Ne oldu intikam yeminleri?
Diş göstermekle, hırlamakla olmuyor. Silahla şala olmaz. Silah çekildiyse, tetik düşer. Türk töresi, tetiğe basma noktasına gelmedikçe, silah çekmeyi çiğlik...
Diş göstermekle, hırlamakla olmuyor. Silahla şala olmaz. Silah çekildiyse, tetik düşer. Türk töresi, tetiğe basma noktasına gelmedikçe, silah çekmeyi çiğlik sayar.
Savaşlar da böyledir. Silah sahibi olduğunu herkes bilir, ama bunu kimsenin gözüne sokmazsın. Aksini yaparsan, kimse ciddiye almaz.
İsrail terör örgütü, kucağına oturduğu irikıyım domuzlardan yüz bularak, kuduz köpek gibi sağa sola saldırıyor. Alçakça, namussuzca, teröristçe saldırıları durmak bilmiyor.
İsmail Haniye’yi Tahran’da alçakça şehit etmesinden tutun, İran’ın şürekâsından Lübnan Hizbullahının neredeyse tüm liderlerini suikastla ortadan kaldırmaya kadar vardırdı terörist saldırılarını. Yetmedi, açık bir savaş suçu olan, siber patlatmalarla yüzlerce Hizbullah mensubunu katletti, binlercesini de yaraladı.
ÖLÜ SESSİZLİĞİ
Tüm bunlar olurken, İran ölü sessizliğinde. Hani çok sert intikam alıyordunuz? Katmerli yeminler etmiştiniz. Kara bayraklar çekmiş, kırmızı yüzükler takmıştınız. Nerede kaldı bu yeminler?
Medyamızdaki veya akademyamızdaki bazı İran muhipleri, anılan riyakâr ülkenin acizliğini, kofluğunu gizleme derdindeler. Onlara sorarsanız İran, zamansız bir savaşa girip de kendisini etkisiz eleman haline getirmek istemiyor. Hatta bazı uyanık tipler, İran ve Ortadoğu’daki müzahir unsurlarının, ‘daha lezzetli olması için yemeği kısık ateşte pişirdiklerini’ söyleyecek kadar işi sulandırdı. Yahu sizin kısık ateşteki yemeğiniz pişinceye kadar, ortada ne Gazze, ne Batı Şeria, ne de Lübnan kalacak.
Şu soruyu da soralım: Irak, Suriye ve Yemen’de milyona varan sayıda Sünnî Müslümanı katleden İran, acaba bugüne kadar kaç Siyonist veya Yahudi öldürdü? Hadi cevaplayın, İran muhipleri…
Adını doğru koyalım: İran, Batı ve İsrail’le birlikte hareket eden, onlara hareket alanı açan ve bunun karşılığında da İslam Dünyası içinde büyütülüp, etkin hale getirilen bir tuhaf devlettir. Elbette bu uzun erimli siyasetin gayesi de Türkiye’nin öncülük ettiği Sünnî Müslüman omurgayı zayıflatmaktır.
BÜYÜK DEVLET TAVRI
Türkiye ise, yaşanan süreçte büyük devlet tavrı sergiliyor. İsrail adlı terör örgütüne ekonomik yaptırım uyguluyor. Netanyahu ve katliam şebekesinin, insanlık âleminin elbirliğiyle durdurulması için, diplomasinin tüm imkânlarını zorluyor. Yaşanan soykırımı, Türk Hakanı’nın ağzından, BM kürsüsünden, soykırımcı İsrail’i destekleyen, suç ortağı olan irikıyım domuzların suratına çarpıyor.
Elbette bu çabalar bir şekilde netice verecek. Soykırımcı Siyonaziler hukuk ve tarih önünde hesap verecek.
NEREDESİN MAHMUT ABBAS?
Bu arada, Mahmut Abbas diye biri vardı. Filistin Devlet Başkanı diye biliniyor. En son Birleşmiş Milletler Genel Kurulu kürsüsünden yaptığı riyakâr ve kof konuşmayla varlığını hissettirdi.
Zoraki geldiği TBMM kürsüsünde konuşurken, Gazze’ye gitmekten, şehit olmaktan dem vuruyordu. Zavallı adam… İsrail izin vermediği için Gazze’ye gidememiş. Yuh olsun sana.
Sen, Gazze’deki Filistinlilerin de Devlet Başkanısın. Soykırım yapan düşmanın izniyle mi kendi vatan toprağına gideceksin? Hani, şehitlik pahasına diyordun? Yoksa senin sol kimliğine karşılık, HAMAS yönetimindeki Gazze’nin, daha bir Müslüman kimliğe sahip olması mı seni geri geri çeken?
Her gün onlarca mazlum katlediliyor, senin sesin bile çıkmıyor. Ramallah’taki rahat hayatını sürdür, sesini de aynen böyle, kısık tut. Hatta yorganını başına kadar çek. Ne diyordu büyük dava adamı, şair, mütefekkir Necip Fazıl Kısakürek? “Uyku; katillerin bile çeşmesi… Yorgan; Allahsıza kadar sığınak…”
Ey Mahmut Abbas!.. Allahsıza kadar sığınak olan yorgan, herhalde seni reddedecek değil. Çek yorganını başına kadar, doya doya uyu. İsrail için vazifen bittiğinde, sıra sana da gelecek.