‘Devletin düğmesi’ ya da siyasetin kendi ayağına sıkması
Kamu personeli, Osmanlı’dan beri hep imtiyazlı olagelmiştir. Bunda, yasa ve yönetmelikleri hazırlayan ‘esas merkezin’ siyaset değil, üst bürokrasi olması...
Kamu personeli, Osmanlı’dan beri hep imtiyazlı olagelmiştir. Bunda, yasa ve yönetmelikleri hazırlayan ‘esas merkezin’ siyaset değil, üst bürokrasi olması, belirleyici olmuştur.
Esasen görevi vatandaşa hizmet olan ve bunun için kamu kaynaklarından ücret alan devlet personelinin, muhataplarıyla ilişkilerde tuhaf bir ‘üstenciliği’ olduğu, saklanamaz bir hakikattir.
Eskiler, “Devletin düğmesini koparmanın cezası 6 aydan başlar…” şeklinde bir söylem dillendirirdi. Burada ‘devlet’ diye isimlenenin, tam olarak ‘devlet memuru’ olduğunu şerh edelim.
20 küsur senelik AK Parti iktidarları, kamu çalışanları karşısında vatandaşı güçsüz ve aciz durumda bırakan bu ‘yanlış gerçekliği’ düzeltmek için bir dizi adım attı.
Mesela, ‘Bilgi Edinme Yasası’ ile kamu personelinin, vatandaşın başvurularını savsaklamasının önüne geçilmesi hedeflendi.
Nihayet CİMER gibi önemli bir uygulamayla, vatandaşın kamudan hizmet alırken yaşadığı haksız sıkıntılar ve engellemelerin ortadan kaldırılması amaçlandı.
Her iki uygulama da bir hayli başarılı oldu, vatandaşın hizmete erişimini kolaylaştırdı.
GÜNLÜK GELİŞMELERE GÖRE DÜZENLEME
Bu olumlu gelişmelere karşılık, son zamanlarda, devlet-vatandaş ilişkilerinde kamu çalışanlarını önceleyen, önemseyen ve aradaki dengeyi bozan bazı adımlar atıldı.
İşin kötüsü, yaşanan sorunları mantıklı, adaletli ve temelden çözecek bir bakış açısıyla köklü düzenlemeler yapmak yerine, günlük yaşanan olaylara göre ‘mevzi’ tedbirler devreye sokuluyor.
Önce, ‘sağlık çalışanlarına şiddet’ konusu köpürtüldü. Evet, zaman zaman hastalar veya yakınlarının, sağlık çalışanlarına yönelik haddi aşan çıkışmaları, hatta şiddet ve öldürme dâhil bazı olumsuzlukların yaşandığı inkâr edilemez.
Bu konuda medyaya yansıyan bir dizi olumsuz örnekten sonra, ‘devlet’ mekanizması hemen devreye giriyor ve ‘sağlık çalışanlarına şiddete tutuklama’ diye bir uygulama geliyor.
Peki, sağlık çalışanlarının vatandaşlara olan şiddetine niye aynı ceza kesilmiyor?
Özellikle Türk Tabipleri Birliği isimli ‘kökten muhalif’ bir çatıya mensup veya o kafadaki birçok doktor, hemşire ve sair sağlık personeli, elde ettikleri bu ‘imtiyazı’ tepe tepe kullanmaya başlıyor. En kolay yaptıkları eylem ise; hasta ve yakınlarını itip kakmak, azarlamak, aşağılamak ve hatta hakaret etmek oluyor.
Bunun karşısında vatandaş, hakkını savunmaya kalkıştığında, anında özel güvenliğin, 10 dakika sonra da polisin gelip, sorgusuz sualsiz alıp götüreceğini bildiğinden, ‘Lâ havle…’ çekip yutkunuyor.
FATURA SİYASÎ İKTİDARA
Şahsen bazen düşünmüyor değilim: Acaba bu muhalif tipler, muhatapları olan vatandaşları özellikle tahrik edip, çileden çıkarmak için mi böyle yapıyor? Öyle ya, nasılsa fatura siyasî iktidara kesiliyor.
Ya da o tipler, vatandaşı aşağılamakla kendi egosunu mu tatmin ediyor?
Şimdilerde bu korumacılık kalkanı, eğitim personeli için gündeme getiriliyor. Irak vatandaşı bir çakalın, sevilen bir okul müdürünü tabancayla vurarak öldürmesi, önceden yaşananların doldurduğu bardağı taşırdı.
Millî Eğitim Bakanı, derhal harekete geçti; öğretmenlere şiddetin de anında tutuklanma gerekçesi olacağını açıkladı.
İyi, güzel de… Kamu personeli ile vatandaşın karşı karşıya geldiği her olayda, haklı olan ‘devlet’ de ‘haksız-saldırgan’ olan hep vatandaş mı? Bu nasıl bir peşin hükümdür?
Yarın birkaç tapu memuru, haklı veya haksız şiddete maruz kalırsa, onlar için de mi ‘tutuklama yasası’ çıkarılacak?
Aynı şey postacılar, zabıtalar, polisler, vergi memurları, yapı denetim görevlileri… Aklınıza gelen her alandaki kamu çalışanları için de öngörülebilir.
‘İNSANA ŞİDDET’ DESEK, SORUN ÇÖZÜLECEK
Biz bunca zahmete girilmemesi için, toptan bir yasal düzenleme önerelim: “Devletin düğmesini koparan vatandaş derhal tutuklanır, 6 aydan aşağı olmamak üzere hapisle cezalandırılır ve bu ceza ertelenemez, paraya çevrilemez, iyi hal veya infaz indirimi filan da yapılmaz…”
Tek maddelik bir düzenlemeyle, ‘sorun’ kökten çözülmüş olur.
Şimdi ironiden anlamayan bazı eblehler çıkıp da bizim safımızı yanlış yere konumlandırmasın. Bakış açısındaki yanlışlığı vurgulamaya çalışıyorum.
Peki… Eleştirdiğimiz bu sorunla ilgili makul olduğuna inandığımız uygulama nasıl olabilir?
Özetin de özeti: ‘İnsana şiddeti önleme yasası’…
İster kamu görevlisi, ister sivil vatandaş olsun, muhatabına karşı haksız bir şiddet uyguluyorsa, bunun doğru dürüst bir cezasının olması gerekir.
Falana şiddet, filana şiddet mantığıyla yola çıkarsak, varacağımız yer şu olur: Birilerinin elini kolunu bağla, ötekilerin de eline sopa ver; dövsün dövebildiği kadar…
Maalesef Türkiye, Avrupa Birliği’ne Uyum Yasaları kapsamında, başta ceza yasaları olmak üzere, mevzuatı ‘hukukî ve âdil’ olmaktan çıkardı.
Hırsızın cezası yok…
Kapkaççı 3-5 vukuat işlemedikçe ‘tutuksuz’ yargılanıyor; neticede takipsizlik kararı veriliyor.
Silahlı saldırıya uğrayan, hasbelkader hayatta kaldıysa, saldırgan tutuksuz yargılanıyor.
Ama ‘devletin düğmesini’ koparan derhal tutuklanıyor.
Tekrar olsun: AK Parti iktidarı, vatandaş-kamu görevlisi muhataplığında, vatandaşın hukukunu koruduğu için başarılı oldu ve uzun yıllardır iktidarda kaldı.
Şimdilerde, iktidarı seçmen tabanıyla karşı karşıya getirmek, üstelik bunu da iktidarın ‘ellerine verdiği sopayla’ yapmak için fırsat kollayanlara gün doğdu.
Bakalım bürokrasinin iğfal ettiği siyaset, daha ne kadar ‘kendi ayağına sıkmaya’ devam edecek…