GÖKYÜZÜNDEKİ YILDIZLAR-8
Hz. Cafer Bin Ebu Talip
Anadolu Gazetesi’nde Sahabe Efendilerimizi, örnek şahsiyetleri sizlerin de tanıması ve örnek alması için anlatıyoruz. Sahabe Efendilerimizin hayatının tüm çocuklarımız, tüm gençlerimiz tarafından bilinmesi, öğrenilmesi gerektiğine inanıyorum. İşte bu noktadan hareketle 8 haftadır bir yazı serisini devam ettiriyoruz. Haydi hayırlısı.
Evet, bu yazı dizisi kapsamında ilk haftadan itibaren sırasıyla Hz. Mus’ab Bin Umeyr (ra), Hz. Ebu Zer (ra), Hz. Abdullah bin Mesud (ra), Hz. Zübeyr Bin Avvâm (ra), Hz. Talha bin Ubeydullah (ra), Abdullah bin Revaha (ra) ve Hz. Zeyd bin Harise (ra) hakkında bilgi sunduk. Bilgilerimizi Türkiye Diyanet Vakfı’nca çıkartılan İslam Ansiklopedisini temel alarak sunuyoruz.
Bu hafta, inşallah Hz. Cafer bin Ebu Talip (ra) hakkında bilgi sunarak, sizlerin de tanımasını sağlamaya çalışacağız.
Türkiye Diyanet Vakfı’nca çıkartılan İslam Ansiklopedisinde hakkında, Hz. Cafer bin Ebu Talip hakkında şu bilgiler mevcuttur.
جعفربنأبي طالب
Ebû Abdillâh Cafer b. Ebî Tâlib b. AbdilmutTalip el-Hâşimî (ö. 8/629)
Hz. Peygamber’in amcasının oğlu, Mûte Savaşı kumandanlarından, sahâbî.
590 yılında Mekke’de doğdu. Hz. Ali’nin öz kardeşi olup ondan on yaş büyüktü. Ebû Tâlib’in çocuklarının fazla oluşu sebebiyle geçim sıkıntısı çektiği sırada yükünü hafifletmek üzere Hz. Peygamber Ali’yi, amcası Abbas da Cafer’i yanına almıştı. Bu sebeple Cafer’in gençlik yılları amcası Abbas’ın yanında geçti.
Cafer b. Ebû Tâlib Hz. Peygamber’e ilk iman edenler arasında yer aldı. Onun Hz. Ebû Bekir’den önce İslâm’a girdiği rivayet edildiği gibi 25. veya 32. Müslüman olduğu da söylenmektedir. Mekkeli müşriklerin Müslümanlara eziyet ve işkenceleri artınca Cafer hanımı Esmâ bint Umeys ile birlikte Habeşistan’a hicret eden ikinci kafileye katıldı ve Hz. Peygamber tarafından bu kafileye başkan tayin edildi. Oğlu Abdullah Habeşistan’da dünyaya geldi ve orada doğan ilk Müslüman olarak anıldı. Hicret eden Müslümanlara iltica hakkı tanınmaması konusunda Kureyşliler elçi olarak Habeşistan’a Ebû Rebîa b. Mugīre el-Mahzûmî ile Amr b. Âs’ı gönderdikleri zaman Habeş Hükümdarı Necâşî Ashame’nin huzurunda Müslümanları Cafer temsil etti. Bu sorgulamada büyük bir açıklık, cesaret ve maharetle İslâm inançlarını ortaya koyup yurtlarını terketme sebeplerini izah eden Cafer, Kureyş temsilcilerinin eli boş dönmesini ve Necâşî’nin mülteci Müslümanları himaye etmesini sağladı. Hatta bunun ardından Necâşî’nin Cafer sayesinde Müslüman olduğu söylenir.
Evet, işte bu sahneyi gözümün önünde canlandırıyorum. 1980’li yıllarda gösterime giren Çağrı (The Message) isimli bir film var idi. Birçok kişinin İslam ile ilgilenmesini ve biz İslam Gençliğinin de iftiharla seyrettiği bir fil idi Çağrı.
O filmde aklımda kalan ve hiç çıkmayan bir sahne var. Habeşistan Kralı Necaşi hicret eden Müslümanlara İslam hakkında bilgi soruyor. Ve soruları en hassas ve en güzel şekilde cevaplayan Hz. Cafer bin Ebu Talip (ra) adeta ders veriyor ve karşısında müşriklerin olduğu bir ortamda (Mekke’den Habeşistan’a gelen müşrikler de Mü’minlerin Mekke’ye iadesini Kral’dan talep etmek için orada bulunmakta) müşriklerin savlarını çürütüyor.
Allah (cc) Hz. Cafer bin Ebu Talip’ten razı olsun. Dinin kurallarını iyi biliyor ve ikna için en güzel bir şekilde dinini anlatıyor.
Hz. Cafer bin Ebu Talip’in anlatımlarından Kral Necaşi o kadar etkileniyor ki, elinde bulunun bir demir asanın ucuyla yere bir çizgi çizerek, Hz. İsa (as)nın anlattıkları ile Hz.Muhammed (asm)in anlattıkları arasındaki ancak bu kadar bir fark var dercesine, Hz. Cafer bin Ebu Talip’i tasdik ediyor ve iman ediyor.
Hatta bilindiği üzere, Sevgili Peygamber Efendimiz (asm) Habeş Kralı Necâşî’nin vefatını haber vermiş, sonra da O’nun cenaze namazını kıldırmak üzere cemaatin önüne geçmiş, sahabeler de arkasında saf tutmuştur. (Buhârî, Cenâiz, 55; Müslim, Cenâiz, 63). Olayda hazır bulunan Câbir b. Abdullah (r.a.) şöyle demiştir: “Resûlullah (s.a.s.), Necâşî’nin (gıyabında) cenaze namazını kıldırdı. Ben de ikinci yahut üçüncü saftaydım.” (Buhârî, Cenâiz, 54)
Nasip işte böyle bir şey. Mekke’de İslam’a davet için en yakınlarından başlayıp da tebliğde bulunan Hz. Peygamber (asm)e Amcası (Ebu Lehep) ve en yakınları tabi olmazken ve karşı gelirken, en uzak diyarda bulunan bir Kral, Sevgili Peygamberimize (asm) tabi oluyor ve Müslümanlığı seçiyor.
Bu durumda nice nice hikmetler vardır. İnanmak bir nasip işidir. En yakınınızdakiler size cephe alır da, en uzaktakiler sizin saflarınızda yer alır. Bundaki sırrı ancak Allah bilir.
Çok önemli gördüğüm için Hz. Cafer Ebu Talip’in Kral Necaşi’yi ikna etmek için sarfettiği hitabı, o güzel konuşmasını yazımızın en sonunda sizlere takdim edeceğim.
Bizler dahi anlatımlarımızda hem edebi, hem de temelli (Kur’an ve Hadisler’e dayanan bir temelde) konuşmamız gerekiyor.
Tekrar Hz. Cafer bin Ebu Talip’i anlatmaya devam edelim.
Bedir Gazvesi’ne katılmamış olmakla beraber kendilerine Hz. Peygamber’in bu savaşta elde edilen ganimetlerden pay ayırdığı ve Bedir’e katılma şeref ve sevabına sahip olduklarını belirttiği sekiz kişiden birisi de Cafer b. Ebû Talip idi. Hz. Peygamber’in bu uygulaması bazı kaynaklarda yanlış yorumlanmış ve Cafer’in Bedir Gazvesi’ne katıldığı zannedilmiştir. Halbuki Cafer Habeşistan’a hicretinden sonra 7 (628) yılına kadar orada kalmıştır. Bu sebeple Hz. Peygamber’in Medine’ye hicret ettiği ilk sene Muhacirler ile Ensar arasında kardeşlik bağı (muâhât) kurduğu sırada Cafer b. Ebû Tâlip’i Muâz b. Cebel ile kardeş yaptığı şeklindeki rivayetleri de şüphe ile karşılamak gerekir.
Hudeybiye Antlaşması’ndan sonra Hz. Peygamber komşu devlet hükümdarlarına İslâm’a davet mektupları gönderirken Habeş Hükümdarı Necâşî’ye yolladığı mektubunda onu İslâm’a davet ettiği gibi ayrıca ülkesinde bulunan Müslümanları artık Medine’ye göndermesini istedi. Necâşî’nin Müslümanlara tahsis ettiği gemiyle Cafer de Arabistan’a döndü ve yanındaki Habeş muhacirleriyle doğruca Hayber’de bulunan Hz. Peygamber’in yanına gitti. Hayber’in fethinden hemen sonra Cafer’i karşısında gören Resûlullah, “Hangisine sevineceğimi bilmiyorum. Hayber’in fethine mi, yoksa Cafer’in gelişine mi?” diyerek onu kucaklayıp alnından öptü ve elde edilen ganimetten on altı arkadaşıyla birlikte ona pay ayırdı. Ayrıca Medine’ye dönüşlerinde Cafer’e Mescid-i Nebevî’nin yanıbaşında bir yer ayırarak onu buraya yerleştirdi.
8 (629) yılında Suriye’ye gönderilen orduya Hz. Peygamber Zeyd b. Hârise’yi kumandan tayin etti. Eğer o şehid edilirse Cafer b. Ebû Tâlib’in, o da şehid düşerse Abdullah b. Revâha’nın orduya kumanda etmesini istedi. Mûte’de düşmanla karşılaşan İslâm ordusu şiddetli muharebede ardı ardına bu üç kumandanını da kaybetti. Zeyd b. Hârise’nin şehid düşmesinden sonra idareyi alan Cafer b. Ebû Tâlib düşman üzerine kahramanca hücum ederek şehid oldu; bu arada iki kolu da kesildi. Abdullah b. Ömer, defnedilmeden önce onun vücudunun ön tarafında elli (veya doksandan fazla) yara gördüklerini söylemektedir (Buhârî, “Meġāzî”, 44). Hz. Peygamber, yüce Allah’ın Cafer’in kesilen iki koluna karşılık iki kanat ihsan ettiğini ve onlarla cennette uçtuğunu haber vermiştir. Bu sebeple kendisine “tayyâr” (uçan) ve “zü’l-cenâheyn” (iki kanatlı) lakapları verilmiştir.
Kırk yaşında şehid olan Cafer hem Habeşistan’a hicret ettiği, hem de buradan dönüşünde kendi baba yurdu olan Mekke’ye değil doğrudan Medine’ye gittiği için “zü’l-hicreteyn” ve ashabın muhtaçlarını, fakirlerini daima gözettiğinden dolayı “ebü’l-mesâkîn” lakaplarıyla da anılıyordu. Ebû Hüreyre, Hz. Peygamber’den sonra en cömert olarak Cafer’i gösterir. Resûl-i Ekrem, ahlâkı itibariyle kendisine benzediğini belirterek Cafer’i takdir ve taltif ederdi.
Cafer b. Ebû Tâlib’in rivayetleri pek azdır. Bunları kendisinden oğlu Abdullah, Abdullah b. Mes‘ûd, Amr b. Âs ve Ümmü Seleme rivayet etmişlerdir. Diğer iki oğlu Muhammed ile Avn’ın da ondan rivayette bulunduğu ifade edilmektedir.
Sevgili Peygamber Efendimiz (asm), küçük yaşından beri yanında büyüdüğü ve iyiliğini gördüğü Amcası Ebu Talip’e yardımcı olmak istiyordu. Kıtlık ve yoksulluk vaktinde bir yardım yapmak, onun geçim yükünü hafifletmek istiyordu. O sebeple, amcalarının en zengini olan Hazret-i Abbâs'a bir gün şöyle teklifte bulundu:
- Ey Amcam, biliyorsun ki, kardeşin Ebu Talip'in çok çocuğu vardır. İnsanların uğradığı şu kıtlık ve açlığı da görüyorsun. Haydi, Ebû Talib'e gidelim, onun aile yükünü biraz hafifletelim. Bakıp, büyütmek üzere oğullarından birini ben yanıma alayım, birini de sen alırsın. Evlâtlarından iki tanesini onun üzerinden almak kâfi gelir.
Hazret-i Abbâs, "olur" deyince, kalktılar, Ebû Tâlib'in yanına vardılar. Ona dediler ki:
- Halkın, içinde bulunduğu kıtlık ve darlık kalkıncaya kadar, senin çocuklarından bir kısmını yanımıza alıp yükünü hafifletmek istiyoruz.
Ebû Tâlib de onlara dedi ki:”Oğullarımdan Ukayl ve Tâlip'i bana bırakıp, istediğinizi alabilirsiniz.”
Böylece Sevgili Peygamber Efendimiz (asm) Hazret-i Ali'yi, Hazret-i Abbâs da Hazret-i Cafer'i yanına aldı.
Yukarıda belirtmiş ve Hz. Cafer bin Ebu Talip’in Kral Necaşi’nin huzurunda yaptığı konuşmayı yazımın sonunda yazacağıma söylemiştim. İşte o konuşma.
İşte Câfer b. Ebû Tâlib’in (r.a.) muhteşem konuşması!
“Ey Hükümdar! Biz cahiliye üzerine yaşayan bir kavimdik. Putlara tapar, leş olmuş hayvanları yerdik. Akla gelebilecek her türlü kötülüğü işlerdik. Akrabalarımız ve komşularımız ile ilişiği keserdik. Güçlü olan, zayıfı ezerdi. Bizler bu hâl üzereyken Allah (c.c.), içimizden birini bize Peygamber gönderdi.
Soyunu, asaletini, doğruluk ve eminliğini, iffet ve nezahetini (ahlak temizliği) bildiğimiz bir Peygamber! O, bizi atalarımızın taptığı putları terk etmeye, bir olan Allah’a (c.c.) inanmaya; yalnızca O’na ibadete davet etti. Doğru sözlü olmayı, emanetleri yerine getirmeyi, akrabalık haklarını gözetmeyi, komşularla güzel geçinmeyi, günahlardan ve kan dökmekten sakınmayı emretti. Fuhuştan, yalandan, yetim malı yemekten ve namuslu kadınlara iftirada bulunmaktan men etti. Biz de ona iman ederek davasını tasdik ettik. Onun Allah’tan getirip bildirdiği şeylere tabi olduk. Bu yüzden kavmimiz bize düşman kesildi ve zulmetti. Bizi dinimizden vazgeçirmek ve Allah’a ibadetten alıkoyup putlara taptırmak için türlü türlü işkencelere uğrattılar. Biz de bütün bu sebeplerden dolayı yurdumuzu, yuvamızı terk ederek ülkene geldik. Sana sığındık. Seni başkalarına tercih ettik. Senin yanında zulme, haksızlığa uğramayacağımızı ümit etmekteyiz.”
Habeşistan kralının karşısında büyük bir açıklık, cesaret ve maharetle İslam inançlarını ortaya koyup; yurtlarını terk etme sebeplerini izah eden Cafer (ra), Kureyş temsilcilerinin eli boş dönmesini ve Necaşi’nin mülteci Müslümanları himaye etmesini sağlamıştır.
Evet, bu mübarek insan, davasının kutlu neferi bu şahsiyet Cafer bin Ebu Talib (ra), Mute Şavaşı’nda, Rumlara (Bizansa) karşı kanının son damlasına kadar savaşmış ve kırk (40) yaşındayken şehit olmuştur.
Genç yaşta bir delikanlı olmasına rağmen memleketinden ayrılıp başka bir kıtada yer alan Habeşistan diyarına yolculuk eden kafileye başkanlık yapıp, hükümdar karşısında kim olduklarını meseleye hakim olarak ve ikna edici bir dille izah ederek büyük bir başarı gösteren Cafer bin Ebu Talib (ra), gençler için etkileyici bir örneklik teşkil etmektedir.
Evet, bir yazımızda daha bir Sahabe Efendimizi sizlere anlatmaya ve dikkatlerinizi çekmeye çalıştık. Haftaya yazı serimizin sonunda Usame bin Zeyd hakkında bilgi sunacağız. Ve böylece bu yazı serimizi sonlandıracağız. Haydi hayırlısı. Ondan sonra ne yazacağız? Allah (cc) büyük. Bir ilham, bir ikram ile nice nice hususları yazacağız.