Hilafeti konuşma vakti gelmedi mi?

‘Hilafet’ ve ‘Şeriat’ kavramlarını duyar duymaz kırmızı görmüş boğa gibi köpüren İslam karşıtları hemen celallenmesin. Hilafet derken, aslında bir siyasî...

‘Hilafet’ ve ‘Şeriat’ kavramlarını duyar duymaz kırmızı görmüş boğa gibi köpüren İslam karşıtları hemen celallenmesin. Hilafet derken, aslında bir siyasî temsil makamından söz ediyoruz.

Buraya tekrar döneriz. Önce, 2 milyarlık Müslüman dünyanın ortasında, her gün ortalama 50 Filistinliyi katleden İsrail adlı terör örgütü ve Müslümanların hal-i pür melalinden bahsedelim.

Mısır ve Katar’ın arabuluculuğuyla yürüyen ateşkes müzakerelerinde belli bir aşamaya geliniyor. Hamas, sunulan teklifi kabul ettiğini açıklıyor. Ve aradan birkaç saat geçmeden, İsrail terör örgütü, Gazze’nin dünyaya açılan tek kapısının da yer aldığı Refah’a saldırıyor.

Bu nasıl bir gözüdönmüşlüktür? Hem ateşkes müzakereleri için masaya oturacaksın… Hem de müzakereler devam ederken, soykırım yapmayı sürdüreceksin. Ve üzerine hunharca abandığın ‘düşman’ tarafı, ortaya konulan teklifi kabul edince, apar topar saldırıya geçeceksin.

Nedir bu alçaklığın gerekçesi?

Katliam çetesinin elebaşı olan Netanyahu alçağı, Refah saldırısını başlattığı sıralarda bir açıklama yapıyor. Diyor ki; “Hamas, Refah’a girişimizi engellemek için, sunulan ateşkes teklifini kabul etti…”

Bre namert!.. Zaten ateşkesi kabul etmenin gayesi, olan veya olması muhtemel saldırıların durdurulmasını sağlamak değil mi?

Yani hem ateşkesi kabul edecek Hamas, hem de kuduz köpeklerin saldırısını sineye çekecek… Yüzsüzlüğün bu kadarına şapka çıkarılmaz, yüzsüzün olmayan yüzüne tükürülür.

İMAJ KAYNAKLI KÜRESEL GÜÇ

İsrail terör örgütünün bu cüreti nereden geliyor? Bir asırdır şuuraltımıza kazınmış olan ‘İsrail’in gücü’ mitosuna itibar etmeyelim.

Lakin, ‘Köroğlu’nun namı’ hesabı, İsrail ve Siyonistlere atfedilen muhayyel güç ve kudret, aslında ‘imaj’ın ‘hakikat’e galebe çalmasıdır.

Cümleyi şöyle açalım: İsrail’in, MOSSAD’ın ve başta ABD’dekiler olmak üzere, dünya üzerindeki Yahudi lobilerinin kudreti ve yönetimler üzerindeki yaptırım gücü, aslında olduğundan çok daha fazla gösteriliyor.

Bu abartılı güç atfında, başta Türkiye’dekiler olmak üzere, bütün İslam dünyasındaki ‘Siyonizm karşıtı’ yapıların da büyük katkısı var, maalesef.

Mesela, ‘Harun Yahya’ müstearıyla, neredeyse ‘yaşadığı ay sayısınca’ kitap neşreden (!) Adnan Oktar’ın, güya kaleme aldığı ‘Yahudilik ve Masonluk’ kitabı… Bu ve benzeri yayınlar, sanki Yahudilerin ve Masonların dünya üzerinde yedikleri herzeleri ifşa edip eleştiren bir bakış açısıyla kaleme alınmış. Ama elde edilen sonuç, Siyonizm adlı terör ideolojisinin ‘baş edilemeyecek bir küresel güç’ olduğu intibaını zihinlere ve şuuraltılara kazıyor. Bir nevi ‘öğrenilmiş çaresizlik’ algısı oluşturuyor.

Adnan Oktar’ın, İslamî söylemleri kullanmasına rağmen zıvanadan çıktığı, etrafına topladığı çıplak tayfayla, TV’sinde vur patlasın çal oynasın muhabbetlerine başladığı dönemle birlikte, bahsettiğimiz kitabın yazılma hikmeti de ifşa oldu.

Yenilen herzelere tahammül göstermeyi becerip de “Bu adam ne demeye çalışıyor?” merakıyla Oktar’ı dinleyebilenler, fesat yuvasının elebaşının, ‘aslında Yahudiliğin Müslümanların düşmanı olmadığı’ ve ‘asıl düşmanın Komünizm olduğu’ şeklinde tuhaf ifadelerine tanık olmuştur.

Yani Sovyetler yıkılıncaya kadar, ‘Komünizmin’ Müslüman düşmanı bir ideoloji olduğunu idrak edemeyen Oktar, Sovyet blokunun çöküşünden 30 yıl sonra, Komünizmin İslam'a düşman olduğunu keşfetmiş. Yerseniz…

Mevzuya iyi niyetle ve fakat safça yaklaşan İslamcı tayfa ise, Siyonizm ve Masonluğu, güya karşı tedbir oluşturma amacıyla öyle bir anlattılar ki… Sanırsınız bu Yahudi ve Masonların yeryüzündeki gücü sınırsız…

Böylelikle tüm dünyanın, bilhassa da Müslümanların zihninde, ‘yenilmez bir Yahudi-Siyonist-Mason kudreti’ algısı oluşturuldu.

ASLINDA BÜYÜ BOZULDU

Oysa Hamas’ın 7 Ekim’deki ‘huruç hamlesi’ sonrasında yaşanan gelişmeler, aslında İsrail adlı terör örgütünün bir ‘kâğıttan kaplan’ olduğunu ortaya koydu. MOSSAD ve diğer askerî-istihbarî İsrail kurumlarının, imajlarının aksine, birer ‘acuze yapı’ oldukları ifşa oldu.

Diğer yandan, Türkiye’nin, İsrail’le tüm ticarî ilişkileri kesme kararı, Netanyahu ve çetesini fena halde panikletti. Tek başına Türkiye’nin ticarî ilişkiyi durdurmasından söz ediyoruz.

Bir diğer husus, dünya ülkelerinde başlatılan, ‘Yahudi mallarını boykot’ eylemlerinin, Netanyahu ve çetesinin arkasında hizalanan küresel Siyonist sermayeyi fena halde bozmuşa benziyor.

Gelelim asıl yapılması gerekene…

Yahu, 8-10 milyonluk bir terör ülkesinden bahsediyoruz. Ki, anılan nüfusun içinde Müslüman Araplar da az değil. Hadi, tüm dünyadaki Yahudileri toplayıp ekleyin, 20-25 milyonu geçmez, nüfusları.

Saldırdıkları Filistinliler ise, 2 milyarlık İslam Dünyasının bir parçası. Ve İsrail terör örgütünün dört bir yanı Müslümanlarla çevrili…

İİT KARAR ALMALI

Bu şartlarda yapılması gereken; İslam İşbirliği Teşkilatı bünyesinde ortak bir karar alınarak, İsrail’in Filistinlilere soykırım saldırılarını derhal durdurması ve Gazze’deki işgaline son vermesi yönünde bir manifesto yayınlanmasıdır. Aksi halde tüm Müslüman ülkelerin, Yahudi mallarını boykotu sertleştirip, tıpkı Türkiye’nin yaptığı gibi İsrail’le olan ticarî ilişkilerini askıya alacağını beyan etmektir.

Bu da yetmez… Netanyahu ve çetesi dizginlenemezse, Müslüman ülkelerin, oluşturacağı Ortak Barış Gücü’yle, Gazze’nin imdadına koşacağını da açıklamalıdır, 56 Müslüman ülke…

Çok şey istediğimin farkındayım. Bugün 56 Müslüman ülkenin tepesine çöreklenmiş yönetici elitin yüzde kaçının zihin yapısı ve İslamiyet'e bakışı, Netanyahu’nunkinden farklıdır?

Tamam, gerçekliği göz ardı etmeyelim. İslam İşbirliği Teşkilatı’nın, bahsettiğimiz yönde bir karar alması pek de kolay bir şey değil. Fakat Türkiye’nin attığı, ticarî ilişkileri kesme adımını, onlarca Müslüman ülke atabilir.

HİLAFET GÜCÜ

İşin nihaî çözümüne gelirsek… Sadece Siyonist-Evanjelik çetenin kudurmuş saldırganlığının değil; fakat aynı zamanda küresel düzeydeki İslam düşmanlığı ve Müslüman ülkelerin sömürülmesi amacına yönelik emperyalist girişimlerin de panzehri; Türkiye Cumhuriyeti’nin, ‘İslam Hilafeti’ kartını masaya sürmesidir.

Kimse öküzün altında buzağı aramasın. Hilafet makamı, Türk Devleti’nin küresel ölçekteki en önemli gücüdür. İçimizdeki hainler çıldırmışçasına karşı çıkacak olsa da, Türk kamuoyunun, ‘Hilafetin yeniden ihyası’ mevzusunu, zaman kaybetmeden tartışmaya başlaması, düşmanlarımıza karşı çok ciddi ve etkili bir hamle olacaktır.

3 Mart 1924 tarihli ve 431 sayılı Hilafetin İlgası Kanunu'nun birinci maddesi aynen şöyledir:

“Halife hal edilmiştir. Hilafet Hükümet ve Cumhuriyet mana ve mefhumunda esasen mündemiç olduğundan Hilafet makamı mülgadır.”

Yani neymiş? Hükümet ve Cumhuriyet kavramları, esasen Hilafeti içeriyormuş. Şimdi yapılması gereken, Türk Devletinin manevî şahsiyetinde yer bulan Hilafet payesi üzerindeki külleri üfleyip, bütün İslam Âlemi üzerinde büyük bir manevî güç oluşturacak ‘Halife Cumhuriyet’ olgusunu görünür hale getirmektir.

Sonrası çorap söküğü gibi gelecektir.

SON DAKİKA HABERLERİ

Nihat Kaşıkcı Diğer Yazıları