Hele bir nefeslenin
Seçimin birinci turunu, çok şükür, kazasız belasız atlattık. Muhalif cenahtan yükselen akıl dışılıklara birazdan döneceğim.Evet, korkularımızın aksine...
Seçimin birinci turunu, çok şükür, kazasız belasız atlattık. Muhalif cenahtan yükselen akıl dışılıklara birazdan döneceğim.
Evet, korkularımızın aksine, seçimlerimizi gölgeleyecek ölçekte toplumsal gerilimler, kitlesel hareketler yaşamadık. Bu, Türk Milletinin demokratik olgunluğunu gösterir. Sosyal medya üzerinden pazarlanan kışkırtmaların, vatandaşlar üzerinde pek de kaydadeğer bir etkisinin bulunmadığını bir kez daha gördük. Seçmen, söylenen her sözü dinliyor, lâkin gaza gelip de taşkınlık yapmıyor.
15 Mayıs günkü yazımda, Milletvekilliği seçiminin tamamlanıp, Cumhurbaşkanlığı seçiminin ikinci tura kalmasından bazı hayırlı sonuçlar umduğumu ifade etmiştim. Aylardır doldurulan muhalif sosyolojinin teskin olması ve ayaklarının yere ermesi ve gerçekliği kabul etmesi için, ikinci tur olgusunun önemli bir fırsat olduğu kanaatim iyice pekişti.
Her şey sütliman olmuş değil. Seçim gecesi Ekrem İmamoğlu ve Mansur Yavaş’ın, taşıdıkları ‘Büyükşehir Belediye Başkanı’ unvanını bile unutarak, tabanlarının aklıyla alay eden laflar etmelerini unutmuş değiliz.
CHP kanalları olan Halk TV ve TELE1 gibi televizyonların, sandıktan çıkan sonuçları eğip bükmek için kendinden geçmişçesine gayret gösterdiğini yutmuş değiliz.
Bizzat Kemal Kılıçdaroğlu’nun, ‘bu-ra-da-yım’ naraları eşliğinde ve kırmızı ile kara arasındaki bir surat rengiyle masa yumruklamasını da not ettik.
Ve nihayet, parlak vaatlermişçesine ayaküstü üfürdükleri işportacı ağızlarına teşne olmayan milyonlarca depremzedenin oy tercihlerine karşı yapılan hakaretleri, aşağılamaları, hadsizlikleri de, hesabının hukuk zemininde mutlaka sorulacağı beklentisiyle sepete koyduk.
CHP sırtından bedavaya seçilen 37 ‘sığınması milletvekilinin’ ileride hangi safta sıralanacağını bir kenara koysak bile, seçim sonucunda Cumhur İttifakı’nın TBMM’de bariz çoğunluğu sağlamış olmasına rağmen atılan ‘Erdoğan kaybetti’ veya ‘Meğer bizim milletin karnı TOGG’muş’ manşetlerini de, aklımızdan çıkarmayacağız.
Türk Milletine düşmanlığı kendisine iş edinmiş bu müstemlekeci düşkünler, ne 19 Mayıs’ta başlayan Millî Mücadele şahlanışından, ne 9 Eylül’de işgalci Yunanların Adalar Denizi’ne dökülmesinden, ne 1950’deki ‘Yeter!... Söz milletindir!...’ isyanından, ne de 15 Temmuz’da vatanı işgale kalkışan FETÖ-NATO hainlerine bizzat Türk Milleti tarafından had bildirilmesinden zerre kadar ders almamışlar.
Bu dangalaklar, aziz Türk Milletinin, üç kuruşluk maddî menfaati zarar gördü diye, devletini ve vatanını Batılı misyonerlere peşkeş çekeceğini sandılar. Sosyal medya üzerinden pazarlanan ‘soğanlı’ videolar bunun için kurgulandı. Hadi buyurun, 2-3 hafta boyunca 30 liralık etiketle milleti aldatmaya çalıştığınız soğanın fiyatı, daha seçim sonuçları kesinleşmeden 5-7 liraya düşmüş. Şimdi ne diyeceksiniz? Peki, bizim bu namussuzluk karşısında, “Neden her seçim öncesinde soğan-patates fiyatları tavan yaptırılıyor?” diye sormaya hakkımız yok mu?
Hadi, bu hakkımızı birkaç haftalığına erteleyelim…
Yahu sizin derdiniz, vatandaştan oy alıp iktidara gelmek değil mi? Bunun için de vatandaşı ikna etmeniz gerekmiyor mu? Deprem bölgesine şöyle yüzeysel bir-iki ziyaret yapıp, sonra da sosyal medya şaklabanlarınız aracılığıyla, depremzedeleri gaza getirip, üstüne de aslıyok yaylasından bedava konut sözü vermekle, felakete maruz kalmış insanlardan oy alacağınızı mı fehmettiniz? Siz bu milleti tanımıyorsunuz. Daha kötüsü, kendinizi çok eğitimli, çok bilinçli, çok bilmem ne zannederken; vatandaşın ilmini, irfanını, geleneğini, göreneğini, hayat tecrübesini ve akıl süzgecini yok sayıyorsunuz. Sonra da kalkıp, depremzedeler için güya yapmış olduğunuz yardımları başa kakmaya yelteniyorsunuz. Yazıklar olsun!... İnsanlığınız da ancak bu kadarmış.
Maalesef ülke olarak en büyük talihsizliğimiz, Tanzimat’tan bu yana 200 yıldır içimize yerleştirilen, bağrımızda yeşertilip büyütülen bu müstemleke cahilleriyle birlikte yaşama mecburiyetidir. Atsak atamıyoruz, satsak satamıyoruz. Tek umudum var: Belki 28 Mayıs’tan sonra bu ülkeden umutlarını keser ve çok sevdikleri diyarlara defolup giderler de kurtuluruz.
Bir kez daha söylemek istiyorum: Biz Türklerin, Anadolu’dan başka gidecek bir ülkemiz, sahiplenebilecek bir vatanımız yok. Ne pahasına olursa olsun, burada kıyamete kadar yaşamak zorundayız. Bu uğurda, 1071’den bu yana, neredeyse bin yıldır çok bedeller ödedik. Vatan toprağını, milyonlarca şehidimizin kanlarıyla suladık. Yalnızca 4-5 büyük Haçlı Seferine değil, irili-ufaklı onlarca Haçlı Seferine maruz kaldık. Şimdi de aynı Haçlı Seferinin, seçimler üzerinden ülkemize çökmek için durmaksızın abandığını biliyoruz. O yüzden de Türk Milleti ve İslam Ümmetinin umudu olan liderlerimizi yedirmiyoruz, yedirmeyeceğiz. Soğanın-patatesin hesabını yaparak değil, vatanın bekasını düşünerek siyasî tercihte bulunuyoruz. Bunun nesini anlayamıyorsunuz da, daha seçimde yediğiniz dayağın acısı geçmemişken, çıkıp abuk-subuk laflarla millete saldırıyorsunuz?
Efendiler!... Size ‘efendi’ diye hitap ediyorsak, sabrımızdan ve nezaketimizdendir. Yoksa, kendinizi ‘milletin efendisi’ sanmayın. Ve lütfen sakin olun, azıcık nefeslenin. Akıl sağlığınız, sizlere olduğu kadar bizlere de lazım. 28 Mayıs’tan sonrası için, bu ülkede daha fazla meczup görmeye hevesli değiliz. Hiç arzulamasak da sizlerle aynı topraklarda yaşıyor, aynı havayı soluyoruz. Ve daha fazla ileri gitmeyin. Zira bizler de sabrımızın sınırındayız.