Her başarı, başarı mıdır?
“Oğlum ben sana Vali olamazsın demedim ki, adam olamazsın dedim,” diye biten bir meşhur bir fıkra var ya! Yazımın en başında ondan bahsedeyim ki, böylece yazıdaki asıl söylemek istediğim ta en baştan anlaşılsın.
O fıkradaki hakikate dikkat edin. (O fıkra değil esasında, bir darb-ı mesel. Yani ders çıkartılacak bir konudur o fıkra)
Bir çocuğun hal ve hareketlerini beğenmeyen Babası, ona her fırsatta, “oğlum sen adam olamazsın” diye hitap edermiş. Çocuk bu söz üzerine daha da hırs yapar ve dersine daha fazla çalışır, adeta yemez-içmez, gece-gündüz ders çalışırmış. Babası da devamlı surette, “Oğlum sen adam olmazsın” diyerek sözünü tekrarlarmış.
Gün gelmiş, o çocuk “okumuş, okumuş, okumuş”, önce kaymakam, sonra da vali olmuş. Babasını yanına çağırtmış. Korumalarını Babasının evine göndermiş. Korumalar eve giderek, adamcağızı almışlar ve adeta apar-topar valinin huzuruna çıkartmışlar. Vali, makam koltuğunda şişkin mi şişkin, havalı mı havalı bir şekilde Babasına bakarak şöyle seslenmiş, “ne oldu, bak haklı çıktım, sen haksız çıktın, ben adam oldum” demiş.
Vali’nin Babası, tarihe geçecek sözü söylemiş: “Ben sana vali olamazsın demedim ki, adam olamazsın dedim. Eğer adam olsaydın, beni böyle sanki suçlu getirir gibi huzuruna getirmezdin” diyerek, Vali’nin odasını hızlıca terk etmiş.
Adam olmayan Vali, bu sözden ve o tavırdan bir şey anlamış mıdır, bilinmez. Ancak, bu kıssadan herkes anlayacağını anlamıştır.
Açık konuşmak istiyorum. Şunu net olarak haykırıyorum: “Her başarı, başarı değildir.”
Başarı, insan olmaktır, adam olmaktır ve öncelikle ahlak ve edep sahibi olmaktır.
Bir de “başarıyı kutsamayalım.” Kutsayacaksak, “ahlaklı olmayı, adam olmayı kutsayalım.”
“Başarıyı kutsamak” da neymiş diyenleri duyar gibiyim.
“Başarılı ol da, nasıl olursan ol.” “Amaca giderken her yol mubahtır.” “Üzümü ye bağını sorma.” Evet, maalesef, yaygın ve yanlış bu anlayışlar, özellikle pozitivizm, materyalizm ve kapitalizmin ağlarına düşmüş toplumlarda yer bulmaktadır. Biz de o toplumlardan biriyiz.
“Pozitivizm + Materyalizm + Kapitalizm = Makyavelizm”.
Evet, bu hususta, yani ahlak konusunda, sağdan-soldan bilgilerle tonlarca söz etmeye gerek yok. Toplumlarda yukarıdaki formüldeki üç illet ve o üç illetten meydana gelen, dördüncü illet, yani makyavelizm varsa, o toplumlarda ahlaksızlık almış başını gidiyordur.
Tekrar tekrar haykırıyorum:
“Başarıyı kutsamak ya da maksada giderken her yolu mubah görmek”, beraberinde ahlaksızlık getirir.
Hz. Mevlana diyor ki; “öyle insanlar gördüm, üzerlerinde elbise yoktu. Öyle elbiseler gördüm, içerisinde insan yoktu.”
Buradan binlerce sonuç çıkartmak mümkündür. Hz. Mevlana’nın bu sözünden binlerce mana çıkartmak mümkündür.
Hz. Mevlana esasta diyor ki, “bir şey elde etmen çok önemli değil, o şeyi nasıl elde ettiğin önemlidir.”
On tane evin var, beş tane araban var. Mühim mi? Bize göre, yani, kapitalist, makyavelist mantığa kendimizi kaptırmış bizlere göre, önemli olsa da, Hz. Mevlana gibi gönül erleri için, o evlerin, o arabaların hiçbir önemi yoktur. Nasıl alındı o evler? Nasıl alındı o arabalar? Haramlarla mı alındı? Helan kazançla mı alındı? Bu soru “nasıl”ları ilgilendiren sorulardır.
Ancak günümüzde “nasıl”lar değil, “ne”ler önem taşıyor.
Adam, işin “nasıl” kısmında değil, hep “ne” kısmında. Adamın evi varmış, arabası varmış. İş bitti. Diğer tarafa bakmıyor.
"Amaca giden her yol meşru" dedi insanlar.
Bu mantıkla her türlü nane, turşu yedi insanlar.
Şiirimsi bu sözle de, yazı boyunca ne demek istediğimi, iki mısrada açıklamaya çalıştım.
Başarıyı kutsamak, “makyavelizm dedikleri insani olmayan görüş ve düşünceler” ahlaksızlığın temelidir.
İnsan bir makine değildir. Bir makinenin görevi her halde ve her şartta başarılı bir şekilde çalışmak, en etkin ve en verimli şekilde hizmet etmektir. Çünkü makineyi tasarlayan ve imal eden fikir ve proje sahiplerinin maksadı budur. Kimse “benim bu ürettiğim makine ara sıra başarılı olsun, ara sıra tökezlesin, ara sıra çalışsın, ara sıra dursun” diye tasarımda bulunmaz. Makine ve diğer maddi şeyler etten ve kemikten, ruhtan ve bedenden müteşekkil değildir. O eşya ve teknolojik ürünler ancak bu Dünya içindir. İnsan ise ruh ve bedenden müteşekkil olup yalnız bu Dünya’ya değil, Ahirete müteveccih bir varlıktır.
İnsan bir robot olsaydı ve yalnız bu Dünyaya yönelik bir yapısı olsaydı, elbette her hal ve şartta başarılı olması ve maksada giderken her şeyi mübah görmesi normaldi. Ne var ki, insan robot değildir. Olamaz da. İnsan bu Dünya’ya da ait değildir. Burada az bir süre kalacak bir misafirdir.
Böyle bir tesbitten sonra sözü nereye bağlayacağım? Elbette, tahmin ettiniz, “her başarı, başarı değildir” fikrine varmak için robot ve insan farkını belirttim.
Robotlar için her başarı, başarıdır. İnsanlar için her başarı, başarı değildir.
Evet, şimdi son olarak da, Ülkemizde olsun, başka memleketlerde olsun, sırf zihin eğitimine ağırlık verilmesinin ve çocukları sanki en önemli şey, “doktor, mühendis, pilot, avukat” olmakmış gibi, yalnızca meslek hedefleri gösteren eğitim sisteminin yanlışlığına dikkat çekmek istiyorum.
“Bir öğrenciye ahlaken eğitmeden yalnızca zihnen eğitmek, topluma bela kazandırmaktır.” Bu sözü söyleyen Düşünüre elbet katılıyorum ve ben de öğrencilerin öncelikle ahlak eğitimlerini tamamlamalarının, terbiyeli insan olmalarının önem taşıdığı fikrindeyim.
Çocuklarımızı yalnız ve mutlak zihin eğitiminden kurtaralım. Hem zihin, hem ahlak eğitimine birlikte tabi tutalım. Bu hususta yalnız eğitimciler değildir sorumlu olan. Yalnız eğitimciler değil bu hususta sorumluk taşıyanlar. Aileleri de işin içine katarak “her başarı, başarı değildir” fikrini zihinlere yerleştirmek gerekir. Anne ve Babalar da çocuklarından öncelikle “ahlaklı, dürüst insan olmalarını” istemeleri ve yalnızca mutlak başarıya odaklanmamaları şarttır.
Öğrencilerimize hem ilmî ve hem de dinî eğitimler verilsin. İşte bu noktada başka bir veciz söz aklıma geldi: “Dinsiz ilim kör, ilimsiz din topaldır” diyor bir Düşünür.
Evet, söyleyeceklerim bu kadar.