Yazarın hikayesi
2000’li yıllara geldiğimizde, Kırıkkale Organize Sanayi Bölgesi’nde fabrikası olan Metal Grup Isı Sistemleri Anonim Şirketi’nin Yönetim Kurulu başkanı, büyük...
2000’li yıllara geldiğimizde, Kırıkkale Organize Sanayi Bölgesi’nde fabrikası olan Metal Grup Isı Sistemleri Anonim Şirketi’nin Yönetim Kurulu başkanı, büyük bir şirketin Ankara bölge müdürü, siyasetin tam göbeğinde, gece gündüz koşuşturan, sporunu muntazam yapan, kırk küsur yaşlarında bir insandım.
O günlerde (sanki genç – yaşlı herkes kanser olmak için hazır bekliyormuş gibi) "erken teşhis erken tedavi" sloganıyla yapılan reklamların etkisiyle altı ayda bir "checkup" yaptırıyordum. (Bugün belirli risk grupları haricinde, sağlık taraması adı altında sık yapılan checkupların pek çoğunun gereksiz olduğunu hatta hastalık üretmek için yapıldığını düşünüyorum)
(Checkup konusunda, daha ayrıntılı bilgi için sayın Prof. Dr. İsmail Hakkı Aydın’ın "Rabbim Beni Doktorlardan Koru" adlı kitabına bakabilirsiniz)
Bir özel hastanede rutin checkup işlemleri sırasında, doğrudan yüzüme karşı "kanser olduğum" söylenince bir an abandone oldum. İnanmak işime gelmediği için ikinci bir özel üniversite hastanesinde tekrarlattım ve aynı cevabı aldım. Son bir umutla Ankara’nın en büyük hastanelerinden birinde, sahasında ünlü Onkoloji Bölüm Başkanı olan bir profesör kanalıyla işlemleri tekrarlattım ve "kansersin" cevabını tekrar aldım.
Ne yapacağımı bilemez bir haldeyken, leğen kemiğimden ilik alıp ona göre kemoterapiye başlanması gerektiğini, tedaviyi(!) kabul etmem halinde (o günkü şartlarda) üç yıl civarında, kemoterapiyi kabul etmezsem altı ay civarında yaşayabileceğimi söylediklerinde kafam iyice allak bullak oldu.
Her an gelme ihtimali olmasına rağmen, sanki hep başkaları ölecek, bana çok çok uzun zaman sonra gelecek sandığım ölüm, ufukta görünmüş, çok kısa bir tarih aralığında geleceği "kesin bir ifadeyle yüzüme karşı söylenmişti.”
Ahiret, cennet, cehennem, annem, babam, kardeşlerim, çocuklarım, torunlarım, dostlarım, arkadaşlarım, sevdiklerim, sevmediklerim, hayallerim, umutlarım, daha önceden planladığımız yatırımlar, yarım kalan işler, projeler, alacaklar, verecekler ve daha bir sürü şey yıldırım hızıyla kafamın içinde uçuşmaya başladı.
İlk şoku atlatıp, sakin olmaya çalışarak kısa bir süre kendimi dinle[1]dikten sonra, hastanelerde sürünerek üç yıl yaşamaktansa, adam gibi üç ay yaşayıp ölmenin daha akıllıca olacağına karar vererek, hastanelerle olan bağlantımı o gün kestim.
En kısa sürede fabrika başta olmak üzere, satılabilecek gayrimenkul cinsinden her şeyi sattım. "Ölümü kabullenerek" personel, imalat, pazarlama, çek, senet, Bağ-Kur, SSK, alacak verecek gibi, "bağışıklığımı düşürecek" her türlü meşgale ve stres kaynağını ortadan kaldırmam beni iyice rahatlattı.
Her şeyi sattıktan sonra, beraber çalıştığımız Kazakistan uyruklu bir elemanın ısrarıyla "doğal tedavi yöntemlerini" görmek ve uygulatmak üzere Türkistan bölgesinde, dağların arasında orman içerisinde bir sanatoryuma yattım.
Akupunktur, oksijen tedavisi, bitkisel tedavi, çamur banyoları, bitki banyoları, sauna ve bitkisel yağlarla masaj gibi, insan sağlığı üzerin[1]de gerçekten çok olumlu etkileri olan bu uygulamaları bir arada ilk defa orada gördüm.
Kazakistan’dan döner dönmez de "İnsan ve tabiat kitaplarını" (bana göre insan vücudu ve tüm kainat okunmayı ve araştırılmayı bekleyen ciltler dolusu büyük bir külliyat) okumaya, Kazakistan’a gitmeden önce herkes gibi "koca karı ilaçları" diye dalga geçtiğim "Geleneksel tıp, bitkiler, insan sağlığı ve hastalıklar konusunda” araştırmalar yapmaya, bulduğum her kitabı okumaya başladım.
Tam altı yıl hastanelere hiç uğramadım. O günlerde Müsteşar Muavini olan bir arkadaşımın ısrarı neticesinde yeniden checkup yaptırdım ve kanser açısından sapa sağlam olduğum sonucunu aldım.
Sadece sol böbreğimde kist, karaciğerimde yağlanma olduğu söylenerek, takip edilmesi gerektiği bildirildi. Söylenenleri zerre kadar kafama takmadan gülüp geçtim. Çünkü takip edilmesi gerekir dedikleri şeylerin kolaylıkla nasıl ortadan kaldırılacağını (Allaha şükürler olsun ki) artık biliyordum ve o günden sonrada hastanelere ziyaret dışında hiç uğramadım.
"İnsan ve kainat kitaplarını" okumaya, araştırmaya, başladıktan sonra:
- "İnsan nasıl bir yaratık, neden hasta olur, sağlıklı kalmak çok mu zor,
-Hastane koridorlarında sürünmek zorunda mıyız,
-Sağlıklı ve uzun bir ömür geçirmek mümkün değil mi,
-Sağlık işini sadece tıp fakültesi mezunları mı bilir…" gibi sorular kafamı sürekli meşgul etmeye başladı.
Dünyanın her yerinde bu soruların cevabını aramaya, araştırmaya başladım. Arıcılar Birliği kanalıyla, iki senede bir dünyanın değişik yerlerinde (Amerika, Meksika, Brezilya, Arjantin, Güney Kore, Ukrayna gibi) yapılan Uluslararası Apimondia Kongrelerine katıldım ya da sonuçlarını inceledim. Çin, Rusya, Avrupa’nın birçok şehri ve Türk Cumhuriyetleri (defalarca) başta olmak üzere dünyanın birçok ülkesine gittim ve ulaşabildiğim her türlü kaynağı değerlendirdim.
Ülkemizde tahsilli tahsilsiz demeden, Geleneksel Tıp, fitoterapi ya da doğal tedavi yolları ile uğraştığı söylenen pek çok insanla görüştüm. Yazılı ve sanal ortamda ulaşabildiğim, okuyabileceğim her türlü kaynağı okudum. Yaklaşık on sekiz yıllık okuma, araştırma ve uygulama sonucunda bu soruların pek çoğunun cevabını buldum.
Ancak bütün bu soruların cevabı yanında Geleneksel Tıp, Fitoterapi veya Doğal Tedavi adı altında yapılan uygulamalardaki korkunç "bilgi kirliliği ve kafa karışıklığını da gördüm." Belki de bildiklerimi ve tecrübelerimi yayın yoluyla paylaşmak konusundaki en etkili gecikme nedeni, gördüğüm bu bilgi kirliliği oldu.
Müslüman olmanın verdiği sorumluluk gereği hissettiğim, insanlara yanlış bilgi verme endişesi nedeniyle birçok şeyi tekrar tekrar araştırdım ve uyguladım. Kendimde, birinci derece yakınlarımda ya da arkadaşlarımda uygulamadığım hiçbir şeyi başkasına tavsiye etmedim.
Allah’a şükür bu süre zarfında bildiklerimi uygulamak, eksiklerimi tamamlamak için de bol bol fırsatım oldu. Çünkü etrafımdaki insanların pek çoğunda görülen sinüzit, faranjit, bronşit, gastrit, nefrit gibi basit enfeksiyonel hastalıkların dışında, değişik tarihlerde bağışıklık sistemi ile doğrudan alakalı olan ve kesinlikle tedavisi yok denilen hastalıklardan,
-Oğlum Bekir’e "vitiligo" teşhisi
-Üç kızımdan Hilal ve Zeynep’ e "MS – multipl Skleroz" teşhisi
-Daha sonraki tarihlerde kızım Zeynep’e "meme kanseri" teşhisi kondu.
-Küçük kızım Nuveyba ise 15 yaşını tamamladı ve bugüne kadar kimyasal ya da sentetik ilaç olarak çocuk aspirini dahi kullandırmadım.
Allah’ıma şükürler olsun ki şu anda dördününde hiçbir sağlık problemi yok. Bugün şunu rahatlıkla söyleyebilirim; "kesinlikle sağlıklı ve uzun bir hayat yaşamamız mümkündür ve bu büyük oranda kendi elimizdedir." Yeter ki; hasta olup da "sizi hep başkalarının iyileştirmesini beklemek" yerine, kendi vücudunuzu en azından arabanız ya da cep telefonunuz kadar tanıyarak, dilini anlamak, mesajlarını almak adına ilgi göstererek, hastalık öncesinde ve sonrasında neler yapmanız gerektiğini öğrenin.
Ölümcül bir rahatsızlık geçirdikten ve sağlığımı yeniden kazandıktan sonra, hayatımın geri kalan kısmında tecrübelerimi, öğrendiklerimi ve bildiklerimi paylaşmaya, ilgilenen öğrenmek isteyen herkese aktarmaya, başka insanlarında sağlıklı olmalarına ve sağlıklı kalmalarına yardımcı olmaya karar verdim. Yaklaşık beş yıldır PDF olarak ücretsiz olarak dağıttığım “Kanserle Savaşırken Öğrendiklerim” adlı kitap (bir başlangıç olarak) bu düşüncelerle ortaya çıktı.
anadolugazete.com.tr İmtiyaz Sahibi Ali Çetin Bey ile kitapta topluca işlediğim konuları, insanımızın "öğrendiklerini yararlanması, uygulaması ve bildiklerini paylaşarak çoğaltması" umuduyla da “Sağlıklı yaşamak için neler yapalım?” başlığı altında makaleler halinde yayınlamaya karar verdik. İnsanlarımızın modern sağlık sistemi hakkında ki düşüncelerini gözden geçirmelerine faydalı olur umuduyla…