına bağlamış. Oyalı da ipek yazmayı.” Bilmiyorum bu türkü böyle miydi. Türkünün böyle olup olmadığını bilmiyorum da, şu şiiri Arif, bundan 35-40 sene önce yazmıştı. Onu çok iyi biliyorum. Şirin ismi “Yazıdaki İşçiler” şeklindedir.
Birbir dizilmişler sıcak tarlaya.
Çapaları ellerinde, vur ha vur.
Bir yanık seda yayılır ovaya.
Türküleri dillerinde, vur ha vur.
Yazıdaki işçinin yazısı, bu ağıt.
Bağır işçi kardeş, derdini dağıt.
Ağanın elinde toprak, onlarda çapa.
Sendika-sigorta yok, boşadır çaba.
Mideye bir dilim ekmek, sırta bir aba.
Umutları gözlerinde, vur ha vur.
Yazıdaki işçinin yazısı, bu gaddarlık.
Hak yiyen oldukça bitmez barbarlık.
Yazıda çalışmak zor, güneş yakar.
Bir an boş duramazsın, saka bakar.
Dudaklar kururken, arktan su akar.
Kaderleri tenlerinde, vur ha vur.
Yazıdaki işçinin yazısı, bu güneş.
Ellerde çapalar, deş toprağı deş.
Ağalar var bizde, dönüm dönüm.
Toprakları bitmez, bölüm bölüm.
Bu taksimi hiç anlamaz gönlüm.
İsyanlar yüreklerde, vur ha vur.
Yazıdaki işçinin yazısı mı, “kula kulluk”,
Kırılması gereken kısır döngü bu yoksulluk.
Yoksulluk Arif’in ve Ailesinin kaderi miydi? Değildi elbette. Yoksulluk bir kader değildir. İslam’a uygun bir nizam kurulmayan her yerde yoksulluk ve ezilmişlik, zayıf insanları gelir de bulur. Aksi takdirde, İslam’a uygun bir nizam olsa, ne yoksulluk kalır, ne de ezilmişlik olur. Herkes hakkaniyet ve adalet içerisinde yaşar.
Çapa İşçileri Sabahın En erken Vaktinde İşçi Götüren Araçlara Binerdi.
Saka Veli Emmi, minibüsün içerisinde işçilere şöyle bir baktı. Kimler çapa işinde çalışabilir, kimler çalışamaz. Onu anlamak istiyordu. Arif ve Arife, minibüsün en arkasındaki dörtlü koltuğa oturmuşlardı.
Sabah daha güneş doğmadan pamuk tarlalarındaki çapa işleri için kimi zaman römorklu traktör, kimi zaman eski-püskü bir minibüs, Arif ve Arife’lerin mahallesine gelir, sokağın bir kenarında beklerdi. Bazen de kamyon kasalarında işçi taşınırdı. Mahallenin yoksul ve gariban halkı o minibüsü, o kamyonu, o traktörü çok iyi bilirdi.
Zaten, Saka Veli Emmi mahallede seslenir ve işçilerin minibüse ya da römorklu traktöre doğru gelmesi için sesini duyururdu.
Bir de Perişan Fatma isimli işçi toplayan bir kadın vardı. O da başka ağalar için işçi toplardı. Her ağanın sakası da ayrı, işçisi de ayrı mıydı? Sakaları ayrı olsa da, işçileri aynıydı. İşçiler bugün filanca ağanın tarlasında, yarın falanca ağanın tarlasındaydı. Nereye denk gelirse oraya çalışmaya giderlerdi.
İşçiler önce çapa işlerinde bir ay boyunca çalıştırılır. Ücretlerini ay başlarında topluca alırlardı. 1980’li yıllarda ya da daha öncesinde yazıda, güneşin altında çalışan bir işçinin bir günlük ücreti ne kadardır? Şimdikinden pek farklı ücret olacağını sanmıyorum. Geçen gün sordum ve öğrendim, yazı dediğimiz ovanın ortasında çalışan işçilerin bir günlüğü 33 TL imiş. Düşünün bir ay boyunca tarlada, ovada çapa vuracak ve kavrulacaksınız, aldığınız ücret 1000 TL civarında olacak. Ne kadar üzüntü verici ve haksız bir durum bu.
Bu kadar cüz’i ve az ücrete rağmen, garibanlık insanı çapa işçiliğine zorlar.
Mahalleye bazen iki saka aynı anda gelir, işçi toplayan bir römorklu traktör bir tarafta, işçi toplayan eski-püskü bir minibüs başka tarafta beklerdi.
O gün erken saatlerde sakalar işçi toplamak üzere Arif’gilin mahallesine gelmişlerdi. Arif ve Ablası Arife, işçi toplayan sakaların ve arabalarının gelmesini bekliyorlardı. Çünkü, her ikisi yaz boyunca durmadan çalışacaklar ve evlerine buzdolabı alacaklardı.
Pazarcık’ın dayanılmaz sıcağında, uzun yaz günlerinde buzdolapsız bir evin halini düşünün. Bir soğuk su dahi içemiyorsunuz, evinizde bulunan ve sıcakta bozulması mümkün olan et, peynir ve benzeri gıdaları koyacak yer bulamıyorsunuz. Böyle bir durumu haydi hep birlikte düşünün. Siz bunları düşünmekten dahi zorlanır ve anlamakta güçlük çekersiniz. Ancak, bunları Arif ve Ailesi bizzat yaşamışlardır.
Arif ve Arife, çapaya gidecek, yaz boyu yazıda çalışacak ve evlerine bir buzdolabı alacaklardı. Hedef buydu. Bu hedefe varmak için de Saka Veli Emmi’nin işçi topladığı minibüse erkenden binmek ve sabahtan akşama kadar kızgın güneş altında çapa vurmak gerekiyordu. Arif ve Arife, bu maksat doğrultusunda ilk adımı attılar ve her ikisi de işçileri taşıyan çok eski model bir minibüse bindiler.
Arif’in Ablası “Çapa İşçiliği Yapamaz” Diye İşe Götürülmüyor.
O sabah işçi taşıyacak minibüs tıka-basa işçilerle dolmuştu. Ya da “işçiler ve işçi adayları” desek daha doğru olur. Çünkü, Saka Veli Emmi, minibüse binip de bekleyen işçilerin çapada çalışabilecek güçte olup olmadıklarını seçiyordu.
Saka Veli Emmi, minibüsün en arka koltuğundaki zayıf, cılız bünyeli Arife’ye bakarak, “sen minibüsten in bakalım aşağıya” diye seslendi.
İşçi sayısı çok, işveren sayısı az olduğunda işçiler seçilir. Bunun tam tersi olsa, işçiler az, işverenler çok olsa, o takdirde de işverenler seçilir.
Kapitalist sistemde, işçiler çok, işverenler azdır. Bu nedenle seçim hakkı işverendedir. Saka Veli Emmi, işveren değildi. İşveren adına işçi seçmekle görevliydi.
Pamuk işçileri açısından işverenler ağalardır. Ağalar ki, o topraklara nasıl sahip oldukları asla bilinmeyen, ancak alavere-dalavere ile sahip oldukları çok açık belli olan kişilerdir. Bir insan kendi alım gücü ile bir dönüm, on dönüm toprak satın alabilir. Bilemedin 100 dönüm toprak satın alabilir. Ancak 1000 dönüm, 10000 dönüm toprağı satın almak kolay mı?
Pazarcık’ta 10000 dönüm toprağı olan ağa var mıydı? Arif’in çocukluk yıllarında bazı ağaların 1000 dönüm toprağa sahip olduğunu Arif, Babasından duymuştu.
Arif’in Babası, elinden emektar bir garibandı. Marangoz Şerif Usta derlerdi adına. Annesinin adı Remziye Hanım.
Elinden emektar Marangoz Şerif Usta ve Remziye Hanım, çocukları Arif ile Arife. Bir de 3 küçük kardeşleri vardı. Orhan, Oğuz ve Emine.
Beş çocuklu Marangoz Şerif Usta ve Remziye Hanım’ın evlerine elektrik daha geçen sene bağlanmıştı. 1958 yılında Remziye Hanım ile evlenen Şerif Usta’nın iki odalı evlerinde 1978 yılına kadar elektrik yoktu.
Pazarcık İlçesinde elektriğin evlerde yaygın olarak kullanılması, sanırım 1970’li yıllardan itibaren başlamıştır. Hali vakti yerinde olan zenginler evlerine elektriği 1970’ten önce de bağlamış olabilir. Arif’lerin mahallesinde nerdeyse birkaç evde elektrik yoktu. Bu evlerden birisi de Marangoz Şerif Usta’nın eviydi. 1978 yılında zar-zor elektriği Marangoz Mehmet Usta evine bağlatmıştı. O yıllarda bazı evlerde merdaneli çamaşır makineleri mevcuttu. Zengin evlerinde olurdu merdaneli çamaşır makinesi. Buzdolabı da zengin ya da orta halli ailelerin evlerinde bulunurdu. Marangoz Şerif Usta’nın evine elektrik yeni bağlanmış olsa da ne buzdolabı, ne de merdaneli çamaşır makinesi mevcut değildi. Zaten, o yıllarda bulaşık makinesi icat edilmemişti.
Marangoz Şerif Usta’nın evinde buzdolabı mevcut değildi. Esasında eskiden kimsenin evinde buzdolabı yoktu.
Buzdolabı icat edilmeden önce evlerde tel dolapları olurdu. Tel dolaplarının raflarına peynir, reçel, yağ gibi gıda maddeleri dizilirdi. Tel dolaplarının sağa sola ortadan ikiye açılan iki kapısı bulunurdu. Bu kapıların üzeri telle kapalı olduğu için ismi tel dolabı olarak adlandırıldı.
Marangoz Şerif Usta’nın evinde tel dolabı vardı. Zaten, Marangoz Şerif Usta aynı zamanda tel dolabı da imal eden iyi bir ustaydı. Buzdolapları icat edilmeden önce birçok eve, sipariş üzere tel dolabı imal etmişti. Marangoz Şerif Usta tel dolaplarını imal eder ve imal edilen tel dolaplarını talep edenlerin evlerine götürmek Arif’e düşerdi. Çoğunlukla bu dolaplar at arabasıyla taşınırdı.
Arif’in Ablası Çapa İşçiliğine Son Anda Gidebildi.
Arife, güçsüz ve zayıf olduğundan minibüsten aşağıya indirilmişti. Arif arabada tek başına kalmıştı. Minibüs, içerisine dolan işçilerle birlikte biraz sonra Pazarcık Ovasındaki pamuk tarlalarında çalışacak çapa işçilerini götürmek üzere hareket edecekti. Ancak gel gör ki, Arife işçi olarak seçilmemişti. Arife, minibüsün yanında gözlerinden akan yaşlarla birlikte beklemekteydi. Ağlıyordu ve illa da işçi olarak çapa vurmak üzere yazıya gitmek istiyordu. Arif de arabanın içerisinde Ablası Arife’nin de minibüse alınmasını ve onun da işçi olarak yazıda çalışmasını istiyordu. Çünkü, her ikisi de birlikte çalışırlarsa buzdolabını daha kısa sürede alabileceklerdi.
Saka Vali Emmi, Arife’nin ağlamasına ve illa da işçi olarak yazıya gitmek istemesine daha fazla dayanamadı ve “haydi Arife sen de bin bakalım minibüse” dedi. Arife, bu seslenişi duyar duymaz, çok hızlı bir şekilde tekrar minibüse bindi ve bu sefer de sevinçten ağlamaya başladı. Arif ve Arife, minibüsün en arka koltuğunda tekrar aynı şekilde oturuyorlardı. İşçileri Pazarcık Ovasındaki pamuk tarlalarına götürecek minibüs hareket etmişti bile.
Arif ve Arife, o sene yaz tatilinde 3 ay kadar ter dökerek, çapada işçilik yaparak, pamuk tarlalarında 40 derecelik sıcağın altında adeta kavrularak çalıştılar. Ve hedeflerine de ulaştılar. Yaz tatili bittiğinde elde ettikleri o helal kazançla, ter dökerek elde edilen o güzel kazançla, evlerine bir buzdolabı alabilmişlerdi. Mutluluklarına ve sevinçlerine diyecek yoktu.
Kazancın en güzeli, kazancın en helali alın teriyle çalışarak elde edilen kazançtır. Bu hususta Sevgili Peygamber Efendimizin (asm) şu Hadis-i Şerif’ine kulak verelim ve dinleyelim: “Hiçbir kimse, asla kendi kazancından daha hayırlı bir rızık yememiştir. Allah’ın Peygamberi Dâvûd aleyhisselâm da kendi eliyle çalıştığı kazancın ekmeğini yerdi.”
Çalışmanın mutluluğu ve helal kazancın güzelliği kadar ne mutluluk vardır, ne de güzellik vardır. Selam olsun, el emeğinin helal kazancıyla yaşayan mübarek İnsanlara.
Selam olsun, ailesinin geçim zorluğunu gidermek için çalışan çocuklara ve gençlere.
Selam olsun Arif’lere ve Arife’lere.
Allah cümlesinden razı olsun.