Psikolog Tuğba Aldemir anlattı: “Gelecek kaygısı bireysel değil, toplumsal bir sorun haline geldi!”
Psikolog Tuğba Aldemir, pandemi sürecinin ardından gençlerin geleceğe yönelik kaygılarının arttığını belirterek, belirsizlikler karşısında uzun vadeli hedefler yerine kısa süreli hedefler koyma eğiliminde olduklarını söyledi.
Son zamanlarda, hayat şartları ve ekonomik koşulların giderek zorlaşması, gençler arasında geleceğe yönelik kaygıların artmasına neden oluyor. Bu kaygılar, özellikle işsizlik, gelir belirsizlikleri ve toplumsal baskıların etkisiyle derinleşiyor. Türkiye'de pandemi süreciyle birlikte gelecek kaygısının ciddi şekilde arttığını bildiren Psikolog Tuğba Aldemir, “Gelecek kaygısının ne olduğunu tanımak lazım. Gelecek kaygısı, öngörülemeyen, bilmediğimiz ve yapısı itibariyle belirsiz olan bir sürece duyulan yoğun endişe duygusudur. Ülkemizde ise son yıllarda özellikle pandemi ile birlikte çok fazla arttığını görüyorum.” dedi.
“GENÇLER GELECEK KAYGISIYLA KISA VADELİ HEDEFLERE YÖNELİYOR"
Türkiye’deki hızla değişen gündemlerin, gençlerin geleceğe dair net planlar yapmalarını zorlaştırdığını belirten Aldemir, “Eğer 10'lu yaşlardan başlarsak, ergenlik sürecinde bu kaygılar daha fazla görülüyor. Gençler, üniversiteye gitme, iyi bir meslek bulma ve hangi şehirde yaşayacakları gibi belirsizliklerle karşı karşıya. Kontrol edemedikleri bir durumla mücadele ediyor. Her gün değişen bir gündem var, her şey sürekli dönüşüyor. Bu değişimlere ayak uydurmak, gençler için oldukça zor olabiliyor. Gençler, ‘Beş yıl sonra kendimi nerede göreceğim?’ sorusuna net bir şekilde cevap veremiyor. Bu belirsizlik, onları daha kısa vadeli hedeflere yönlendirmeye itiyor.” şeklinde konuştu.
“GENÇLER, EĞİTİM HEDEFLERİ İLE GEÇİM DERDİNİN GÖLGESİNDE GELECEK KAYGISI YAŞIYOR"
Gençlerin eğitim hayatlarını sürdürme isteği ile bir yandan da geçim kaygıları arasında sıkıştıklarına dikkat çeken Aldemir, bu durumun kaygı seviyelerini artırdığını kaydetti. Aldemir, sosyo-ekonomik koşulların gençler üzerindeki etkisinin büyük olduğunu vurgulayarak, “Gençler eğitimlerine devam etmek istiyorlar, ancak bir yandan da para kazanma zorunluluğu ile karşı karşıya kalıyor. Bu çıkmaz, gençlerde büyük bir kaygıya yol açıyor. Gençlerin kaygısı, ‘ben nasıl bir üniversiteye gideceğim’ değil, üniversiteyi kazanıp kazanamayacakları, istedikleri bölüme girip giremeyecekleri veya bu bölümü okuduktan sonra iş bulabilecekler mi kaygısına dönüşüyor. Yani kaygı sadece gelecekteki eğitimi değil, o eğitimi tamamladıktan sonra hayata nasıl tutunacaklarını da kapsıyor.” diye aktardı.
‘BEN KİMİM?’ SORUSU VE GELECEĞE DAİR KAYGILAR
Ekonomik koşulların gençlerin meslek seçimlerini olumsuz yönde etkilediğini dile getiren Aldemir, hayal ettikleri meslekleri yapamayan birçok gencin geleceğe yönelik kaygılar yaşadığını ifade ederek sözlerini şu şekilde sürdürdü: "Ergenlik dönemi, özellikle ortaokul çağlarında başlıyor ve bu dönemde gençler kimlik oluşturma sürecine giriyor. Bu süreç, 10-14 yaş arasındaki bireylerde oldukça yoğun bir kaygıya yol açabiliyor. Lise döneminde ise gençler hem sosyal çevrelerini oluşturuyor hem de duygusal ve değer yargılarını öğreniyor. Bununla birlikte ise hayat oluşturmaya çalışıyor. Gençler burada ‘Ben kimim?’ sorusuna yanıt arayarak geleceğe dair kaygılar yaşıyor. ‘Ben nasıl bir gelecek arıyorum, nasıl bir hayat biçimim olacak’ işte bunlara cevap bulamayan çocuklar ister istemez bir kaygı yaşıyorlar tabii ki. Bugün bir genç ergen dışarı çıkıp kahve içemiyor mesela. İster ister istemez kendini başkalarıyla kıyaslıyor. Onlar yapıyor ben yapamıyorum gibi bir duruma düşüyor ya da Güzel Sanatlar Bölümünü okumak istiyor. Ancak okuduktan sonra iş bulamama endişesinden mutsuz olacağı bir mesleğe yöneliyor. Çünkü para burada.”
“GELECEK KAYGISI BİREYSEL DEĞİL, TOPLUMSAL BİR SORUN HALİNE GELDİ”
Gençlerin geleceğe dair kaygılarının bireysel değil artık toplumun ortak sorunu haline geldiğine dikkat çeken Aldemir, “İntihar girişimi sadece yetişkinlerde değil, gençler arasında da çok daha fazla görülüyor. Özellikle son zamanlarda metrolarda yaşanan kazalar, yurtta hayatına son veren gençler ve ilaç içme gibi vakalarla sıkça karşılaşıyoruz. Üniversite öğrencilerinin geçim sıkıntısı nedeniyle hayatlarına son verdiklerini duyuyoruz. Bu sadece bireysel bir problem değil, bir toplumsal sorundur. Eğer geleceğimizi bu gençler oluşturacaksa, onların umutlarını yeşertecek bir şeylerin olması gerekiyor. Aileler ve arkadaşlar, gençlerin hayatına ne kadar fark ettiklerini göstermeli, onları yalnız bırakmamalıdır. Bir sıkıntısı ya da derdi olduğunda, bunu geçiştirmeden dinlemek ve anlamaya çalışmak çok önemlidir.” diye konuştu.
"GENÇLERDE GELECEK KAYGISI İNTİHAR GİRİŞİMLERİNİ TETİKLİYOR”
Aldemir, gençlik döneminde riskli davranışlara eğilimin arttığını ve bu durumun özellikle son yıllarda kaygı ve belirsizliklerle birleştiğinde intihar girişimlerinin artmasına yol açtığını söyledi. Aldemir, “Gençlik döneminde riskli davranışlara eğilim daha fazla oluyor. Alkol kullanımı, tütün kullanımı, intihar gibi davranışlar da bu dönemde daha sık görülüyor. Son yıllarda ise kaygıların artmasıyla birlikte intihar girişimlerinde de ciddi bir artış yaşandı. Geçtiğimiz yıl yapılan bir araştırmada, 10-14 yaş arasındaki gençlerin ölüm sebepleri arasında intihar 4. sırada yer alıyor, 15-24 yaş arasındaki gençlerde ise intihar 3. sırada yer alıyor. Belirsizlik, gençlerde ümitsizliğe sebep oluyor. Bu gençler kendilerine nasıl çıkış yolu bulacaklarını ve bu kaygılarla nasıl başa çıkacaklarını bilemiyor. Ekonomik belirsizlikler de bu sürecin önemli bir parçası.” şeklinde konuştu.
“İNTİHAR GİRİŞİMLERİ ÖNCEDEN SİNYALLERİNİ VERİYOR”
İntihar girişimlerinin çoğu zaman önceden sinyallerini verdiğini ve çevresel destekle bu süreçlerin atlatılabileceğini vurgulayan Aldemir, “İntihar girişimi ya da bu tür eylemler, aniden gerçekleşen durumlar değildir. Bu süreçlerin sinyalleri çok daha önceden verilir. Gençler, ümitsizlik ve çaresizlik içinde, 'Bunu yapamam, hiçbir şey yoluna girmeyecek' gibi düşüncelerle kendilerini yalnız hissedebilir. Siyasetin gündelik hayata etkisiyle birlikte, ekonomik durum da gençlerin bu duygularını pekiştirebiliyor. Gençler, çıkış yolu bulamadıklarında, çevrelerinden izole olduklarında ya da destek almadıklarında daha büyük bir yalnızlık ve çaresizlik hissi yaşayabiliyor. Bu noktada da çevrenin desteği çok önemli oluyor.” dedi.
“GENÇLERİN DAVRANIŞLARINDAKİ DEĞİŞİMLERE DİKKAT EDİN"
Ebeveynlerin özellikle ergenlik dönemiyle ilgili farkındalıklarını artırmalarının gerektiğini belirten Aldemir, "Ebeveynlerin, çocuklarının davranışlarındaki değişiklikleri gözlemlemeleri, Google'da ilaç araştırmalarını fark etmeleri gibi durumları önemsemesi gerekiyor. Bu tür işaretler gözden kaçmamalı. Gençler hayallerinden uzaklaştıkça, bu dünyaya ait hissetmemeleri ve tutunacak bir dal bulamadıklarını düşünüyor. Onların hayata tutunabilmesi için bir hedef oluşturulması, varlıklarına anlam kazandırılması gerekiyor. Eğer bu gençler toplumsal bir problem olarak ele alınırsa, yalnız olmadıklarını hissedeceklerdir. Bütün bunların yapılabilmesi için öncelikle problemin kabul edilmesi gerekiyor. Daha sonra ise çözümü bulabiliriz.” ifadelerine yer verdi.