Sayın Cumhurbaşkanımız yanıltılıyor mu?

Son zamanlardaki bazı ekonomi ve sosyal politika uygulamaları, toplum tabanında ciddi tepkilere neden oluyor. Birçok vatandaşımızdaki bu tepkiyi, Anadolu’yu...

Son zamanlardaki bazı ekonomi ve sosyal politika uygulamaları, toplum tabanında ciddi tepkilere neden oluyor. Birçok vatandaşımızdaki bu tepkiyi, Anadolu’yu dolaşırken temasta bulunduğumda şahsen gözlemliyorum.

Her ne kadar tepkiye kaynaklık eden uygulamaların büyük bölümü bürokrasinin yönlendirmesine dayansa da vatandaşın tepkisi, doğal olarak Sayın Cumhurbaşkanımıza ve AK Parti’ye yöneliyor.

Toplumsal tepki derken, ‘ne versen tatmin olmayan’ müzmin hükümet muhaliflerinin tükenmeyen mızırdanmalarını kastetmiyorum. Sahici mağduriyetlerden bahsediyorum.

Kişisel gözlemlerime göre, aşağıda izah etmeye çalışacağım konulardaki tepkilerin, bilhassa mütedeyyin, işinde-gücünde, vatan-millet mevzusunda son derece hassas, kendi ekonomik menfaati yerine ülkenin ve devletin bekasını önceleyen kitlede oluştuğunu vurgulamak isterim.

Bu tepkiye kaynaklık eden bazı ekonomi ve sosyal politika uygulamalarını şöylece sıralamaya gayret edeyim:

Emekli aylıklarına yapılan ve çalışan kesim genelindeki ücret artışlarının çok gerisinde kalan artışlar, emekli kitlesinde büyük bir infial doğurmuş. Kitlenin tepkisini, sosyal medya paylaşımlarında görmek mümkündür. Sahadaki gözlemlerim, sosyal medyadaki tepkileri doğruluyor.

Tepki gösteren emekli kitlesi, emekli aylıklarının, mevcut ekonomi şartlarında geçimi zorlaştırmasından ziyade, ‘adaletsizlik’ vurgusu yapıyor. Çalışan kesimin, özellikle devlet memurlarının maaşlarına yüzde 100’e ulaşan zamlar yapılırken, emekli aylıklarına sadece yüzde 25 zam yapılmış olması, kitlede ‘adaletten sapma’ duygusu oluşturmuş bulunuyor.

Lafı kibarlaştırmaya gerek yok. Yalnızca emekliler değil, reel sektörde çalışan ve ödediği vergilerle kamuyu finanse eden, ayrıca tarımla iştigal eden geniş kitle, “Bütün mesele devlet memurlarının rahatını sağlamak mı? Biz vatandaş değil miyiz?” havasında konuşuyor. İlgili bakanlıklar ve AK Parti teşkilatları, basit bir nabız yoklamasıyla bu tespitimizi teyit edebilir.

Özellikle tarım kesiminin tepki gösterdiği bir diğer uygulama, TMO kanalıyla yürütülen hububat alımı konusu.

Evet, Sayın Cumhurbaşkanımızın müdahaleleriyle, geçen yıl ve bu yıl buğday, arpa ve diğer tarımsal ürünlere, çiftçimizin yüzünü güldürecek düzeyde fiyat verildi. Belirlenen fiyat güzel de sahadaki uygulama pek memnun edici değil.

TMO, üreticinin ürününü satın alırken, Çiftçi Kayıt Sistemi’ni (ÇKS) esas alıyor. Mesela buğday eken bir çiftçi, daha ürününü ekerken, ne kadarlık araziye hangi ürünü ektiğini/ekeceğini beyan ediyor. TMO, üreticinin ürününü, ÇKS kayıtlarında kaç dekar alana ekim yaptığından hareketle belirlenen kotaya göre satın alıyor. Diyelim ki çiftçi, bu yıl 100 dekar alana buğday ekti. Mesela 100 dekarlık alandan beklenen ürün de 50 ton olsun. TMO, üreticinin sadece bu miktar ürününü alıyor.

Peki saha gerçekliği nedir?

Türkiye’deki tarım arazilerinin çok büyük bir bölümü hazineye aittir. Yani çiftçiler, devletin mülkiyetindeki bu arazileri yüzyıllardır eker-biçerler. Şayet bu araziler devletten ‘kiralanmış’ değilse, ÇKS kayıtlarında beyan edilemez. Elimizde bir kayıt olmamakla birlikte, kiralanan hazine arazileri oranının devede kulak mesabesinde olduğunu söyleyebiliriz.

Dolayısıyla, çiftçinin ürettiği ürünün tamamını ÇKS kayıtlarına sokmak ve Sayın Cumhurbaşkanımızın açıkladığı ‘iyi fiyat’ üzerinden TMO’ya satmak mümkün değil.

Burada ikinci bir ‘fiilî engelleme’ daha bulunuyor. TMO, henüz daha hasat başlamadan önce, ürününü satmak isteyen çiftçileri randevu almaya yönlendiriyor. Doğal olarak, bir bölgede buğday hasadı başladığında, 10-15 gün içinde tüm ekili alanlar hasat ediliyor. TMO ise alım sürecini geniş bir zaman dilimine yayma gayretine giriyor. Böyle olunca da, mesela buğdayını 20 Temmuz’da hasat eden üreticiye, “Buğdayını 25 Ağustos’ta TMO’ya getir…” denilince, o üretici için ciddi bir sorun ortaya çıkıyor. Çiftçi, hasat vakti gelmişse, değil bir ay, bir hafta bile bekletemez. Bekletirse, ürün tarlada kalır.

Hasadı yapıp, ürünü bir yerlerde depolamanın da zorlukları var. Her üreticinin uygun bir deposu olmadığı gibi, ürünün boşaltılıp tekrar yüklenmesinin ve ikinci bir nakliye yapılmasının ciddi bir maliyeti var.

Hal böyle olunca, üretici tüm ürününü TMO’ya teslim etmede zorlanıyor ve fiyatı epeyce düşük tutan tüccara yöneliyor.

Beklenti şudur: ÇKS kaydındaki kotalar esnetilmeli, Tarım Teşkilatı tarafından fiilî ekim yapıldığı tespit edilmek suretiyle, hazine arazilerinde yapılan ekim-dikim de ÇKS’ye beyan edilebilmeli ve TMO’nun alım süreci hızlandırılmalı. Mesela TMO, sadece günlük mesai saatleri içinde değil, 24 saat boyunca alım yapabilir. Böylece üretici, ürününü bir yerlerde depolama ve ilave nakliye-işçilik maliyetinden kurtulmuş olur.

Her ne kadar son zamanlarda TMO bölge müdürleri sık sık “Çiftçinin tüm ürününü satın alacağız, alıyoruz…” diye beyanda bulunsa da, saha gerçekliği, yukarıda anlatmaya çalıştığım şekildedir. Tarım Bakanlığı, kendi teşkilat personelinin veya TMO yetkililerinin verdiği bilgi yerine, üç-beş müfettişini birkaç günlüğüne sahada görevlendirirse, anlattığımız durumu rahatlıkla tespit edebilir. Ya da Sayın Tarım Bakanı, fazla uzağa da gitmeden, Polatlı ve Haymana’yı tebdili kıyafet gezip, Tarım İlçe Müdürlüğü veya Ziraat Odası Başkanlığını ziyaret etmek yerine, tarlada hasat yapan üç-beş çiftçiyle sohbet ederse, saha gerçekliğini bizzat görebilir.

Aslında bu mevzunun bir de son iki seçim öncesi, başta soğan-patates olmak üzere stoklama yapıp, Sayın Cumhurbaşkanımızın seçilmesini engellemeye çalışma ve seçim sonrasında da ‘üreticinin malı elinde kaldı’ yalanıyla, stokladığı ürünleri iyi bir kârla devlete ‘iteleme’ boyutu var ki, şimdi oraya girersek bu yazıyı tamamlayamayız. Burayı şimdilik geçelim…

Tabanda ciddi tepki doğuran bir diğer uygulama, kira artışlarına getirilen adaletsiz sınırlamadır. Birileri Sayın Cumhurbaşkanımıza, ev sahiplerini öyle bir profilde gösteriyor ki, sanırsınız Yeşilçam’ın sol içerikli filmlerinde tiplenen, ‘zalim, zengin, varyemez, gariban kiracısını ezen, kirli sakallı ve 99 tespihli hacı-hoca’ gibi ev sahipleriyle muhatabız.

Oysa çoğu ev sahibi, dişinden tırnağından artırdığı paralarla, muhtemelen 20-30 senelik bir emeğin karşılığı olarak bir daire satın almış. O daireden gelen kirayı, emekli aylığına ekleyerek ay sonunu getirmeye çalışıyor.

Şimdi…

Devletin maktu alacaklarına 1 Ocak 2023’ten itibaren yüzde 120 artış yapılmışken…

Asgari ücrete yüzde 100’ün üzerinde zam yapılmışken…

Memur maaşlarına yüzde 100’ün üzerinde artış sağlanmışken…

Temel tüketim mallarının fiyatı son bir yılda ikiye-üçe katlanmışken…

Kira gelirlerine son 2 yıldır yüzde 25 sınırlama getirilmesi, açık konuşalım, yüzbinlerce ev sahibini, kelimenin tam anlamıyla ‘ezmiştir’. İstanbul ve Ankara’nın lüks semtlerinde oluşan astronomik kira artışlarını, sanki tüm saha gerçekliğiymiş gibi kabul edip, buna istinaden da yüzde 25 artış sınırı koymak, toplumdaki adalet duygusunu kırmaktadır.

Şu anda yüzbinlerce evin günlük kira geliri, bir porsiyon kurufasülye-pilav fiyatının altındadır. İnanmayan sahada tespit yapabilir. Karı-koca çalışıp, ek mesai ve döner sermaye gelirleri hariç, aylık en az 50-60 bin TL gelir elde eden bir kiracı ailesi, aylık 2-3 bin lira gibi komik bir kira ödemenin tadını çıkarırken, ev sahiplerinde ise bir ‘zulme uğramışlık’ duygusu hâkimdir.

Kanımca, özellikle bürokrasiden bazıları, Sayın Cumhurbaşkanımızı yanıltıyor ve kendisinin sosyal ve siyasî tabanıyla olan bağını zedelemeye çalışıyor. Sayın Cumhurbaşkanımız, bu meseleyi bürokrasiye ve hatta AK Parti teşkilatlarına bile bırakmayıp, güvendiği birkaç danışmanını bir haftalığına saha çalışması için görevlendirmek suretiyle, bahsettiğimiz tepkiyi ve uygulamadaki gerçeklikleri tespit ettirebilir.

SON DAKİKA HABERLERİ

Nihat Kaşıkcı Diğer Yazıları