27 Mart Dünya Tiyatrolar Günü için uluslararası bildiri yayımlandı

Dünyaca ünlü Yunan yönetmen Theodoros Terzopoulos'un kaleme aldığı 2025 Dünya Tiyatro Günü bildirisi, sanatın günümüz toplumsal sorunlarına ilişkin güçlü bir manifesto niteliği taşıyor.

27 Mart Dünya Tiyatrolar Günü için uluslararası bildiri yayımlandı

Terzopoulos, dijital çağın yalnızlaştırdığı, ekolojik krizlerin tehdit ettiği ve kutuplaşmaların parçaladığı bir dünyada tiyatronun rolünü derinlemesine sorguluyor.

Terzopoulos'un metni, tiyatronun çağımızın en acil meselelerine nasıl yanıt verebileceğini tartışıyor. Sanal gerçeklik hücrelerine hapsolmuş bireylerin çığlığını duyma kapasitesinden, ekolojik yıkım karşısındaki sorumluluğa; sosyal medyanın yarattığı sanal duvarlardan "öteki" korkusunun yaygınlaşmasına kadar pek çok temayı ele alıyor. Antik Yunan tragedyasının evrensel diline atıfta bulunan yönetmen, Dionysos'un değişim ve dönüşüm gücünün modern dünyaya rehberlik edebileceğini savunuyor.

Bildiride öne çıkan temel vurgu, tiyatronun sadece bir eğlence aracı olmadığı yönünde. Terzopoulos, tiyatronun farklılıkların bir arada var olabileceği bir buluşma noktası, toplumsal travmaların iyileştirilebileceği bir atölye işlevi görebileceğini ifade ediyor. Heiner Müller'den yaptığı alıntıyla mitlerin dönüştürücü gücüne dikkat çekerek, çağın karmaşık sorunlarına yanıt verebilecek yeni anlatım biçimlerinin gerekliliğini vurguluyor.

1945 Yunanistan doğumlu Theodoros Terzopoulos, Attis Tiyatrosu'nun kurucusu ve Uluslararası Tiyatro Olimpiyatları Komitesi Başkanı olarak tanınıyor. 40 yılı aşkın kariyerinde antik Yunan tragedyasına getirdiği radikal yorumlarla dünya tiyatrosuna yön veren isimlerden biri oldu. Geliştirdiği özgün oyunculuk metodu ve 2.300'ü aşkın sahne prodüksiyonuyla uluslararası alanda saygın bir konuma sahip olan Terzopoulos, bu bildiriyle tiyatro sanatının toplumsal dönüşümdeki gücünü yeniden hatırlatıyor.

Terzopoulos'un çağrısı, sanatın güncel sorunlar karşısındaki etik sorumluluğuna dair önemli bir uyarı niteliği taşıyor. Tiyatronun salt estetik kaygılarla sınırlı kalmayıp, insanlığın ortak bilincini şekillendiren bir güç olarak yeniden konumlanması gerektiğini savunan bu manifesto, kültür-sanat dünyasında geniş yankı uyandırması bekleniyor.

Tiyatro metninin tamamı şu şekilde:

Tiyatro, yoksullaştırılmış, sanal gerçeklik hücrelerine hapsedilmiş, boğucu özel yaşamlarına gömülmüş yurttaşlarla dolu bir dünyada, çağımızdan yükselen imdat çağrısını duyabilir mi? Gölgesini yaşamın her alanına yayan totaliter bir baskı ve kontrol sistemi tarafından ezilen varoluşların robotlaştırıldığı bir dünyadan yükselen çağrıyı duyabilir mi?

Tiyatro ekolojik yıkımı, küresel ısınmayı, inanılmaz biyolojik çeşitlilik kaybını, okyanuslardaki kirlenmeyi, buzulların erimesini, orman yangınlarındaki ve aşırı meteorolojik hadiselerdeki artışı umursuyor mu? Tiyatro ekosistemin etkin bir parçası olabilir mi? Tiyatro yıllardır insanın gezegen üzerindeki etkisini izliyor ama bu sorunla uğraşmakta zorlanıyor.

Tiyatro, insanlık durumunun 21. yüzyılda içine sokulduğu, yurttaşların politik ve ekonomik çıkarlar, medya ağları ve kanaat oluşturucu firmalar tarafından manipüle edildiği halden kaygı duyuyor mu? Sosyal medyanın bir yandan sözün akışını kolaylaştırırken, diğer yandan biz ve Öteki arasına o gerekli görülen mesafeyi sokan muazzam bir mazeret haline getirildiği dünyadan kaygı duyuyor mu? Öteki’nden, farklı olandan, Yabancı’dan duyulan sessiz ama derin bir korku giderek düşüncelerimizi işgal ediyor, eylemlerimize yön veriyor.

Tiyatro, bu kanayan travmayı göz ardı ederek, farklılıkların bir arada varoluşuna yönelik bir atölye işlevi görebilir mi?

Bu kanayan travma bizi Mit’i yeniden inşa etmeye çağırıyor. Ve Heiner Müller’in sözleriyle söyleyecek olursak: “Mit bir katışmaçtır (agrega), her zaman farklı, yeni makinelerin bağlanabileceği bir makinedir. Giderek artan hız kültürel alanı paramparça edinceye kadar enerjiyi taşır.” Bu taşınan enerjiyle barbarlık alanının da paramparça edildiğini eklemek isterim.

Tiyatronun spotları yanıltıcı bir şekilde kendisine, tiyatroya odaklanmayı bırakıp sosyal travmayı aydınlatabilirler mi?

Kesin yanıtları olmayan sorular bunlar çünkü tiyatro varlığını ve devamlılığını yanıtsız sorulara borçludur.

Doğduğu yerden, antik tiyatronun orkestrasından çıkıp bugün, bu Dünya Tiyatro Günü’nde savaş manzaraları içinden geçerek sessiz bir mülteci gibi yolculuğunu sürdüren Dionysos’un ortaya attığı sorular bunlar.

Dionysos’un, geçmişi, şimdiyi ve geleceği bir arada dokuyan, Zeus ve Semele’nin iki kez doğmuş evladı, değişken kimlikler taşıyan, eril ve dişil, öfkeli ve iyi niyetli, ilahi ve hayvani olabilen, çılgınlık ve sağduyu, düzen ve kaos arasında gidip gelen, yaşamla ölümü ayıran sınırda cambazlık yapan, tiyatronun ve Mit’in esrik tanrısının gözlerinin içine bakalım. Dionysos temel bir ontolojik soru soruyor: “Bütün bunların anlamı nedir?” Bu soru yaratıcı sanatçıyı hiç durmadan derinleşen bir arayışa, mitin köklerini ve insan gizeminin çeşitli yönlerini aramaya yöneltir.

Günümüzün çok biçimli “Karanlık Çağlar”ından çıkabilmek için, hem belleği geliştirecek hem de yeni bir ahlaki ve siyasi sorumluluk şekillendirecek yeni anlatım yollarına ihtiyacımız var.

Henüz bu içeriğe yorum yapılmamış.
İlk yorum yapan olmak ister misiniz?
Yorum yapmak için tıklayınız