Çalışmak sağlıktır çalışmak mutluluktur
İNSAN VE TOPLUM ÜZERİNE GÖRÜŞ VE DÜŞÜNCELER-X
Anadolu Gazetesinde “İnsan ve Toplum” üzerine görüş ve düşüncelerimizi yayınlamaya devam ediyoruz. Bu çerçevede bu hafta “Sağlık, Zindelik ve Esenlik” üzerine görüş ve düşüncelerimi sizlere sunacağım. Bu yazım “İnsan ve Toplum” yazı dizisi kapsamında yayınladığım onuncu yazım. Geçmiş haftalarda “ahlak ve edep, çevre koruma ve çevre kirliliğini önleme ve aile yapımızın ve çocukların korunması, devlet yönetimi, dil ve edebiyat, eğitim ve öğretim, ekonomi, mülk ve servet ile benzeri başlıklardaki” görüş ve düşüncelerimi sizlere sunmuştum. Haydi hayırlısı. Niyet iyi, akıbet iyi.
1. ÇALIŞMAK SAĞLIKTIR ÇALIŞMAK MUTLULUKTUR
“Çalışmak, çalışmak ve çalışmak”. Hayatın içinde, mutlu ve sağlıklı kalmanın en kestirme ve en açık formülü bu. Biz, çalışmadan ve emek harcanmadan da para kazanılacağı ve bu kazanılan parayla mutlu olunacağının zihinlere habire pompalandığı zavallı bir toplumda büyüdük. Biz derken sanmayın ki, yalnızca kendimi ve kendi kuşağımı kastediyorum. Biz dediğim 70 milyon insan. Türkiye Cumhuriyeti’nde yaşayan insanlar olarak bizlere kolaycılık, bedava kazanç, şans oyunları, kumar ve benzeri haksız kazançlar örnek olarak sunulmadı mı, anlı-şanlı gazetelerde, kanalizasyon misali TV’lerde. Evet, maalesef bu bir gerçek. Milli piyango, kazı kazan, iddaa falan filan şans oyunları revaçta. Hayalci toplumun parayla uyuşturulmuş fertleri, emek harcamadan kazanacağı parayla mutlu olacağını sanıyor. Acıyorum ve hayıflanıyorum böyle düşünenlere. Para dediğin nesne olmadığı zaman değerlidir. Olduğu zaman seni geçici süreyle mutlu eder. Fakat başka mutluluklar ararsın. Bedavadan gelen para çok olunca, seni hayata bağlayan ve didinip çalışmanı gerektiren bir ortam da ortadan kalktığı için, havai, envai türdeki eğlenceden de kısa bir hâz alırsın. Bir müddet sonra, kafanı yastığa koyduğunda uyuyamazsın, yediğin yemekten tat alamazsın, yaşadığın hayatta mânâ bulamazsın. Onun için, formül açık, mutluluk ve sağlık formülümüz, “çalışmak, çalışmak ve çalışmaktır.”
Kur’an-ı Kerim’de nice hikmetler, ince sırlar var. Okuyup da tefekkür edene ve tefekkürden sonra kendisine çeki düzen verene ne mutlu. İnşirah Suresi 8 ayet. İnsanın içini açan bir sure. Zaten, Fatiha’dan başlayarak tüm sure ve ayetler mü’minin içini açar ve genişletir Allah’ın izniyle. Fatiha da açma, genişleme, ferahlama anlamına gelir, İnşirah da öyle. İnşirah Suresi sekiz ayet. Sekiz rakamını çok severim. Sekizde ferahlama ve açılma olduğunu düşünürüm. Genelde insanların çoğu yedi rakamına bayılır. Ben nedense, hep sekiz rakamını çok yakın ve uygun gördüm kendime. Aynen 19’u değil de 17 rakamını yakın ve uygun gördüğüm gibi. Neyse asıl konumuz bu rakamlardaki hikmetler değil. Asıl konumuz, Kur’an’dan çalışmanın ve yorulmanın ferahlama getireceğine dair işaretlerdir. İnşirah Suresi’nde Yüce Rabb(cc)imiz, “1.(Ey Muhammed!) Biz, senin göğsünü yarıp-genişletmedik mi? 2.Ve yükünü indirip-atmadık mı? 3.Ki o, senin belini bükmüştü; 4.Senin zikrini (şanını) yüceltmedik mi? 5.Şüphesiz, zorlukla beraber bir kolaylık vardır. 6.Gerçekten güçlükle beraber bir kolaylık vardır. 7. Öyleyse, bir işi bitirince diğerine koyul. 8.Ve yalnızca Rabbine rağbet et.” İşte hayattaki sağlık ve mutluluk formülü bu ayette sıralanmış. Rabbim (cc) ne güzel ayan beyan açıklamış.
Bir işi bitirdiğinde, boş durma başka işe koyul. Sakın ha boş durma. Boşluk insanı ya cinnete ya dehşete götürür. Boş adam ya delirir ya da kendisine, çevresine, başkasına bela olur. Yunanlı Filozof Platon’a atfedilen bir söz vardır: “Boş insanın kafası, şeytanın çalışma masasıdır.” Allah saklasın ve korusun. Gazete haberlerinde genelde üçüncü sayfada yeralan cinayet, cinnet, dehşet haberlerini okuduğunuzda yüzde doksan dokuzu boş adamlardan kaynaklandığını anlarsınız.
Bu satırları yazmamın nedeni, iznimi kullanırken Pazarcık’taki evimizde her sabah müşahede ettiğim bir güzel gözlemdir. Babam her sabah daha saat altı yedi iken ve insanlar büyük ekseriyeti uykuda iken, evimizin yan tarafında bulunan küçük tezgahının başına geçiyor ve ahşaptan küçük ev ihtiyaç malzemeleri üretmek üzere, çekiçle çivisini çakıyor, bıçkıyla tahtasını kesiyordu. Yaşı 70’den fazla olan Babamın mesleği marangozluktu. Artık Bağ-Kur’dan emekli olduğu ve Kardeşim Hacı dışındaki çocuklarının hepsi de büyüyüp iş-güç sahibi olduklarından parasal anlamda çalışmaya ihtiyacı yoktu. Ancak, buna rağmen her sabah erkenden başlıyordu çalışmaya. Birden kafam dank etti. O çalışma para için değildi. Hayata bağlanmak içindi. Boş durmamak içindi. Çünkü, Kur’an-ı Kerim’de de beyan edildiği üzere, bir işi bitirince hemen diğerine koyulmalıydı. Her zorluğun içinde mutlaka kolaylık vardı. Evet, bunları düşündüm. Ve Babamı takdir ettim. Allah ondan razı olsun. En güzel hayat hikayesini bizzat hâliyle, yaşantısıyla çevresindekilere hergün anlatıyordu. Tabi anlayanlara.
Sözün özü, çalışmak mutluluktur, çalışmak sağlıktır. Helalinden üretmek ve kazanmak, bu kazandıklarıyla çevresindekilere yardımcı olmak Dünya’daki en güzel mutluluk, Dünya’daki en güzel hususiyettir.
2-VATANDAŞLARIMIZ HASTA HAKLARINA SAHİPTİR
Yazıma, sağlık konusunda, zihinlerimizde çok etkili bir şekilde yer etmiş veciz bir söz ile başlamak istiyorum. Bu söz, Cihan Padişahı Kanuni Sultan Süleyman’a aittir. “Halk içinde muteber bir nesne yok Devlet gibi, olmaya Devlet cihanda, bir nefes sıhhat gibi”.
Padişahımız Kanuni Sultan Süleyman’a ait bu veciz sözün gerçek ve hak olduğunu hepimiz biliriz de doğruluğunu en çok da, hasta olduğumuzda idrak ederiz. Çünkü hasta olduğumuzda dünya gözümüzde beş para etmez. Sağlımız bozuksa neye yarar, dünya, neye yarar para-pul, mal-mülk. Sağlık, her şeyin başıdır. Sağlık olmadan ne olabilir ki! Hiçbir şey olmaz. Mutluluk da, servet de, mal mülk de, hatta Devlet de, hep sağlıkla olur.
Sağlık önemli, fakat, hastalıklar da bir gerçektir. Çağımızda hastalığın nerdeyse bin türlüsü var. Teknolojik gelişmeler bazı hastalıklara çare olurken, yeni yeni hastalıklara da sebep oluyor. İşte, fabrikalardan kaynaklanan hava kirliliği ve neticesinde ortaya çıkan nefes problemleri, işte, trafikteki motorlu araçların gürültüsünden meydana gelen psikolojik sorunlar, işte plastik ve metal maddelerin neden olduğu çeşitli sağlık problemleri. Bu arada metal deyince aklıma geldi. Geçenlerde bir Yaşlı Amca, “ah, bakır kaplar ah”, diyordu. “Kalaylı bakır kaplar gitti, hastalıkların bin türlüsü geldi” diyordu. Yaşlı Amcamız. Yanlış mı söylüyor! Teflon tavaların kansere yol açtığı Bilim Adamlarınca geçen günlerde açıklandı. Hangi maddeden yapıldığı belli olmayan tencerelerde, kimyevi maddeler de ihtiva eden tavalarda yemek yapılıyor ve sonra da “buyurun yeyin” deniyor.
İşte hastalıkların bin türlüsünün meydana geldiği bu çağda, yediğimiz-içtiğimiz gıdalar ve içecekler hakkında bilgi sahibi olmalıyız. Buna rağmen hasta olduğumuzda, (Allah korusun) hasta hakları konusunda bilgi sahibi olmalıyız ki, sağlığımıza daha kısa zamanda kavuşabilelim.
Hasta Hakları’nı şöyle tanımlayabiliriz. Hasta Hakları, “hasta durumunda olan ve bu durumundan dolayı sağlık hizmetlerinden öncelikle faydalanması gereken kişilerin, Anayasa’dan başlayıp en alt düzeydeki ilgili mevzuat kadar sahip oldukları haklara hasta hakları” denir.
Ülkemizde Hasta Hakları Yönetmeliği 01.08.1998 tarih ve 23420 sayılı Resmi Gazetede yayımlanarak yürürlüğe girmiştir. Bu Yönetmelik toplam 51 maddeden müteşekkildir. Bu Yönetmeliğin 1. maddesi aynen şöyledir: Bu Yönetmelik; temel insan haklarının sağlık hizmetleri sahasındaki yansıması olan ve başta Türkiye Cumhuriyeti Anayasası'nda, diğer mevzuatta ve milletlerarası hukuki metinlerde kabul edilen "hasta hakları"nı somut olarak göstermek ve sağlık hizmeti verilen bütün kurum ve kuruluşlarda ve sağlık kurum ve kuruluşları dışında sağlık hizmeti verilen hallerde, insan haysiyetine yakışır şekilde herkesin "hasta hakları"ndan faydalanabilmesine, hak ihlallerinden korunabilmesine ve gerektiğinde hukuki korunma yollarını fiilen kullanabilmesine dair usül ve esasları düzenlemek amacı ile hazırlanmıştır.
Burada şu soru hemen akla gelmektedir. Bu Yönetmelik, kamu, özel, üniversite, askeri hastanelerinin hepsinde geçerli midir? Bu sorunun cevabını Yönetmeliğin 2. maddesinde bulmaktayız. Bu Yönetmelik; sağlık hizmeti verilen resmi ve özel bütün kurum ve kuruluşları, bu kurum ve kuruluşlarda veya bunların dışında hizmete katılan her kademedeki ve unvandaki ilgilileri ve hizmetten faydalanma hakkını haiz olan bütün fertleri kapsar. Buna göre Hasta Hakları Yönetmeliği tüm Hastanelerde geçerlidir.
Her Hastanın Sahip Olduğu Hakları bilmeli ve öğrenmelidir.
Sözkonusu Yönetmelikte 28 madde ile belirtilen hasta haklarını her vatandaş öğrenmelidir. Ve şurası mühimdir: “Sahip olduğunuz hasta haklarından herhangi birinden mahrum kalmış iseniz, hastanelerde oluşturulmuş Hasta Hakları Birimine müracaat etmeniz gerekmektedir.” Sorununuz burada çözülemezse, yine hastanelerde kurulmuş olan ve resmi görevliler ile sivil toplum kuruluşlarının temsilcilerinden oluşan sekiz kişilik hasta hakları kurulu devreye girmektedir. Bu kurul müracaatınız inceleyerek sağlık personelinin “kusuru var” ya da “kusuru yok” şeklinde karar vermektedir.
Şimdi yazımın bu noktasında başlıktaki soruyu soruyorum. Vatandaşlarımız, sahip oldukları hasta haklarını biliyorlar mı? Çok açık yüreklilikle söylemek durumundayım. Ne hasta haklarında yeterince bilinçli ve eğitimli olduğumuz söylenebilir, ne de hasta hakları konusunda çalışan derneklere yeterince katkı verdiğimiz söylenebilir. Maalesef, toplum olarak kötü bir özelliğimiz var. Bir sorunla karşılaşırsak, “ancak söyleniriz, ancak ilgili mercilere söylemeyiz”. Esasında, “söylenmemeli ve söylemeliyiz”. Bir hastaneye gitmişiz, bir sorunla karşılaşmışız ve “kendi kendimize söylenmişiz” neye faydası var. Halbuki, bu durumlarda başvurulacak yol bellidir. Hastanelerde hasta hakları birimleri var. Buraya sözlü müracaat edip hakkımızı ararız. Sorun çözülmezse, yazılı olarak başvurur yine hakkımızı ararız. Hangi konuda olursa olsun, hak aramak en büyük vatandaşlık görevidir. Eğer hakkımızı gerekli ve etkili bir şekilde aramıyorsak, yan gelip yatıyorsak, bize vatandaş değil, belki de “yatandaş” demek gerekir.
Yazımın sonunda çok bilinen bir sözü tekrarlıyorum: “Allah (cc) doktora ve hastaneye muhtaç etmesin ve bu ikisinin eksikliğini de vermesin.” Amin.
Tüm vatandaşlarımıza, sağlık ve huzur içerisinde, doktor ve hastaneye ihtiyaç hissetmedikleri nice nice güzel günler dilerim.
3- İYİ MÜZİK RUHUN GIDASI, KÖTÜ MÜZİK RUHUN BELASIDIR
Çocukluğumuzda, bazı bilgiler ya da bazı genellemeler doğruluğu yanlışlığı hiçbir şekilde tartışmaya açılmadan, sanki mutlak doğru gibi kafamıza, sistemli bir şekilde, eğitim gördüğümüz Kurumlarda sokulmuştur.
Bunlardan birisi “Demokrasi insanlığın ulaştığı en son aşamadır” diye yapılan ve mutlak doğru şeklinde sunulan bir genellemedir. Halbuki sormak gerek, “hangi demokrasi?” Erdemli demokrasi var, bir de göstermelik demokrasi var. Hangisi? Kafalarımıza zorla yerleştirilen bir yanlış bilgi de, “müzik ruhun gıdasıdır” şeklindeki sözdür. Yine sormak gerek, hangi müzik? İnsanın süfli hislerini ayaklandıran ve yanlışa sürükleyen Batı’nın pop, caz, rap adı altındaki rezil müziği mi, yoksa, insanın ulvi duygularını harekete geçiren ve insanı dinlendiren sanat musikisi, halk müziği mi? Hangisi?
Müzikten müziğe çok çok fark var. Zararlı müzik var, yararlı müzik var. Hepsi aynı kefeye konulamaz. Bazı müzik ruhu karartırken, bazısı ruhu aydınlatır. Bazısı insanın ruhunu çirkinleştirirken bazısı güzelleştirir. Müzik, sırf ruha mı tesir yapıyor. Sular bile müzikten etkileniyor.
Bilimsel araştırma sonuçlarıyla ortaya konmuştur ki, su kristallerinin çekilen resimleri inanılmaz farklılıktadır. Japon Bilim Adamı Dr. Masaru EMOTO, su kristallerinin resimlerini güçlü bir mikroskop ve çok yüksek hızlı fotoğraf çekimiyle tespit etmiştir. Bu resimlerden görüldüğü üzere, kendilerine güzel sözler, sevgi sözcükleri söylenen ve hoş müzik çalınan ortamdaki su kristallerinin şekilleri oldukça güzel ve parlak iken, bunun zıttında, yani kötü sözler ve pop müzik gibi zararlı müzik çalınan ortamdaki suyun kristalleri oldukça karanlık ve çirkin bir görünümdedir. Bu farklılığın kaynağı, dışarıdan kendisine yöneltilen etkenlerdir.
Suya böyle tesir eden müzik ruhumuza tesir etmez mi? Elbette tesir eder. Çünkü, ruhumuz dış etkenlere sudan daha fazla açıktır. Bu durumda yukarıdaki tespitler ışığında rahatlıkla söyleyebiliriz ki, pop, caz, rap dedikleri esasta manasız tekerlemelerden oluşan teneke sesi gibi insanları rahatsız eden müzik dinleyenlerin ruhları oldukça kapkaradır. Hemen altını çizerek belirteyim. Bu müziği dinleyenlerin ruhları kapkaradır demiyorum. Bu müzik dinlendikten sonra ruhları kararır ve bu müzik ruhlara zarar verir.
Türk sanat müziği, Türk halk müziği, mehter, marş gibi musikileri dinleyenlerin ruhları ise elbette apaydınlık ve çok hoş bir duruma gelir. Yani bu tür musiki kişiyi huzura erdirir. Bunlardan ayrı olarak, ilahi dediğimiz öyle güzel hoş sözler, öyle ulvi sesler var ki, insan ilahi dinlerken sanki başka bir âleme geçiyor. İşte bu güzel ve hoş musiki ilke hiç pop, caz, rap dediğimiz müzik bir olur mu? Olmaz elbet.
Evet, altını çizerek tekrar belirtiyorum. Su kristallerinin resmini çeken Japon Bilim Doktor EMOTO’nun tespitleri, yani su kristallerinin şekillerinin dinlenen müzik ile bağlantılı olarak değişik görünümler alması, bizlere, dinlenen müzik ile bağlantılı olarak ruh yapımızın görünümlerinin değişeceği sonucuna götürmelidir. Çünkü, ruh yapımız aynı su gibidir (hatta sudan daha fazla dış tesirlere açıktır) ve dışarıdan gelen tesirlere yüzde yüz açıktır.
“İnsan ve Toplum” odaklı yazı serimizde bir yazımızı daha sizlere sunduk. Haydi hayırlısı.