Emanet kavramını kafalara çakmak
Emanet kavramı bu Toplumda sözde çok önemseniyor da, gerçekte durum öyle mi. Yoksa herkes emanet kavramının ve emanet diyerek önemi hassasiyetle vurgulanan konunun farkında değil mi?
Günü mü kurtarmak, peşindeyiz?
Kendimizi mi hep düşünüyoruz?
Ailemizin ve sevdiklerimizin dışında hiçbir şey umurumuzda değil mi?
Ya da ailemizi ve sevdiklerimizi de gerçekten bir emanet olarak görüyor muyuz?
Kur’an-ı Kerim’de “emanet” kavramı acaba kaç kere geçiyor. Hiç düşündük mü?
Hadis-i Şerifler’de “emanet” üzerinde neden bu kadar çok duruluyor, hiç aklımıza getirdik mi?
İnanın, hem Kur’an-ı Kerim’de Allah-û Teala Hazretleri ve hem de Hadis-i Şerif’lerde Sevgili Peygamberimiz (asm) “emanet” kavramına ve emanetin önemine sıkça dikkat çekiyor.
Ben bu gerçeklerden hareketle şöyle söylüyorum:
Bu Toplumda insanlara "emanet" kavramını yalnızca anlatmayacaksın, adeta kafalarına çekiçle bir şey çakıyormuş gibi, çivi çakar gibi çakacaksın.
Bunun için de yapılması gereken elbette insanların kafasına çekiçle bir şeyler çakmak değil, örneklerle, hayatın içerisinden misallerle ve güzel sözlerle emanet kavramı üzerinde düşündürmek ve sıkça hatırlatmaktır.
Şunu net olarak belirtmek durumundayım: Dünyadaki her şey Bize emanet ve hepimiz de birbirimizden mesulüz.
Geçen sabah işyerine gelirken Radyoda emanet ile ilgili bir ayet-i kerime okundu ve mealen, "kim emanete hıyanet ederse, haşr günü o emanet boynuna asılı olarak huzura gelir ve ona yaptığının cezası tam olarak verilir" denildi. Bu minvalde bir açıklaması olan o ayet-i kerime beni adeta “zıngır zıngır titretti.” Haşr meydanında sizin boynunuzda bir şeyler takılı. Bunlar evlattır, maldır, makam ve mevkidir, çocuklarımızdır, kendi aklımızdır, Dünya’da geçici olarak sahip olduğumuz herşey boynumuza takılı olarak haşr meydanında hesap verdiğinizi bir düşünün.
Allah’a ve hesap gününe inanan herkes bun tabloyu düşündükçe zıngır zıngır titrer ve ağlar. Ben ağlıyorum ve titriyorum.
Ancak insanoğlu “dağların bile kaçındığı emaneti aldı ve yüklendi. İnsanoğlu zalimdir ve cahildir.”
Bir düşünün bir yerde aile reisisiniz ve ailenizdeki fertlere gereken önemi vermiyor ve İslamî ve İmanî hakikatleri onlara anlatmıyorsunuz. Çocuklarınız bomboş yetişiyor.
Bir yerde yöneticisiniz ve yalnızca masanızı koruyor ve adalet, hakkaniyet ve emanet nedir bilmiyorsunuz.
Bir yerde öğretmensiniz ve çocukları, gençleri ikaz etmiyor ve onların yetişmesine özen göstermiyorsunuz.
Bir yerde size teslim edilmiş ekonomik değer var ve siz bu değeri çar-çur ediyorsunuz.
Bir yerde görevlisiniz ve işinize karşı ilgisizlik içindesiniz ve görevinizin hakkını vermiyorsunuz.
Bu hususlarda dikkatli olmamız ve hassas bir şekilde emanet bilinci içerisinde davranmamız gerektiği gibi, bedenimiz, evladımız, malımız-mülkümüz de birer emanettir. Onlara da öncelikle yalnızca birer emanet gözüyle bakacağız.
Günü geldiğinde bedenimizi, evladımızı, malımızı ve mülkümüzü hepsini de mülkün asıl sahibi Allah’a teslim edeceğiz.
Bazen bir bahçe kenarında, bir bağ yanında durduğumda sahibi olan kişiyle konuştuğumda, hiç sahiplenmeden “bunların bekçisiyiz”sözünü duyarım ve çok hoşuma gider. Hepimiz birer bekçiyiz.
Esasında Bizler, bedenimizin, evladımızın, malımızın, mülkümüzün, makam ve mevkimizin birer bekçileriyiz.
Bekçi ne demektir?
Kendisine emanet edilen değerleri koruyan demektir. Peki, emaneti koruyor muyuz? Yoksa cahilce ilgisizlik içinde miyiz?
“Emanet, emanet, emanet” diyerek, bu kavramı sizin kafanıza adeta çekiçle çivi çakar gibi çakıyorum. Ben görevimi yapmak peşindeyim. Başka bir niyetim yok. Çünkü yazarlık ve şairlik de bir emanet. Bu emanet hakkı ve gerçekleri anlatmakla gereği yerine getirilir.
Yazımın sonunda emanetle ilgili bir dua ile Yüce Rabbime münacat ediyorum: “Ya Rabbi, hakkını veremeyeceğimiz şeyleri bize emanet olarak yükleme ve ne verdiysen, hepsinin nasıl korunması gerekiyorsa o şekilde koruyup da sana tekrar teslim edilmesini nasip eyle.” Amin.