Ceza mı, beleş yaşam fırsatı mı?
Sık sık ve üst üste gelen anlamsız (ya da fevkalade anlamlı) cinayet haberleriyle sarsılıyoruz.Önce Fatih Camii İmamı Kurra Hafız Galip Usta’yı, öldürme...
Sık sık ve üst üste gelen anlamsız (ya da fevkalade anlamlı) cinayet haberleriyle sarsılıyoruz.
Önce Fatih Camii İmamı Kurra Hafız Galip Usta’yı, öldürme kastıyla bıçakladı, meczup görünümlü bir şahsiyetsiz.
Ardından, Sarıyer’deki bir kilisede, zihinsel engelli bir Müslüman, DEAŞ teröristlerinin saldırısı sonucu hayatını kaybetti.
Kamuoyu, bu tuhaf saldırıların sarsıntısını atlatamamışken, İzmir’de taksicilik yapan Oğuz Erge, soğuktan donup gebermesin diye aracına aldığı, Delil Aysal adlı bir ergen manyak tarafından, iyiliğine karşılık katledildi.
Bunlar, son bir-iki hafta içine sığan cinayetler. Katiller ile maktuller arasında hiçbir illiyet, ilişki, husumet vesaire yok. Yani işlenen cinayetlerin hiçbir "mantıklı" gerekçesi bulunmuyor.
Günlük ortalaması 1 cana denk gelen kadın cinayetleri konusuna girersek, işin içinden zaten çıkamayız.
Ergen gruplaşmalarını, suç çetelerini, küçük mafyacılık oyunlarını, münferit hırsızlık, kapkaç ve gasp olaylarını ekleyin.
Trafikteki yol verme tartışmalarını; araç sıkıştırma, kaza yapmaya zorlama, hatta önünü kesip ‘haydar’ sallama ve dahi silahlı müdahaleye kadar vardırın.
Tecavüz, çocuk cinayetlerini dillendirmeye ise dilimiz zaten varmıyor.
Terör amaçlı eylemler, cinayetler, canlı veya cansız bombalar….
İçiniz sıkıldı, biliyorum. Lakin konuşmak zorundayız.
Tamam, hırsızın suçunu anladık. Peki, hırsıza davetiye çıkaran ‘hukuk sistemimiz’ hakkında hiç konuşmayalım mı?
Gazze’de her gün ortalama 200 Müslümanın göstere göstere katledilmesine seyirci kalan… Hatta bu soykırım suçunu işleyen İsrail adlı terör örgütüne her türlü maddî-manevî desteği veren Avrupalıların gönlünü hoş tutma… İçlerinde kalan minicik ‘vicdan sızısını’ tatmin amaçlı ‘idam yasağı’, tartışmalardan azade midir?
Eğri oturup doğru konuşalım: Biz idam cezasını, Avrupa Birliği istediği için kaldırdık. Hoş, hukukumuzda idam cezası varken ne ölçüde uygulanıyordu, o bahsi diğer.
CEZA MI ÖDÜL MÜ?
İstem dışı veya ‘mecburiyetten’ işlenen suçları, burada dile getireceklerimden istisna tutuyorum. Çünkü insanlar bazen ‘suç işlemek zorunda’ da kalabilir. Ayrıntıya girmeyeceğim.
Fakat düpedüz haksız kasta dayanan, bir anlamda tüm medeniyetler ve hukuk sistemleri tarafından ‘doğal suç’ kabul edilen cürümler için, kaydadeğer ve gerçekçi bir ceza uygulanması gerekmez mi?
Şunu idrak edelim: Cezası olmayan suçu engelleyemeyiz. Ceza, bu dünyada da ahirette de olabilir. Ahiret cezası var diye, toplum, bu dünyadaki cezadan vazgeçemez. Hatta, suçun doğrudan muhatapları dururken, toplumun veya onun adına devletin, işlenen bir suçu affetmesi yahut ufak-tefek cezayla geçiştirmesi de kabul edilemez.
Alın son günlerde peş peşe gelen cinayetleri veya teşebbüslerini…
En ağırı olan, terör bağlantılıyı değerlendirelim. Şayet bir yığın ‘hafifletici nedenler’ aşılabilirse, teröriste en fazla ‘ağırlaştırılmış müebbet’ hapis cezası verilecek. O da yanılmıyorsam 25-30 sene içeride yatmaktan öte gitmez. Geberene kadar günyüzü görmeyecek sanmayın.
Cami imamını öldürmeye teşebbüs eden insanlık müsveddesi kaç yıl yatacak dersiniz? Öyle ya, imam efendi henüz ölmedi.
Geçelim böylesine ağır cezalık işleri… Hırsızlığın, soygunun, gaspın, kapkaçın cezası nedir ki?
Düşünün… Hayatı beş para etmez, meziyetsiz itin birisi… Çalışmayan, üretmeyen, sürekli ailesini ve çevresini istismar ederek, pis hayatını devam ettirmeye çalışan bir aylak… Çökecek bir yakınını bulamadığında aç kalan… Çalışmaya yüzü olmadığından veya ondan bundan tırtıkladıklarını anında saçıp savurduğundan, doğru dürüst evi barkı, yatacak yatağı, yiyecek ekmeği bile olmayan bir lüzumsuz ve maalesef ‘vatandaş’ olan bir meziyetsiz…
Bu parazitin, dışarıdaki hayatı ile mahpus damında yaşayacağı hayatı bir kıyaslayın lütfen…
Devlet böylesi parazitleri alıyor, işledikleri suçun durumuna göre üç-beş aylığına içeri atıyor.
Onun için hangisi tercihe şayan? Dışarıdaki ‘rezil fakat özgür’ hayatı mı, yoksa hapishane konforu mu?
‘Cezaevi’ ne demek? Cezaevi kavramı ile ‘insan hakları’ kavramı, nasıl bu kadar ‘denk’leştirilebilir? Yahu, adı üzerinde; suç işleyenleri cezalandırmak üzere tesis edilmiş bir yerden bahsediyoruz.
Lakin olmaz… İçeri tıktığın suçlulara; üç öğün sıcak, hatta kalorisi filan ayarlanmış yemekler sunacaksın. Dışarıda, hayatı boyunca bulamayacağı yemekler…
Kış ortasında sıcacık bir oda…
Evinde, tembellikten pislik içinde yaşarken, hapishanede birkaç günde bir değişen nevresim takımları…
Dışarıdaki hayatında değil sıcak, soğuk suyu bile bulamazken, 24 saat sıcak su, lüks tuvalet ve banyo hizmeti…
Pardon, ceza mı veriyoruz, yoksa tatil kampına mı aldık, ‘Sayın Suçlu’yu?
Dahası, özellikle arsız-hırsız takımı için, ‘damda’ geçirdiği süre, dışarı çıktığında kuracağı yeni düzeninde, bir ‘kariyer kriteri’ olacak.
Hatta bazı suçlular, nasıl beceriyorsa, internet erişimi bile sağlıyor; işletmelerini, dahi örgütlerini hapishaneden yönetebiliyor.
Böylesi bir ceza mantığıyla mı suçu önleyeceğiz? Gülelim, acınacak halimize.
Hapishane dediğin, aylak barınağı değil, ceza çekme yeri olmalı.
İdam dâhil, ‘kısası esas alan’ bir cezalandırma sistemi, bugün her zamandakinden daha fazla ihtiyaç haline gelmiştir.
İdamı, ‘ıslah edici bir ceza’ olarak görmeyip itiraz edenler için, şimdilik, “Amacımız ıslah değil, toplumu pislikten arındırmaktır.” diyerek, tartışmayı ileriye bırakalım.