ATO’dan ‘Düzenin Yönetme Krizi ve Gençlik’ paneli: “Türkiye’deki kriz yönetememe krizi!”

Ankara Tabip Odası Halk Sağlığı Komisyonu tarafından düzenlenen “Düzenin Yönetme Krizi ve Gençlik” panelinde, Türkiye’nin yönetim sorunları ve bu krizle mücadelede gençliğin rolü ele alındı.

ATO’dan ‘Düzenin Yönetme Krizi ve Gençlik’ paneli: “Türkiye’deki kriz yönetememe krizi!”

Ankara Tabip Odası (ATO) Halk Sağlığı Komisyonu ev sahipliğinde Ankara Tabip Odası Toplantı Salonu’nda gerçekleştirilen “Düzenin Yönetme Krizi ve Gençlik” paneli, akademi ve gençliği bir araya getirdi. Panelin konuşmacıları arasında yer alan Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Erhan Nalçacı ile Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi öğrencisi İsmail Elen, Türkiye’de derinleşen yönetim krizinin arka planını ve bu sürece karşı gençliğin nasıl bir sorumluluk üstlenebileceğine dair değerlendirmelerde bulundu.

Türkiye'deki yönetim krizini "yönetememe krizi" olarak tanımlayan Nalçacı, şöyle konuştu:

“TÜRKİYE’DEKİ KRİZ YÖNETEMEME KRİZİ”

Türkiye'de sınırlı olan seçme ve seçilme hakkı, özellikle emekçi sınıfların temsilcilerinin bu hakkı kullanabilmesini büyük ölçüde engelliyor. Ancak buna rağmen bu hak yine de bir şekilde var. Şimdi sorulması gereken soru, insanlar neden sandığa gitsin? Neden oy kullanmaya çalışsınlar? Neden kendilerini siyasi bir ortamda ifade etmeye çalışsınlar? Bunlar artık tamamen anlamını yitirmiş durumda. Bu, gerçekten tarihimizin en tuhaf ve rahatsız edici dönemlerinden birini işaret ediyor. Arkadaşlarımız yönetme krizinden bahsediyorlar. Ancak ben bunu “yönetememe krizi" olarak tanımlamayı tercih ediyorum. Çünkü bu kriz, Türkiye'de süreçlerin böyle mi yönetilmesi gerektiğini sorguluyor. Bu kadar kölelik, hukuksuzluk, adaletsizlik ve insanları isyan ettirecek bir ortamda, bir rakip nasıl yok edilmeye çalışılır? Dolayısıyla gerçekten de yönetememe kriziyle karşı karşıyayız. Bu kriz, insanları isyan ettirip sokaklara döken ve gelecekte her şeyin eskisi gibi olmayacağı duygusunu yaratan bir yönetim sorununun parçasıdır.

“1923 DEVRİMİ, TÜRKİYE’NİN MODERNLEŞMESİNİN TEMEL TAŞIDIR”

Mesela 1923 devrimi bir burjuva devrimidir. Tıpkı 1640 İngiliz, 1648 Hollanda, 1789 Fransız, 1905 Rus ve 1923 Türkiye devrimi gibi. 1929'da tüm kapitalist dünyanın içine girdiği büyük kriz ve Sovyetler Birliği'nin planlı ekonomik kalkınması, bu devrimin hızla ilerlemesini sağlayan unsurlardan biriydi. Sovyetler Birliği'nin Türkiye Cumhuriyeti'ne ve yeni devrimci iktidarına sağladığı destek, bu devrimi ileriye taşıyan ona özellik kazandıran önemli bir faktördür. Başka devrimlerle, özellikle İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra, Suriye, Mısır, Hindistan gibi ülkelerdeki devrimlerle kıyasladığımızda, 1923 devriminin karakterini daha net bir şekilde ortaya koyabiliyoruz. Türkiye tarihini ileriye taşıyan, yeni bir sıçrama yapmak için zemin oluşturan bu önemli devrim, doğru bir şekilde kavrandığında Osmanlı mirasından ve AK Parti’nin tekrar tekrar başvurduğu eski değerlerden kurtulmamıza olanak tanır. Bu devrim, Yunan ordusuna ve İngiliz emperyalizminin uzantısı olan bir hanedana karşı yapılmıştır; dolayısıyla ilerici bir devrimdir. Bu şekilde kavradığımızda, liberallerin ve AK Parti ideologlarının kafamızı karıştırmasına izin vermeyiz. Eğer bir ülkenin tarihini ve dünya tarihini genel olarak sınıfsal bir perspektiften kavramıyorsanız, o zaman bu konuda düşünmeniz mümkün olamaz. Bu, çok büyük bir sorundur.

“AK PARTİ, HALKIN DİNİ DEĞERLERİNİ SUİSTİMALE DAYALI BİR SİYASET İZLİYOR”

1980, Türkiye'deki kapitalizmin yeni yönelimlerinin başladığı dönemi işaret eder. Ancak mevcut hükümetler, bu büyük değişime ve sermayenin tam anlamıyla piyasalaşmasına, kamusal mülkiyetin tamamen elden çıkmasına karşı yetersiz kalıyorlar. Mevcut iktidar partisi, bir yanıyla Millî Görüş'ten gelen, tarikatlar koalisyonu olarak bilinen bir yapıdır. Bu süreçte, tarihsel olarak baktığımızda, Türkiye'de çok büyük bir sömürü ve yağma düzeni kurulmuş durumdaydı. Kamuya ait bütün kaynaklar, şeker fabrikalarından limanlara kadar, sermaye sınıfına devredildi ve halkın elinden alındı. Bu dönüşüm, emeğin örgütlülüğünün ortadan kaldırılması ve halkın dini duygularının suistimal edilmesiyle mümkün hale geldi. AK Parti tam da bu noktada, halkın dini değerlerini suistimale dayalı bir siyaset izledi. Bu durum, burjuvazinin daha da güçlenmesine, emekçi sınıfların ise daha da yoksullaşmasına yol açtı. Türkiye’deki yönetim ve kriz, bu yapının bir yansımasıdır.

"AK PARTİ, TÜRKİYE’Yİ EMPERYALİST BİR ÜLKE GİBİ YÖNETMEYE ÇALIŞIYOR”

Asgari ücretin belirlenmesi büyük bir infial yarattı. Emeklilerin durumu kabul edilebilir bir düzeyde değil, bu büyük bir toplumsal eşitsizlik oluşturdu. Türkiye’de dolar milyarderleri varken, yoksullaşan kitlelerin durumu giderek kötüleşiyor ve gençler girişimsizlikle karşı karşıya kalıyor. Dünyada da benzer bir yönetememe krizi yaşanıyor. Trump gibi isimlerin yönetme biçimi, aslında bir sistemin tıkanmışlığının ürünüdür. Türkiye’nin bulunduğu coğrafyada, büyük bir emperyalist bloklaşma söz konusu ve AK Parti’de uluslararası sermayeye dayalı bir politikayla, Türkiye'yi emperyalist bir ülke gibi yönetmeye çalışıyor. Ancak Türkiye, tek başına bir emperyalist ülke olamaz ve bu durum büyük hatalara neden olur. Malatya ve Hatay depreminde olduğu gibi devletin eksik müdahaleleri, halkın tepkisini daha da arttırdı. Bu yönetememe krizi, emekçilerin iktidar arayışına zemin hazırlayabilecek bir fırsata dönüşebilir. Ancak bu düzende, kim gelirse gelsin, emekçi halkın katılımı ile bir değişim sağlanabilir. Cumhuriyetin bağımsızlık gücü, bu değişimin teminatıdır.

Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi öğrencisi İsmail Elen'de ülkemizde son yaşanan olayları değerlendirdi. Elen şöyle konuştu:

“SİYASİ ÇIKARLAR UĞRUNA ÖĞRENCİ HAKLARI İHLAL EDİLEBİLİYOR"

19 Mart tarihinden itibaren aslında başka bir Türkiye’de yaşıyoruz. Bugün, gençliğin üzerine karanlığın ve ölü toprağının yıkılmaya çalışıldığı bu süreçte, bizler umudu tazeleyerek, halkın ve gençliğin gücünü yeniden ortaya koymuş olduk. Üniversite öğrencileri, geleceğini kazanmak için ailesinden ve şehrinden uzaklaşarak eğitim almak için geldiği yerlerde, çoğu zaman barınma, maddi sıkıntılar ve siyasi belirsizliklerle karşılaşıyor. Bugün birçok öğrenci, diploma sahibi olmanın, aslında ne kadar belirsiz ve kırılgan olduğunu, hatta siyasi çıkarlar uğruna bir gecede iptal edilebileceğini görüyor. Ayrıca, devlet yurtlarında barınamayan birçok öğrenci, özel yurtlarda yüksek ücretler ödemek zorunda kalıyor ve bir kısmı da tarikat yurtlarında barınmak zorunda kalıyor. Gençler, temel ihtiyaçlarını karşılamak için ya ucuz yemek kuyruklarına girmek zorunda kalıyor ya da okullarda ve yurtlarda özelleştirilen yemekhanelerin düşük maliyetli yemekleriyle beslenmeye çalışıyor. Bununla birlikte, ulaşım gibi diğer temel haklar da bir sorun haline gelmiş durumda. Bir öğrencinin, okuluna ulaşırken ne kadar para harcayacağını düşünmek zorunda olmaması gerekir. Üstelik, gençlerimiz uyuşturucu gibi bağımlılık yapıcı maddelerle de karşı karşıya kalıyor. Çünkü bunlar özgürlük adı altında onlara dayatılıyor.

“YENİ BİR CUMHURİYET İÇİN MÜCADELE EDİYORUZ"

Kadın cinayetleri ve üniversitelerde gençliğin ayağa kalkması, sokaklara dökülerek hakkını savunması, umudunu yeniden canlandırması bunlardan sadece birkaçı. Bugün, bu geleceksizlik durumu olumsuz bir tablo oluşturuyor ancak biz, buna mahkum olmadığımızı ve olmayacağımızı gösteriyoruz. Bizlere sunulmaya çalışılan işsizlik, monoton bir yaşam sabah-akşam rutininden başka bir şey değil. Bizim sesimizi çıkartmamamızı, siyasileşmememizi, beklememizi söyleyenlere rağmen biz sesimizi duyuruyoruz. Bu ülkeyi kuran ve gericilikten kurtaran gençlerin mirasçısıyız, ve yeni bir cumhuriyet için mücadele ediyoruz. Bugün gençlere dayatılan ekonomik sorunlar, hak gaspı ve anayasal haklarımızın ihlali karanlığa sürüklemiyor; aksine, bu durum bize, bu toplumdaki yerimizi hatırlatıyor. Biz doktor, öğretmen, mühendis veya herhangi bir alanda çalışan emekçiler olarak, bu dünyayı üretiyoruz, emeğimizi çalan küçük bir azınlık ise geleceğimiz hakkında söz sahibi olmaya çalışıyor.

Bir araya geldiğimizde kendi gücümüzü fark edebiliyoruz ve değiştirebiliyoruz. Bugün bazı üniversitelerde, kendi fakültelerimizde ya da diğer alanlarda yaratılan dayanışma ağları, örneğin Hacettepe Dayanışma, TCF Dayanışma, Ankara Üniversitesi ve diğer okullardaki topluluklar, gençleri ve öğrencileri bir araya getiriyor. Bu yerler, her zaman sorunları çözmeye çalışan ve daha ileriye dönük bir gelecek çizen, birlikte hareket ettiğimiz yerlerdir.

Henüz bu içeriğe yorum yapılmamış.
İlk yorum yapan olmak ister misiniz?
Yorum yapmak için tıklayınız