Vah zavallı Avrupa!
İkinci Dünya Savaşı bitiminden bu yana çok rahat yaşadılar. Hak etmedikleri, beleş bir refah sürdüler. ABD ve Türkiye, ‘NATO ittifakı’ kapsamında, kibirli Avrupa’ya güvenlik sağladı.
Deyim yerindeyse, ekmek elden su gölden geçindiler. Sahip oldukları teknolojik üstünlük gibi fırsatları, dünyanın Güney ve Doğusuna karşı tepe tepe kullanarak, aslında hiç hak etmedikleri bir devran sürdüler.
Lakin deniz bitti. Donald Trump’ın ABD Başkanlığı, yaşlı ve kibirli Avrupa’nın karizmasına esaslı çizikler attı.
Ukrayna meselesinde ani bir makas değişikliği yapan Trump, Avrupa’nın tüm hesaplarını yerle bir etti. Daha düne kadar, Avrupa devletleriyle birlikte, Rusya’ya karşı Ukrayna’nın yanında yer alan ABD, şimdi sadece Ukrayna’yı değil, Avrupa’yı da ters köşeye yatırarak, Rusya ile aynı istikamette yürümeye başladı.
Başka bir açıdan bakıldığında, ABD, bundan böyle Avrupa’nın güvenliğini sağlamayacağını ilan etti. Zaten Avrupa’nın öngördüğü tehdit de Rusya’dan geliyordu. ABD, geleneksel çizgisini terk edip, Rusya ile aynı pilava kaşık sallamaya başlayınca, Avrupa’nın beleşçileri boşluğa düştü.
ZULÜMLE ABAT OLUNMAZ
Aslında bu zilleti çoktan hak ettiler. Ukrayna’yı, NATO’ya alma masallarıyla, Rusya’nın önüne bir yem olarak attılar. Bunu yalnız başlarına değil; bugün kendilerini cami önüne terk eden ABD ile birlikte yaptılar.
Filistinli Müslümanlara yapılan katliam ve soykırımda, terör örgütü İsrail’in arkasında, ABD ile birlikte saf tuttular. Bunca zulüm, onların maddî ve siyasî destekleriyle icra edildi.
Oysa hem Ukrayna, hem de Gazze, kendilerini ‘Medenî Dünya’ diye pazarlayan Avrupa ve ABD için birer ‘ayna’ hükmündeydi. Ayna, onların sahte medeniyetine tutuldu. Ve o aynada; makyajsız, vahşi, namert, anti-medeniyet ve zulüm başta olmak üzere, gerçek yüzleri ayan oldu.
Şimdi gerilerine nişadır dolmuş gibi telaşa düştüler. Paris ve Londra’da yaptıkları panik toplantılarıyla, güya Ukrayna’nın Rusya karşısında desteklenmesi bahanesiyle, içine düştükleri bataklıktan çıkış yolu aramaya koyuldular.
Paris’teki toplantıya Türkiye’yi davet etmeyi ‘unutan’ kibirli Avrupalılar, açığı Londra toplantısında kapatmaya çalıştılar. Avrupa’nın Doğusunda, düşmanlarına karşı adeta bir ‘tampon’ gibi duran Türkiye gerçeğini hatırladılar.
GERÇEĞİN SOĞUK YÜZÜ
Öyle ya; Türkiye, onlarca yıldır Avrupa’nın ‘gönüllü korumalığı’ görevini yerine getiriyor. ABD’den sonra NATO’nun en büyük ve güçlü ordusu Türkiye’ye ait… ABD ile birlikte Türkiye, Sovyetler Birliği tehdidine karşı Avrupa’nın emniyetini sağlarken; ‘uluslararası siyaseti’ bir maymuncuk gibi kullanan bu kibirli efendiler, askerî harcama yükünden azade bir vaziyette, laylaylom bir hayat sürdüler.
Donald Trump, işte bu Avrupa’nın altındaki tabureyi çekti. Bundan böyle kendi güvenliklerini sağlamak zorundalar. Kime karşı? Her ne kadar, Sovyetler Birliği dağıldıktan sonra, kendilerine ‘düşman’ olarak Müslüman dünyayı seçmiş olsalar da, gerçek orada en katı haliyle duruyor: Rusya tehdidi…
Şartlar bu noktaya evrilince, 60 küsur senedir ‘tam üyelik’ yalanıyla, kapı önünde beklettikleri Türkiye’yi hatırladılar. Meğer Türkiye ne kadar kıymetli bir ‘dost’ imiş! Ne de önemli bir ülkeymiş!
Şimdiden alametleri başladı: Önümüzdeki günlerde, Türkiye ile tam üyelik müzakerelerini yeniden ısıtıp önümüze getirmeleri kuvvetle muhtemel. Tabi tam üyelik işinin asla gerçeklemeyeceğini hem onlar hem de biz bildiğimizden, sunulabilir yeni öneriler bulmaları gerekecek.
ALIN VİZE MUAFİYETİNİZİ…
Akla gelen ilk seçenek de ‘İmtiyazlı Ortaklık’ olacaktır. Yani bizi AB’ye tam üye yapmaksızın, başta serbest dolaşım olmak üzere, bazı ‘imtiyazlar’ (!) bağışlayacaklar.
Acaba serbest dolaşım gibi, seneler öncesinden beri hakkımız olan bu uygulamayı getirseler bile, bunun bize ne faydası olacak? Avrupa ülkeleri, Türk vatandaşlarına vizesiz dolaşım hakkı tanımakla ne kaybedecekler?
Kanımca, vize serbestliğiyle, Avrupa ülkelerinin kaybedeceği bir şey yok. Onlar, Türkiye’yi hâlâ ‘ucuz ve niteliksiz’ işçi ithal ettikleri, 50 sene öncesinin Türkiye’si sanıyorlar. Vize serbestliği tanıdıklarında, 86 milyon Türkün, neredeyse tamamının Avrupa’ya göç edeceği vehmini taşıyorlar.
Boşuna kaygılanıyorlar. Bugünün Türkiye’si, yaşam şartları bakımından kibirli Avrupa’nın gerisinde değil. Demokrasi ve özgürlükler bakımından da öyle… Bugün Türkiye’de kullanılan, ‘suç işleme’ dâhil, her alandaki geniş özgürlükler, Avrupa’nın hemen hiçbir ülkesinde yok. Altını çiziyorum… Yalnızca doğuştan gelen özgürlükler değil; özgürlük sınırlarını aşan, ‘suç işleme’ eylemleri de cezasızlık alanında yerini bulabiliyor, güzelim Türkiye’de.
Kısacası, AB ülkelerine kıyasla Türkiye, çok daha özgürce ve refah içinde yaşanan bir ülkedir. Varsayalım ki vize muafiyeti verildi… Ne yapacak Türkler? Avrupa ülkelerini şöyle bir dolaşan Türk vatandaşları, “Bu muymuş, bize Cennet diye pazarladıkları Avrupa? Biz ülkemizde daha rahat ve mutluyduk. Hadi gelin köyümüze geri dönelim…” (Nur içinde yat Ferdi Baba…) pişmanlığıyla, Kapıkule’de vatan toprağını öpmekten kendilerini alamayacaktır. Aha da buraya not düşmüş olalım; vakti gelirse hatırlatırız.
ANLAYIN; BİR ANLAMINIZ KALMADI!
Tekrar meselenin özüne dönersek… Trump’ın cami avlusuna bıraktığı Avrupa, zemheride yorgansız kaldı. Şimdi üzerine çekecek bir yorgan arıyor. Rusya’nın Avrupa’ya doğru sarkması karşısında, araya ‘tampon’ gibi girecek, güçlü bir ülkeye ihtiyaç duyuyor. Eh, Türkiye’den başka ‘sütre’ olacak bir büyük ülke de yok ortalıkta.
Şimdiden gayrı, Avrupa’nın cümle kibirli politika esnafı, Ankara’nın eşiğini aşındırırsa şaşırmayacağız. Elleri boş gelmezler herhalde. En azından, bir avuç olmasa bile birer parmak bal getirirler, gurbetçi hediyesi olarak.
Bu saatten sonra Türkiye, kendisini çok akıllı sanan, insanlıktan nasiplenmemiş bu bencil müptezellere itibar eder mi? Hiç sanmıyorum. AB’ye tam üyelik de dâhil, Türkiye’ye teklif edecekleri hiçbir statünün, bizler için anlamı kalmamıştır.
Evet, Türkiye bugün çok daha güçlü bir ülkedir. Ordusu, sadece sayısal bakımdan değil, donanım ve fiilî savaş tecrübesi bakımından da dünyanın en güçlü ordularından birisidir. Ve bu gücü; bir bakıma, başımıza bizzat Batılılar tarafından sarılan PKK ve sair terör örgütleriyle 40 küsur senedir mücadele pahasına elde etti.
Yani gücümüzü, son 200 yıldır kanımızı emen yamyamlara güvenlik sağlamak için değil; kendi Kızılelma’mız için kullanırız. Yakında bu hakikatle tanışacaklar.