Gençlik ve eldeki zamanın değeri

Ahmet Sandal

Ahmet Sandal

Tüm Yazıları

İNSAN VE TOPLUM ÜZERİNE GÖRÜŞ VE DÜŞÜNCELER-XI

Pazarcık İlçemizde doğup büyüdüm. Yaklaşık 35 yıldır gurbette, Başkentte ikamet etmekte olsak da, İlçemiz bizim için hâlen içinde yaşıyor gibi, devamlı ilgilendiğimiz bir yerdir. Anadolu Gazetesi’nde bu nedenle yazıyor ve hemşerilerimizle ilgilendiğimiz için onları tefekküre ve huzura çağırıyoruz. Bu gerçeklerin yanında bir de şu husus gerçektir, bu gazete vasıtasıyla sanki aralarında ikamet ediyor gibi hissediyoruz kendimizi. Çünkü sürekli irtibat halindeyiz. Evet, bu şekildeki bir girişten sonra “İnsan ve Toplum” yazı serisi çerçevesinde asıl söylemek istediklerimizi belirletelim.

Bu hafta İnsan ve Toplum başlığı altında, “gençlik ve yaşlılık” üzerine görüşlerimizi açıklayacağız. Geçen haftalar içerisinde üzerine görüş ve düşüncelerimi sizlere sunacağım. Geçmiş haftalarda “ahlak ve edep, çevre koruma ve çevre kirliliğini önleme ve aile yapımızın ve çocukların korunması, devlet yönetimi, dil ve edebiyat, eğitim ve öğretim, ekonomi, mülk ve servet, sağlık, zindelik ve esenlik ile benzeri başlıklardaki görüş ve düşüncelerimi” sizlere sunmuştum. Bu haftaki yazım “İnsan ve Toplum” yazı dizisi kapsamında yayınladığım onbirinci yazım. Haydi hayırlısı. Niyet iyi, akıbet iyi.

1-GENÇLİK VE ELDEKİ ZAMANIN DEĞERİ

Eldeki zamanın ve gençliğin değeri ve önemi hakkında özellikle gençlere tavsiyelerde bulunmak için bilgisayarın başına geçtim. Bilgisayarın başına geçtim ve şöyle düşünmeye başladım: Gençliğimizde bize, “Gençliğin kıymetini bil, zamanı iyi değerlendir, şöyle şöyle yap” diyenleri biz ne kadar anladık ki, şimdi bu tavsiyelerim gençler tarafından anlaşılsın? Evet, işin en can alıcı noktası bu. Bir insanın bir hususu, bir konuyu iyi değerlendirebilmesi için, elinde bulunduğu değerin kıymetini daha iyi anlayabilmesi için, “ondan mahrum olması” gerekir ki, elindeki değerin kıymetini anlasın. Bu şuna benzer, insan sağlıklı iken “Hastaların derdini anlıyorum, sağlığın değerini biliyorum” dese de, en fazla hasta olduğunda anlar, sağlığın kıymetini.

Zaman en önemli bir değerdir. Gençlik en büyük kuvvet ve zenginliktir. Bunu derken gençliği yaşamış, zamanın çoğunu harcamış ve orta yaşları geçmiş bir insan olarak, geçmişe bakarak ve tecrübelerime dayanarak konuşuyorum. Daha açıkçası “gençlikten mahrum” birisiyim şimdi. Bu mahrumiyeti gençler anlamayabilir. Şu an bunu anlamasalar da, ömürleri varsa, gelecek zaman içerisinde elbette anlayacaklar.

Evet, orta yaşları geçmiş bir insanım. Bu yaşlarda insanlar daha fazla gözlemde bulunuyor ve etrafını daha iyi müşahede ediyor. Bu müşahede neticesinde, şu iki noktadan hareketle, zamanı ve gençliği iyi değerlendiremeyenin hüsranda olduğunu anladım. Birinci nokta işin maddî cihetiyledir. İkinci nokta ise, işin mânevî cihetiyledir.

Birinci nokta itibariyle, yani işin maddi cihetiyle şunu net olarak anladım ki; “Geçen zaman, geçen günler insandan yalnız gençliği alıp götürmez, kuvveti ve zindeliği de alıp götürür. Gözlerdeki feri ve canlılığı da götürür. Vadide akan bir sel dalgasının, önüne gelen herşeyi alıp götürdüğü gibi, geçen zaman da insandan her şeyi alır götürür.” İnsanda kuvvet, sıhhat, canlılık, heyecan, hareket, azim, istek ne varsa, bunlar zamanla azalır. Çünkü, zaman bir sel gibi bunları alıp götürmüştür. Selden geriye ne kalır? İşe yaramaz çer çöp ve yıkıntı kalır. İşte gençlik gidince geriye çer çöp ve yıkıntı misâli, yorgun bir beden, solgun bir yüz kalır.” Bunlar yaşlılığın daha doğrusu geçen zamanın bedende verdiği tahribattır. Bu tahribatın yanında, eğer genç hayatını hayra, hakka, doğruya adamamış ve iyilik içinde bulunmamışsa, manevi olarak da zarar üstüne zarar söz konusudur.

Manevî cihetini, yani ikinci noktayı düşündüğümde, aklıma Asr Suresi geliyor. Asr Suresinde Allah “Asr’a yemin olsun ki, insan hüsrandadır” beyanında bulunuyor. Evet, soruyorum şimdi: Allah niçin Asr’a yani Zaman’a yemin etmektedir? İnsan neden hüsrandadır? Gelin önce surenin tamamını bir mütalaa edelim, daha sonra bu iki sorunun cevabını açıklamaya çalışalım. Asr Suresi’nin tamamı şöyledir: “Andolsun zamana ki, insan gerçekten ziyan içindedir. Ancak, iman edip de sâlih ameller işleyenler, birbirlerine hakkı tavsiye edenler, birbirlerine sabrı tavsiye edenler başka (onlar ziyanda değillerdir).”

Bu sureden anlamamız gereken şu olmalı değil mi: Zamanın kıymeti bilinmez ise, gençlik iyi değerlendirilmez ise, Allah yolunda harcanmazsa, geriye yaşlılık kalır ki, acınası haldeki yorgun ve solgun bir beden kalır ki, o da olsa olsa bir hüsrandır. Gerçekten de, zaman geçmiştir, gençlik gitmiştir, “elde hüsran kalmıştır.” Zamanı geri getirmek ve gençliği tekrar elde etmek mümkün mü? Hayır. Ve elde yalnızca pişmanlık kalmışsa durum çok çok fecidir. (Allah bu duruma düşenlerden eylemesin. Çok acı ve elim bir durum bu.) Ancak, bir insan zamanı hakk ve sabır doğrultusunda yaşarsa o kişinin yaşlılığı da, gençliği de elbette sevinç ve kazançtır. Böyleleri için hüsran sözkonusu değildir. (Allah bu gruba girenlerden eylesin.) İşte bu da konunun en önemli, yani mânevî boyutudur.

Zamanı durdurmak ve gençliği bir ömür boyunca korumak sözkonusu değildir. Beden zamanın kıskacında mutlaka yaşlanacak ve solacaktır. Bu kaçınılmazdır. Ancak, zamanı iyi değerlendirmek mümkündür. Sözü uzatmaya gerek yok, gençlik ve zaman bizlere verilmiş bir değerdir. Bir imkândır. Bu değer ve imkanı iyi değerlendirenlere ne mutlu!

2- İKİ GECE İKİ ANI : GERİATRİ VE CAMİİ

Yazımın başlığında geriatri ve camii var. Camiiyi hepimiz biliyoruz da, geriatri çok bilinen bir kelime değil. Açıklamaya ihtiyaç var. Geriatri, yaşlılık hekimliği ya da yaşlılık dönemindeki sağlık sorunları ve bu sorunların tedavileriyle ilgilenen tıp dalıdır.

Geriatrinin ne olduğunu öğrenenler ardından şu soruları sorabilir: Anladık, anladık da, geriatri ile camiinin biraraya gelmesi neden? Geriatri ile camii aynı yazıda buluşur mu? Buluşursa ne olur?

Bu soruyu soranlara şöyle sesleniyorum: “Ne olduğunu anlamak için yazımızın tamamını okumanız gerekecek.”

Yazımın başlığına tekrar dönelim. Ne yazdık başlığa? “İki gece, iki anı: Geriatri ve Camii.”

İki gecede iki anımdan bahsedeceğim. Birinci gecede “geriatri” konuşuldu. İkinci gecede camide gözlerim oldu. Bu geceler peşpeşe yaşandı.

Geçen hafta, Salı günü Ankara’da sosyetik bir restaurantta bazı Arkadaşlar ve Ağabeylerimizde yemekte buluşup sohbet ettik. Sohbet döndü dolaştı. Geriatri konusu geldi. Ülkemizin turistik yörelerinde yaşlı turizminin arttığı, geriatri üzerine oteller ve dinlenme köylerinin tesis edilmesiyle, yurtdışından binlerce yaşlı turistin Ülkemize akın edeceği söylendi. O sırada sohbetin orta yerinde, hali vakti yerinde olan ve babadan kalma zenginliğe sahip olan bir Abimiz; “benim seksen beş yaşındaki Babam da bu otellerden birinde kalmak için yer araştırıyor” deyince, sohbette kısa süreli bir sessizlik oldu. Ben söze girdim. “Ben huzurevlerinde kimsesizler ve garibanlar kalır sanıyordum. Abi, siz ne güne duruyorsunuz. Babanızın hali vakti yerinde, zengin, otellerde, geriatrik tesislerde işe ne” deyince, “şu an durumlarından çok da memnun değiller, sanırım o yerlerde daha mutlu olacaklarını, kimseye yük olmadan yaşayacaklarını sanıyorlar” dedi.

Nasıl bir zaman bu böyle! Zengin mi zengin kişiler bile, ailecek, çoluk ve çocuklarıyla değil de ayrı ve adeta tecrit edilmiş bir hayatı arzuluyorlar.

Şimdi diyeceksiniz ki, geriatri otellerinde tecrit mi var? Evet, oralarda kalabalıklar arasında bir tecrit ve yalnızlık var. Herkes kendi dünyasında yaşıyor. Adeta, herkes kendi uzay üssünü kurmuş gibi. Galaksiler ve uzay üsleri gelsin aklınıza. Galaksiler çok kalabalık olsa da, herkesin kendi gezegeni var.

O gece, o restaurantta hüzünlü bir sohbet oldu ve hüzünle ayrıldım. “Bizim yaşlılığımızda da böyle hüzün, tecrit, otellere, geriatrik tesislere çekilme bizi mi bekliyor” diye düşünmeden edemedim.

Bu hüzünle oradan ayrıldığımda nerden bilecektim, bir gün sonra umutlanacağımı ve bir camide huzur bulacağımı?

Geçen Çarşamba gecesi, yani birgün öncesi yukarıdaki anları yaşadıktan 24 saat sonra, yatsı namazına yarım saat kala, camiye bu sefer önceden gittim. Her zaman tam ezan okunurken giderdim. Bu sefer yarım saat kadar önce gittim. Bir kenarda oturup Yasin-i Şerif okudum. Kur'an-ı Kerim'i rafa bırakmak üzereyken birkaç yaşlı camiiye girdi. İçlerinden birisi; bana "yatsı ezanına daha 20 dakika var. Okumaya devam" dedi. Bu arada hepsi de ellerine birer Kur'an-ı Kerim alıp okumaya başladılar. Ben de "tamam Amca" deyip, Kur'an okumayı sürdürdüm. Tabi bu arada Kur'an okurken aralarındaki konuşmalara da şahid oldum. Birisi, "haydi ben yeni ezberlediğim sayfaları okuyayım, sen de Kur'andan takip et, yanlışım var mı" diyordu. Daha sonra, biri okuyor, diğeri Kuran'dan takip ediyordu. İnanın şaşırdım. Yaşları seksen civarında bu yaşlılar Kur'an’ın nerdeyse, birkaç sayfasını kesintisiz okuyacak şekilde ezberlemişlerdi. Birkaç yaşlı da Kur'an okumayı yeni öğrenmiş olacak ki, arkadaşından yardım alarak heceleyerek okuyordu.

Kur'an okuyan ve Kur'an ile hemhal olan bu yaşlıların yüzlerinde müthiş bir mutluluk ve heyecan vardı. Bu şahid olduğum canlı tablo karşısında; içimden; "Kur'an okumak, öğrenmek ve Kur'an ile hemhal olmak en büyük mutluluk kaynağıdır" dedim. Yatsı Namazında Camiide Gördüğüm Kuran Aşıkları Yaşlılar. Allah Sizden Razı Olsun. Rabbim (cc) ahir ömrümde böyle bir hayat nasip etsin cümlemize. Ne geriatrisi, ne meriatrisi. En güzeli budur işte. Ne oteli, ne geriatri tesisi, en güzel camii, camii.

Bir tarafta toplumdan ve en önemlisi çoluk-çocuğundan uzaklaşmak isteyip de geriatrik tesislerde, otellerde hayat geçirmek isteyen yaşlılar, diğer tarafta da camilerde Kur’an ile hemhal olup da evlerine huzurla dönen yaşlılar. Hangisini tercih edersiniz. Elbette, camii yaşlıları arasında olmak ve Kur’an ile hemhal olmak en güzel yaşlılıktır, vesselam.

3-GENÇLİK VE YAŞLILIK ÜZERİNE DÜŞÜNCELERİMİN ÖZÜ

1-"Hayat, gençlere son sürat koşuyor, yaşlılardan da son sürat kaçıyor."

2- "İlginçtir, gençler kendisine koşan hayatın farkında değiller, yaşlılar da kendilerinden kaçan hayata küsmekle meşguller. Bu iki duruma bakarak, iki kelam eylemek gerekirse; a) "Fazla naz, aşık usandırır". b) "Fare dağa küsmüş, dağın haberi olmamış."

3- "Her yaşlı, madden zengin de olsa, tükenmiş enerjisi ve boş gözleriyle acınacak bir fakirdir. Her genç, madden fakir de olsa, gözlerindeki umut ve taşıdığı enerji ile imrenilecek bir zengindir."

4- "Umudunu yitirmiş ve geleceğe dair planlamadan yoksun bir genç, aslında bir yaşlıdan farksızdır. Umut dolu ve hayatta hayırlı işlere kendisini vakfetmiş bir yaşlı, aslında bir gençtir."

5-"Hırs içinde, mal, mülk ve servet biriktirme telaşındaki genci, yaşlılığında hüzün içinde, biriktirdiği onca mal, mülk ve serveti yanında götüremeyeceğinin telaşı kaplar. Hırs, hüzün ve telaş, üçü de bünyeye zararlıdır."

6- "Bazıları yaşı kaç olursa olsun, her zaman Dünyaya göre yaşlı, Ahirete göre gençtir. Bazıları da Dünyaya göre genç, Ahirete göre yaşlıdır. Akıllı insan her zaman kendisini Dünyaya göre yaşlı ve Ahirete göre genç hissedendir."

7- "Bir bebek ne getirir Dünyaya? Bir yaşlı ne götürür Dünyadan? Bir düşün?"

8- “Sevgili Peygamber Efendimizin (asm), gençlik ve yaşlılıkla ilgili iki hadis-i şerifine yer vereceğim. a) “Gençlik delilikten bir şubedir.” b)“ “Yaşlının bedeni kuvvetten düşer. Fakat gönlü şu iki şeye karşı gençtir: Uzun yaşama arzusu ve mal sevgisi.” Bu iki hadis-i şerifi her duyduğumda ve her hatırladığımda, “Sadakte ya Resulullah.” Doğru söyledin ya Resulullah diyorum. Evet, gençlikteki yapmış olduğum bazı işlere ve düşündüğüm bazı planlara şimdi bu yaşta dönüp baktığımda, kendime “deliymişim” diyorum. Gerçekten de gençlikte insan, çok fevri, çok aceleci ve çok düşüncesiz oluyor. Gençlere tavsiyem, sabırlı ve temkinli olun. Sevgili Peygamberimizin yaşlılıkla ilgili hadis-i şerifini de çevremdeki ileri derecedeki yaşlılara bakarak ve onların durumunu müşahede ederek anlıyor ve ne kadar paracı, ne kadar Dünyaya bağlı olduklarını izliyorum.”

9-“Yaşlılık günlerinden gençlik günlerine bakmak ve o günleri değerlendirmek kolay. Asıl önemli olan, gençlik günlerinden yaşlılık günlerine bakabilmek ve o gelmesi muhtemel günleri mantıklı olarak planlamaktır.”

10-“Gençler bilebilse, yaşlılar yapabilse.” Bu meşhur bir sözdür ve büyük bir hakikati ifade eder. Eğer, bilinçli ve eğitimli değilsek, gençken bilmeyiz ve bazı değerlerin farkına varmayız. Yaşlılıkta farkına vardığımızda da iş işten geçer. Ancak, şuurlu, bilgili ve geleceği gören gençleri çocukluktan itibaren yetiştirmek de mümkündür. Bize düşen, bilinçli, ferasetli ve bilen gençler yetiştirmektir.

11- İlim ve irfan yolunda yürüyen ve adalet ve merhametle iş gören her insan, kaç yaşında olursa olsun, isterse 100 yaşında olsun, her daim gençtir. Sevgili Peygamberimiz Efendimiz hiç yaşlanmadı, O (asm) her daim gençti. Ve ilim ve irfan yolunda yürümeyen ve adalet ve merhametle iş göremeyen her insan, kaç yaşında olursa olsun, isterse 30 yaşında olsun, her daim yaşlıdır. Ebu Cehil her daim yaşlıydı. Bu durumda mü’min için yaşlılık yok, kafir için de gençlik yoktur.

4- BİR GENÇLİK İSTİYORUM

1- Değerleriyle çatışan değil, değerleriyle çalışan bir gençlik istiyorum.

2- Çıkarcı ve hesabi değil, samimi ve hasbi bir gençlik istiyorum.

3- Makam sevdalısı değil, vatan sevdalısı bir gençlik istiyorum.

4- Geçmişiyle bağrışan değil, geçmişiyle barışan bir gençlik istiyorum.

5- Güçlüden değil, haklıdan yana bir gençlik istiyorum.

6- Yalnızca Dünyayı değil, hem Dünyayı, hem Ahireti düşünen bir gençlik istiyorum.

7- Yalnızca ilim değil, hem ilim ve hem de irfan ehli bir gençlik istiyorum.

8- Sorunun adresi değil, çözümün adresi bir gençlik istiyorum.

Evet, Değerli Pazarcıklı Hemşehrilerimiz “İnsan ve Toplum” odaklı yazı serimizde bir yazımızın daha sonuna geldik. Haftaya hangi konuyu yazacağız ve haftaya size hangi hususları takdim edeceğim? Şimdilik ben de bu sorunun cevabını bilmiyorum ve haftaya ne yazacağımı şimdilik bilmiyorum. Kısmet diyelim. Hayırlısı olsun diyelim.

Ve “gençlik ve yaşlılık” üzerine yazdığım yazının en sonunda şöyle sesleniyorum:

Ne halden ne hale sokuyor bizi bu ömür.

Ruhuma seneler işlemez, o ebeden hür..