Tehlikenin farkında mıyız? -3-

Seçim yaklaştıkça, PKK+Masa’nın adayı Kemal Bey, kartlarını açık oynamaya başladı. Sadece o değil, Masa etrafında toplananların hepsi, eteklerindeki taşları...

Seçim yaklaştıkça, PKK+Masa’nın adayı Kemal Bey, kartlarını açık oynamaya başladı. Sadece o değil, Masa etrafında toplananların hepsi, eteklerindeki taşları dökmeye başladı.

Bundan önceki iki yazıda değindiklerimize ilave olarak, PKK ve FETÖ teröristlerine verilen ‘salıverme’ ve ‘devletteki eski işlerine iade etme’ vaatleri üzerinde biraz durmak gerekiyor.

15 Temmuz darbe-işgal girişimini müteakip, daha önce devletimizin kılcal damarlarına sızmış olan FETÖ üyeleri, irtibatlıları ve iltisaklıları, KHK’larla büyük oranda temizlenmişti. Bu temizlik halen devam etmekte olup, kamu kurum ve kuruluşlarında halen kripto FETÖ’cüler olduğu, devletimiz tarafından bilinmektedir.

Diğer taraftan 20 Temmuz 2016 ve müteakip tarihli KHK’larla, FETÖ’cülerin yanısıra, önemli miktarda PKK militanı veya sempatizanı da devletten temizlenmişti.

Doğal olarak devletimiz, hukukun gereklerini de yerine getirerek, KHK ile devletten atılanların, şayet haksızlığa uğradıklarını düşünüyorlarsa, başvuru yapmaları amacıyla OHAL Komisyonu da oluşturmuştu. Tabi, FETÖ’cüler tam kadro olarak bu komisyona başvurdu. Komisyon incelemeleri sonucu, yaklaşık 120 bin başvurunun yüzde 5 kadarı ‘haklı’ bulundu. Tabi, bu yüzde 5’in tamamının masum olduğu da iddia edilemez; masum olanların yanısıra, örgütle bağlantısı somut olarak ispat edilemeyenlerin de olduğu düşünülmeli. Neyse…

Şimdi Kemal Bey, hiç saklama gereği bile duymaksızın, KHK ile kamudan atılanları göreve iade edeceğini söylüyor.

Eğer 14 Mayıs’ta Kemal Bey Cumhurbaşkanı seçilirse, 50 bin dolayındaki FETÖ’cü, Polis Teşkilatına geri dönecek. Yine, TSK’dan ihraç edilen ve aralarında fiilen 15 Temmuz darbe girişimine katılanların da yer aldığı 25 bin civarındaki FETÖ’cü, TSK’ya geri dönecek. Hâkim ve savcı görevine dönecek FETÖ’cü sayısı da 4 bin 500 ile 5 bin arasında.

Bunlara, diğer kamu kurumlarından atılanları da ekleyin.

Bu şahıslara yapılacak, 2016’dan bu yana geçen 7 yıllık süreye ilişkin maaş ve yan ödemelerinin devlete getireceği yüzmilyarlarca liralık haksız yükü de bir kenara bırakalım.

Toplamda 100 bini aşan ‘pimi çekilmiş bombanın’, devletin içine salınması nasıl bir tablodur?

Böyle bir tablo, Türkiye’nin güvenlik ve yargı sisteminin kökten sarsılması, hatta yerle bir olması demektir.

Düşünün… 50 bin FETÖ’cü, polis teşkilatına geri dönmüş. Bunların önemli bir bölümü, Emniyet Müdürü, Başkomiser ve Komiser unvanlarını taşıyacak.

Aynı şekilde, Türk Silahlı Kuvvetleri’ne iade edilecek, aralarında fiilen darbeye karışmış FETÖ mensuplarının (ki, bunların 150 kadarı General rütbesinde), yeniden İstihbarat dâhil kilit görevlere geleceğini göz önüne alalım.

Yine, Adalet Teşkilatından temizlenen ve oran olarak üçte bire denk gelen, yaklaşık 4 bin 500 ile 5 bin civarındaki hâkim ve savcının da yeniden işbaşı yaptığı bir Türkiye…

Eğer bu militanların, “Eh, 15 Temmuz’da bir hata yaptık, devletimiz de bizi affetti. Bundan böyle uslu uslu oturup, maaşımızı alalım, etliye-sütlüye de karışmayalım.” diyeceği kanaatindeyseniz, bir kez daha düşünün.

Sözkonusu olan, tarihin gördüğü ve göreceği en sinsi ve en karmaşık terör-istihbarat yapılanmasıdır.

Bu tabloya, PKK irtibat ve iltisakı nedeniyle atılanların da yeniden kamuya alındığı bir manzarayı ekleyin.

Eğer, “Kemal Bey bile olsa, bu kadarını yapamaz…” kanaatindeyseniz, 2019’da İstanbul’da belediyeye yerleştikten sonra işe aldıkları yüzlerce PKK militanı veya iltisaklısını hatırlayın. Ki, bu cüreti gösterirken, merkezi idare ellerinde değildi. 14 Mayıs’ta Cumhurbaşkanlığı’nı kazanırlarsa, buradan alacakları cesaretle, Türkiye’yi hallaç pamuğu gibi atacaklarından şüpheniz olmasın.

Bu arada, FETÖ ve PKK üyesi ve iltisaklıların, Polis Teşkilatı, TSK ve Yargı içindeki vatansever kamu görevlilerinden nasıl bir intikam almaya çalışacaklarını da tahayyül etmeye çalışın. Zira bu vatanseverler, onların darbe-işgal girişimine karşı direnmişti.

Karşımızdaki tablo son derece çetin ve Türk Devletinin doğrudan beka meselesidir.

Kaan

Başkan Erdoğan, Millî Muharip Uçağımıza ‘Kaan’ adını vermiş. Fevkalade isabetli bir isimlendirme.

Maalesef Tanzimat’tan bu yana savrulduğumuz ‘Batılılaşma’ macerasıyla, kendimize hayli yabancılaştık. Etrafınızdaki ticarethane tabelalarına bir bakın. Yazık ki, bakkal dükkânı açan bile, ticarethanesine gâvurca bir isim veriyor. Sanki Türkçe isim verirse, ticaret yapamayacak.

Oysa dil, bir milletin en büyük yaşama dayanaklarından birisidir. Ve Türkçemiz, eğitim sistemimizin bizlere ‘öğrenilmiş çaresizlik’ olarak bellettiğinin aksine, çok daha zengin bir dildir. Azıcık arkamıza baktığımızda, dilimizin ne kadar zengin ve zarif olduğunu görüyoruz.

İşte; Altay tankı, Atak ve Gökbey helikopterleri, Hürkuş ve Hürjet eğitim ve savuş uçakları, Hisar ve Siper hava savunma sistemleri, Cirit, Tayfun, Bora, Kemankeş füzelerimiz, Anka, Bayraktar, Akıncı SİHA’larımız... Türk Milletinin fetih ülküsünü simgeleyen Kızılelma’mız… Koral’tan Korkut’a ve şu anda aklımıza bile getiremediğimiz nice savunma sanayisi ürünlerine verdiğimiz, anamızın ak sütü gibi helal Türkçe isimler…

Çalışalım, övünelim ve güvenelim.

Hakan Atilla meselesine bir mim koyun

Rıza Zarrap isimli ne idüğü belirsiz İranlı’nın ABD’de tutuklu olduğu ve meselenin Halkbank ile irtibatlandırılması amacıyla tezgâhın kurulduğu bir demde, Halkbank Genel Müdür Yardımcısı Hakan Atilla’nın, gidip ABD’de yakalanması ve sonrasında Rıza Zarrab’ın ‘tanık’ haline getirildiği New York Tiyatrosunda Hakan Atilla ve onun şahsında Türk Devletinin ‘sanık’ sandalyesine oturtulması, ziyadesiyle kuşku duyulacak bir durumdu.

Hakan Atilla, 28 ay hapiste kaldığı ve 32 ay cezaya çarptırıldığı davadan sonra Türkiye’ye döndü. Ve elbette kendisine değer verildiği gösterilen bir karşılamaya muhatap oldu. Sonrasında da Borsa İstanbul’un başına getirildi.

Derken, Hakan Atilla, Borsa İstanbul’un tepe görevinden istifa etti. Meseleyi içeriden bilenler şaşırmasa da, bizim gibi dışarıdan bakanlar, bu garip istifaya anlam veremedi.

Hakan Atilla, önceki gün KKTC’ye gitmek isterken havaalanında gözaltına alındı. Bu arada, karnındaki şişliği dışa vuran bazı gevelemelerde bulunmuş. Ve tuhaf sözlerini, “Keser döner sap döner…” özdeyişiyle noktalamış.

Tam da 14 Mayıs seçimlerine giderken kusulan bu laflar, size de biraz tanıdık gelmiyor mu?

Sormak lazım, “Hakan efendi, bu sap kime ve nereye dönecek? Azıcık umutlandınız diye bitiniz mi kanlandı?”

Hani hapisteki ve firardaki FETÖ militanları da benzer laflar ediyorlar. Hakan efendinin sözlerini de onların yanına yazalım.

Şimdi akla şöyle bir soru gelebilir:

“Mademki Hakan Atilla’nın, Halkbank hakkında ABD’de soruşturma açıldığı, Zarrap’ın tutuklandığı bir ortamda ABD’ye gidip, adeta teslim olması… Hapse atılması… Küçük bir cezayla salıverilmesi gibi durumlar ciddi şekilde kuşku uyandırıyor… O halde, yurda dönünce kahraman gibi karşılanması… Borsa İstanbul’un başına getirilerek taltif edilmesi gibi durumları nasıl izah edeceğiz?”

Elbette devletimizin zirvesi, bizlerden çok daha fazla bilgi ve istihbarata sahiptir. Devlet, bazen dışarıya karşı ‘mehabetini’ korumak için, vatan hainlerine bile bir süre tahammül gösterir. Lâkin Türk Devletini tanımayanlar, bu durumu bir ‘zaaf’ zanneder. Oysa Türk Devleti hiçbir zaman unutmaz ve sırası geldiğinde hesap sorar.

Siz bu Hakan Atilla meselesine bir mim koyun ve olacakları seyredin.

SON DAKİKA HABERLERİ

Nihat Kaşıkcı Diğer Yazıları