Tahkimat tam gaz… Ve tünelden önceki son çıkış…

Nihat Kaşıkcı

Nihat Kaşıkcı

Tüm Yazıları

MHP Genel Başkanı, Bilge Lider Dr. Devlet Bahçeli’nin, PKK elebaşı Abdullah Öcalan’ın DEM Parti grup toplantısında konuşup, terör örgütünün tasfiye edildiğini açıklaması yönündeki çağrısı, deyim yerindeyse gündeme bomba gibi düştü.

DEM’ciler dâhil, herkes şaşkın durumda. Hatta AK Parti’nin ‘Türk Milliyetçiliğine mesafeli duran’ kesimleri dahi, Dr. Bahçeli’nin açıklamalarını tam idrak edememiş gibi görünüyor.

Aktif siyasetin dışında olmakla birlikte, AK Parti’ye müzahir bazı STK temsilcileri ve kanaat kurucuları da Dr. Bahçeli’nin çağrısını, terörün mağdur ettikleri ve şehitlerimiz üzerinden kışkırtma yaparak karşılıyor.

Bu yazının ana fikrini peşin söyleyelim: Türk Devleti, iç ve dış bütün çevreleri şaşkına çevirecek yeni bir strateji ve uzun vadede ezber bozan bir politika kurguluyor. Bu, yeni veya son birkaç ayda ortaya çıkmış bir durum değil.

BATI’NIN ÇÖKÜŞÜ

Tabloyu tam olarak görebilmek için, dünyada ve Türkiye’de son yıllarda yaşanan gelişmeleri, deyim yerindeyse yapbozun parçalarını bir araya getirerek değerlendirmek lazım.

Dünya, ABD ve şürekâsının, Ortadoğu ve Asya Pasifik bölgesini ateşe atmak üzere tezgâhladığı bir büyük savaşa hazırlanıyor. Ukrayna-Rusya savaşı da İsrail’in kuduz köpek gibi her yere saldırması da Çin-Tayvan üzerinden köpürtülen Pasifik krizi de Üçüncü Dünya Savaşı’nın ısınma turları olarak değerlendirilmeli.

ABD ve Batı; demografik, ekonomik, siyasî ve askerî bakımdan güç kaybettikçe, gidişatı tersine çevirmek için saldırıya geçiyor; rakip olarak gördüklerini, yıpratma çatışmalarına sürüklüyor. Artık herkesin kabul etmesi lazım: Rönesans döneminden beri geçerli olan ‘Batının üstünlüğü’ gerçeği sona ermiştir. Işığın Doğu'dan yükselmeye başladığı yeni bir döneme girmiş bulunuyor tüm dünya.

ABD ve diğer egemenler, bu süreci yavaşlatmaya ve son birkaç asırdır kendilerine büyük kazançlar sağlayan ‘üstünlük dönemlerinin’ ömrünü uzatmaya çalışıyor.

HEDEF TAM OLARAK TÜRKİYE

Ukrayna, Gazze ve Çin üzerinden kurgulanan büyük savaşın Türkiye’yi ilgilendirmediğini düşünenler, bu mevzuların konuşulacağı muhataplar değildir. Türkiye’nin Birinci Dünya Savaşı’na girmesini hatalı bir tercih olarak görenler, ‘olanları’ değil, ‘kendilerine gösterilenleri’ hakikat kabul edenlerdir. Birinci Dünya Savaşı, Türkiye’yi parçalamak, petrol ve diğer doğal kaynakları kolayca ele geçirmeye fırsat verecek minik devletçikler kurmak üzere çıkarılmıştır.

100 küsur seneden sonra, Üçüncü Dünya Savaşı da Türkiye’yi ve onun başının çektiği Müslüman dünyayı silkelemek, güçsüzleştirmek ve sömürgeleştirmek üzere tezgâhlanıyor. Daha açık söylemek gerekirse, Gazze ve Lübnan’daki saldırı ve katliamın asıl hedefi Türk Devleti’dir. Haçlı ve Siyonist zihniyetin bin yıldır bize karşı yürüttüğü politikayı idrak edemeyenlerin, yalnızca gelecek 50 yılı şekillendirecek stratejileri anlamasını beklemeyelim. Onlara kalırsak, başımıza çorap örmeyi amaçlayan, önümüzdeki 50 yıla sâri şer siyasetini, ancak 49 sene sonra görebiliriz.

İÇ CEPHENİN TAHKİMİ

Gelelim iç cepheye… Türk Devleti, Batılı emperyalistlerin kurguladığı yeni düzeni erken idrak etmiş ve geride kalan yıllar boyunca kendi hazırlıklarını hızlandırmıştır. Son 10 küsur senedir savunma sanayisine verilen önem ve desteği böyle yorumlayalım. TSK kullanımına 2028 ve sonrasında gireceği açıklanan KAAN, Altay ve Kızılelma başta olmak üzere gelişmiş silah sistemlerimizin, tarihler öne alınarak derhal seri üretime geçmesi şaşırtıcı olmayacak.

Cumhur İttifakı’nın kurulması ve bu kapsamda kurgulanan yeni siyaset de iç cephenin tahkim edilmesine dönük bir adım olarak görülmelidir.

Yaklaşan büyük savaş için Türkiye’nin alması gereken en büyük tedbir, içerideki ekonomik ve sosyal yapıyı sağlamlaştırmaktır.

Korona salgını ve 6 Şubat asrın depremlerinin ağır yüküne rağmen Cumhurbaşkanlığı Kabinesi, ülke ekonomisini iyileştirmek ve makro dengelerini yerli yerine oturtmak için, siyaseten büyük riskler alıyor.

TEMİZLİK HAMLELERİ

Başta terör olmak üzere, toplum yapısını tehdit eden unsurları ortadan kaldırmak üzere yürütülen cesur hamleler de iç cephe tahkimatının unsurlarıdır. Bunların bazılarını, hatırlama babında sıralayalım:

  • FETÖ’nün tasfiyesi için son 10 yıldır yürütülen ve 15 Temmuz 2016’dan sonra hızlanan ‘arınma süreci’… Dikkat ediniz; hemen her gün yeni bir FETÖ operasyonu yapılıyor.
  • Son 2 yıldır, neredeyse 81 ilde her gün yürütülen ‘mafyacık temizliği’… Üç-beş çakalın bir araya gelerek, devletin gücünü küçümsemek pahasına kurguladıkları kanunsuz yapılar birer birer temizleniyor.
  • Devleti soymayı marifet sanan, çok kazandıkları halde vergi vermeyen, dahası piyasayı bozarak, fiyatları fırlatan fırsatçılara karşı da operasyonlar giderek ağırlaştırılıyor.
  • Sağlık sistemimizi istismar eden, özel hastane işletmeciliğini ‘devleti ve toplumu soyma kapısı’ olarak gören soysuzlar da son 2 yıldır devletin radarında. Nitekim devlet, bu sağlık sistemi sülüklerini ensesinden yakalamaya başlamıştır. Bunun gerisi de gelecektir.
  • DAEŞ terör örgütüne karşı, güvenlik birimlerimiz sık sık operasyon düzenliyor; elebaşı durumundakiler dâhil çok sayıda militanı adalete teslim ediyor.
  • Ve elbette en büyük mücadele, 40 yıldır devam eden PKK terörüne dönük olanıdır. PKK’nın silah bırakması ve terörün son bulması niyetiyle 2014 yılında başlatılan ‘Çözü Süreci’, ABD ve AB ülkelerinin parmağını sokmasıyla akamete uğradı. Kandil baronları, Kürt vatandaşlarımızın sesine kulak vermek yerine, kucağında oturdukları Batılı sömürgecilerin talimatlarına uydular.

AK Parti Hükümeti ve Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, o süreçte çok büyük siyasî risk almıştı. Bu, bilinçli bir tercihti. Bilgiye dayalı değil, fakat akıl yürütmeyle belirtmek isterim ki; Türk Devleti, sonuç getirmeyeceğini bildiği halde, terörün neden son bulmadığını göstermek gayesiyle ‘Çözüm Süreci’ne razı oldu. Sonuçta, kolunu kanadını kıramadığın terörle, makul bir pazarlık yapılamayacağını bütün Türkiye ve müzahir ülkeler görmüş oldu.

TERÖRÜN KOLU KANADI KIRILDI

O sürecin akamete uğramasının ardından, Türk Devleti 15 Temmuz 2016’dan itibaren, PKK terörünün kolunu kanadını kırmaya odaklı, çok sert bir mücadele süreci başlattı.

Bu süreç başarıyla devam ediyor. Yurt içindeki PKK yapısı çökertildi. Irak-Kandil bölgesi büyük ölçüde kontrol altına alındı. Asıl büyük PKK kuluçkalığı olan Suriye’de de büyük hamleler yapıldı. Tam da bu hamleleri tamamlamak üzere yeni bir süpürme harekâtına başlayacakken, ABD-İsrail-Batı cephesinin Gazze ve Lübnan saldırıları devreye sokuldu. Yani Batılı emperyalistler, Türkiye henüz iç tahkimatı tamamlayamadan, kurguladıkları işgal/sömürü sürecini hızlandırdı.

İşte böylesi bir ortamda Türk Devleti, iç cephesini güçlendirme çabalarına hız verme kararı aldı. Dr. Devlet Bahçeli’nin DEM’lilere uzattığı umut elinin ardından, PKK elebaşının gelip DEM Partisi grubunda, PKK’yı tasfiye açıklaması yapmasını esas alan hamlesini bu çerçevede okumalıyız.

TÜNELDEN ÖNCEKİ SON ÇIKIŞ

Şöyle bir özetle bitirelim… Türk Devleti diyor ki:

“Ey emperyalistlerin kucağına oturup da kendi vatanına ihanet eden terör baronları!... Ben hepinizin kökünü kazımak üzere yaptığım mücadelede sona yaklaştım. Batılıların şu anki hamleleri, bu mücadele sürecini sadece biraz uzatır. Kendi canınızı ve sahip olduklarınızı korumak istiyorsanız, vakit çok geç olmadan gereğini yapın. Size, tünelden önceki son çıkışı gösteriyor ve kurtuluşunuz için son bir fırsat sunuyorum. Bunun kıymetini bilin…”

Elbette böylesine ezber bozucu çağrı, ancak MHP Lideri Dr. Devlet Bahçeli’nin yapmasıyla hayat bulabilirdi. Nitekim Türk Devlet Aklı da öyle yaptı.

PKK ve müzahir yapılar için fazla bir seçenek kalmadı. Ya kendilerine uzatılan bu eli samimiyetle tutup, kendileri ve temsil iddiasında oldukları vatandaşlarımızın huzur ve sükûnetine giden yolu açacaklar… Ya da Türk Devleti’nin bundan sonraki demir yumruğundan paylarına düşeni alacaklar.

Son sözümüz de şunlar olsun… Bir tehdit olarak değil, fakat bir uyarı olarak hatırlatmakta yarar görüyorum: Türkiye, 1878’den itibaren tahammül etmek zorunda kaldığı Ermeni terörünü bitirecek kesin adımı Birinci Dünya Savaşı sırasında 1915’te attı. 1919’daki Yunan işgalini fırsat bilerek, bin yıllık Türk komşularını katletmeye yeltenen Rumları da 1923 Lozan Mübadelesiyle hak ettikleri akıbete uğrattı.

Devletler, mecbur kaldıkları ‘iç bünye ameliyatlarını’ normal zamanlarda kolayca yapamazlar. Fakat büyük savaşlar veya büyük sosyal çalkantılar, devletlerin iç bünye operasyonlarını kolaylaştırır.

Terör unsurlarının, bu gerçekliği iyi kavrayıp, yaklaşan büyük savaşın da Türkiye içinde bazı siyasî ve sosyolojik sonuçları olacağını bilmelerinde, kendileri açısından büyük yararlar var.